– Hay Allah, yağmur yağıyor, çabuk bana bir paraşüt verin.
413– Sağlam kibrit
Delinin biri kibrit kutusunu açtı. İçinden bir kibrit çekti, çaktı, yanmadı. Attı onu, bir yenisini çıkardı, çaktı, yanmadı. Onu da attı. Sonunda üçüncü kibrit ateş aldı.
Deli:
– İyi, bu yanıyor, saklayayım onu…
414– İddia
İki deli, denizde yüzerlerken her nasılsa bir ara iddiaya tutuşmuşlar. Kim denizin dibinde daha fazla kalırsa diğeri ona gıcır gıcır ayakkabılarını verecek…
Anlaşmışlar ikisi birden dalmışlar ve hâlâ çıkmamışlar…
415– Roman
Akı. hastanesinin bahçesinde oturan iki delinin yanına bir üçüncüsü yaklaşıp elindeki kalın kitabı uzatır:
– Şunu okur musunuz? Bir roman yazdım. Oturmakta olan iki deli kitabı alıp uzun uzun okurlar.
– Vallahi güzel, ama içinde çok isim var.
Romanı yazan deli daha başkalarından da aynı değerlendirmeyi aldığı için, kitabını koltuğuna kıstırıp doktorun odasına gider:
– Doktor bey! Bir roman yazdım, arkadaşlar incelediler, bir de siz okur musunuz?
Doktor kitabı eline alır almaz bağırır:
– Hay Allah! Ben de telefon rehberini arıyordum sabahtan beri…
416– Karıştırmış
Bir akıl hastasını yıllardan beri tedavi etmekteler. Her altı ayda bir, ruh hastalıkları hekimi onu testlerden geçirir. Doktor ona elini gösterip sorar:
– Bu nedir?
– Bir diz.
Bu kez dirseğim gösterir ve sorar:
– Bu nedir?
– Bir kulak.
Ve her seferinde tedaviye devam etmek zorunda kalırlar. Yedi sekiz yıl sonra, birden her şey değişir. Psikiyatrisi elini gence gösterip, sorar:
– Bu nedir?
– Bir eldir.
– Ya bu nedir?
– Bir dirsek. Ayağını gösterip, sorar:
– Ya bu?
– Bir ayak.
– Oldu, der ruh doktoru."Bu olağanüstü bir şey! İyileştiniz. Bundan böyle normal bir yaşam sürebileceksiniz…"
– Oh, çok teşekkür ederim doktor bey, der hasta, büyük bir sevinç içinde ve alnına vurarak ilave eder:"Bir bilseydiniz benim ne kadar zamanımı aldı bunu kıçıma yerleştirebilmek."
417– Güç olan
Tımarhaneyi ziyarete giden gazeteci odaların birinde bir akıl hastasının amuda kalkmış, iki eli üzerinde dengede durmaya çalıştığını gördü.
– Çok marifetlisiniz, dedi deliye."Uzun zamandır bu durumdasınız. Hayli güç ve yorucu bir numara olsa gerek."
Deli bu sözler üzerine başını gazeteciye çevirerek:
– Hayır, güç olan bu halde durmak değil. Böyle başaşağı dururken, dünyayı parmaklarının ucunda tutmak, dedi.
GERZEK FIKRALAR
418– Pot
Bir süre bürosundan ayrılmak zorunda kalan müdür geldiğinde sekreterine sordu:
– Beni arayan oldu mu bu arada?
– Evet efendim, kimliğini gizleyen biri sizi sordu.
– O aptal kardeşim olmalı.
– Mümkündür efendim. Zira size çok benziyordu.
419– Işık
Akşam yemeğinden sonra oturmuşlardı. Kadın örgü örüyor, adam gazetesini okuyordu. Sayfaları çevirirken birden:
– Yahu baksana, yıldızlarda insan varmış!… dedi. Kadın umursamaz bir tavırla baktı adama:
– Bunu bilmeyecek ne var yani? Adam şaşkınlıkla:
– Nereden biliyorsun peki? dedi. Kadın örgüsünü bir kenara bırakarak:
– Düşüri Allahaşkına, hiç insan olmasa o ışıklar yanar mıydı?
420– Plakası
Sonradan görme karı‑koca bir müzeyi geziyorlardı. Bir Mısır mumyasının önüne geldiler. Hayatlarında ilk kez böyle birşey görmenin şaşkınlığı içinde bakarken, mumyanın önündeki yazıya gözleri ilişti:
"İ. Ö. 41"yazılıydı.
Kadın:
– İ. Ö. 41 ne demek? dedi. Kocası:
– Anlaşılmayacak birşey yok… Adama çarpıp da onu bu hale getiren arabanın plakası herhalde…
421– Yok demek yok!
Bakkal, yeni işe başlayan çırağından pek memnun değildi. Çocuğun bir huyu müşterileri kaçmyordu. Sorulan bazı şeylere"yok"dememeliydi. Bir gün çırağı kenara çekip öğüt verdi:
– Evladım bu iş böyle yürümez. Mesela kesme şeker istediler. Evet elimizde yok. Ama"yok"demeyeceksin;"kalmadı efendim, onun yerine toz şeker verelim"dersin. Mesela domates bitti."Kalmadı efendim, salça isterseniz verebilirim"dersin.
Patron buna benzer birkaç örnek daha sıraladı. Akşama doğru, bir hanım müşteri, çıraktan tuvalet kağıdı istedi. Çırak birşeyler öğrendi ya hemen cevabı yapıştırdı:
– Kalmadı efendim, isterseniz zımpara kağıdı verelim!
422– Güler misin, ağlar mısın?
İki arkadaş Newyork'ta kırkıncı katta oturdukları daireye çıkmak için geç vakit apartmanın önüne geldikleri zaman asansörcülerin grevi yüzünden asansörlerin islemediğini gördüler. İkisinde de şafak attı, ama ııeylesinler, çaresiz çıkacaklar. İki arkadaştan daha neşeli olanı:
– Ben sana gülünç hikayeler, fıkralar anlatırım, vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varmazsın, dedi.
Ve anlatmaya başladı. İlk hızla yirmi katı çıktılar, ama ondan sonra ikisinde de takat kalmadı. Ne anlatanın fıkralarında tat vardı ne de dinleyende gülmeye heves… Ha gayret deyip tırmanmaya devam ettiler. Otuz beşinci katı geçtikten sonra nefes nefese durakladıkları zaman fıkra anlatan:
– Yahu artık gülmek değil, gülümsemiyorsun bile anlattıklarıma, dedi.
Öteki atıldı:
– Bunlara da fıkra mı denir! Ben sana bir fıkra anlatayım da bak nasıl gülmekten kınlıyorsun… Arkadaşı merak etti:
– Anlat bakalım.
– Dairenin anahtarını aşağıda kapıcıdan almayı unuttuk!?
423– Münasebetsizlik
Büyük bir çiçekçinin devamlı müşterisi bir gün gelip iki düzine gül ısmarladı ve şöyle dedi:
– Her zamanki adrese göndereceksiniz. Şu kartımı da alın. Üstüne de,"Sevgilim, hayatının her yılı için bir gül!"diye yazın.
Müşteri parasını ödeyip çıkınca, çiçekçi çırağına seslendi.
– Bey iyi müşterimizdir. Sen bir düzine gül de bizden katıver…
424– Bu kanun ne zaman çıktı?
Mankafa Sabri'nin bir arkadaşı anlatıyordu:
– Yerçekimi kanunu olmasa, şimdi biz hepimiz havalarda uçacaktık!
Sabri sordu:
– Çok ilginç, peki bu kanun ne zaman kabul edildi?
425– Gecikme
Sonradan görme zengin, konser başladıktan sonra salona girdi. Yerine oturduktan sonra, yanındakine yavaşça çalınan parçanın ne olduğunu sordu:
– Yedinci senfoni, cevabını alınca da:
– Çok yazık, diye söylendi. Demek bayağı gecikmişim…
426– Pahalı yemek
Piyangoda bir milyarlık ikramiyeyi kazanan iki köylü, Paris'e para yemeye gitmişlerdi. Evvelâ bir lokantaya gittiler ve listede gördükleri en pahalı yemeklerden ısmarladılar. Bir aralık iki arkadaştan biri yanlarındaki masada oturan adamın bir hardal kavanozundan bir parça alarak tabağının kenarına koyduğunu gördü. Yanındaki arkadaşını dürttü:
– Bak bak, ne kadar pahalı yemek ki bu kadar az alıyor, dedi.
Bu esnada garsona sordular:
– Nedir o?
– Hardal.
– Bize de getir ondan.
Garson bir dolu kavanozu getirip önlerine koydu. Köylü kaşığını daldırdığı gibi ağzına attı. Fakat atmayısla gözlerinden yaş boşanması bir oldu.
Bunu gören arkadaşı:
– Ağlama be dostum, dedi. Yetmezse bir daha getirtiriz.
427– Boynuz sayısınca
Zekasının sivri olduğunu zanneden Sabri, gittiği köyde bir köylüye sordu: