Выбрать главу

– Ben, dedi. Semerkant ile Buhara'yı ele geçirmek için bütün dünyayı yakıp yıkmayı göze alırken, sen bu yoksul kılığınla, nasıl olur da bu iki güzel şehri, sevgilinin bir ben'ine bağışlarsın?

Hafız Şirazî:

– Evet efendimiz, dedi. Beni bu hale düşüren bu bol keseden yaptığım bağışlar, değil mi?

723– Yarısı bostancıbaşınm

Sultan III. Murad zamanında, padişahın hoşuna giden bir, dalkavuk varmış… Padişahın huzurunda yapmadığını komaz, Sultan'ı eğlendirir, çıkarken de parasını alır gidermiş…

Yine birgün huzurda mesleğim icra edip çıkarken, verilen altın kesesini almamış:

– Hayır padişahım, bu sefer altın değil, yüz sopa vurulmasını isterim!

Herkes şaşırmış, ama padişah:

– Vurun bakalım 100 sopayı… Herhalde bir bildiği vardır, görelim hele…

Dalkavuğu yere yıkmışlar, falakaya yatırmışlar, başlamışlar tabanlarına vurmaya… bir, iki, üç… on… yirmi… otuz… kırk‑dokuz, elli, derken dalkavuk bağırmış:

– Durun, benim bir ortağım var, yansını da ona vurun, hakkı geçmesin…

– Kim senin ortağın?

– Sizin bostancıbaşınızdır padişahım, ne zaman sizin ihsanınıza nail olsam, saraydan çıkarken kesedeki altınların yarısını alır. Madem ortağını, sopanın yarısı da ona vurulsun…

724– Evliya gelse…

Sultan İbrahim hastalanmış, ölürse, henüz erkek evladı da olmadığı için Osmanlı hanedanı varissiz kalacak… Saray erkânının aklına Cinci Hoca gelmiş,"nefesi kuvvetlidir, okusun"diye alıp getirmişler.

Saraya gelen Cinci Hoca etraftaki herbiri birbirinden entrikacı vüzera, vükela, ümera… topluluğunu görünce:

– Burada o kadar cin var ki, evliya gelse çarpılır, demiş.

725– Efendiliği var ki

Halet Efendi'nin çekemediği devlet adanılan arasında Morali Osman Efendi de vardı… Osman Efendi, onurlu, derviş tabiatlı, temiz yürekli bir insan… Halet Efendi, adamın rütbesini almak, azletmek için her türlü hareketi yapar ama buna rağmen bayramlaşmak için evine geldikçe, merdiven başına kadar uğurlar saygı gösterirdi… Nedenini soranlara şöyle dermiş:

– Evet, ben bu adamı sevmem… Rütbesini, görevini, malını aldım. Canını almak bile elimden gelir… Fakat üzerinde bir Osmanlı Efendiliği var ki onu alamıyorum!

726– Yorulan mangal

Şah Abbas'ın sarayında kapağı zümrütler, inciler ve yakutlarla süslü bir mangal varmış. Bu mangalın iki kulpuna da göz alıcı elmaslar oturtulmuş.

incili Çavuş İran'a gittiği sırada Şah, Türk elçisine sarayının ihtişamını göstermek ister.

Türk elçi heyeti sarayı gezerken bu çok süslü mangala hayran kalır. Ancak saray hademelerinin kaşla göz arasında bu mangalı diğer gezilecek odalara gizlilikle taşıdıklarını fark ederler.

Şah'ın maksadı her odada böyle kıymetli mangalların bulunduğunu göstermekmiş. Saray gezildikten sonra Şah, Elçi'nin intibalarını sorar. İncili Çavuş su cevabı verir:

– Sarayınız güzel, büyük; gezmekle bitiremedik, çok yorulduk ama, mangalınız da bizimle birlikte yoruldu!

727– Yalansa Kur'an çarpsın…

Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat Mustafa İzzet Efendi, bir dostuna:

– Dün gece sabaha kadar oturdum bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş.

Az sonra dostu sözü almış:

– Geçen Ramazanda Kandilli'ye bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki… Dalgalar öyle bir yükseldi ki bindiğim kayığı sahildeki minarelerin boyuna kadar kaldırdı. Derken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı minaredeki mahya kandillerinden yakıp orucumu bozdum.

Mustafa İzzet Efendi bağırıvermiş: –Yalan!…

– Yalansa, dün gece yazıp bitirdiğin Kur'an çarpsın!

728– Senin dirhemin sesi

Padişah Sultan Mahmut'un çok sevdiği bir atı varmış, yıllar boyu hep o ata binmiş… Lâkin at ihtiyarlamış, binilecek hali, yürüyecek mecali kalmamış… Sonunda vezirler durumu padişaha arzetmişler:

– Padişahım, izin verirseniz sizin bu atı artık ahıra çekelim, orada besleyelim, ahir ömrünü rahat geçirsin.

Padişah:

– Olmaz, demiş, bu at benim çok kahrımı çekti, onu serbest bırakacağım, memalik‑i şahanemde (ülkemde) istediği gibi dolaşsın dursun, canı ne isterse onu yapsın, kimse karışmasın!

Ferman padişahındır. Kim karışabilir.

At salınmış, istediği yere girip çıkıyor, istediğim yiyor içiyor, kimin haddine düşmüş, padişahtan fermanlı ata dokunmak!

Bir gün arpacının biri, dükkanında arpa tartarken, padişahın atı içeri girmiş, başını arpalığa sokmuş, başlamış yemeye…

Arpacı ne yapsın, bir şey diyemiyor, elindeki dirhemi yere tak tak vurarak, belki ürkütür, kaçırırım diye düşünüyor.

Müşterilerden biri bakmış ki arpacı elindeki dirhemleri durmadan yere vuruyor, gürültü çıkarıyor… Merak etmiş sormuş:

– Yahu sen ne yapıyorsun?

– Ne yapayım, Sultan Mahmut'un atı bu, dokunamıyorum ki, belki ürker de kaçar diye gürültü çıkarıyorum.

Müşteri gülmüş:

– Yahu bu Sultan Mahmut'un atı diyorsun, bu at harp meydanlarında ne top sesleri, gülle sesleri duymuştur, kimbilir… Senin dirheminin sesinden mi korkacak!

729– Boynuzlar

Şair Haşmet, kurbanlık koyun almak için Beyazıt alanında gezerken Şair Fıtnat Hanıma rastlar:

– Burada ne işiniz var hanımefendi?

– Kurbanlık koyun alacağım efendim.

– Ne gerek var, ben kulunuz kurban olurum.

– Bilirsiniz ki boynuzsuz kurban makbul değildir. Sizin boynuzlarınız yok.

Haşmet, beklediği cevabı alamamanın hırçınlığıyla:

– Aman efendim, der, konağınızda yarına kadar kalsam çatal çatal boynuzlarım çıkar!

730– Ahmaklar listesi

Meşhur şair Haşmet'in bir defteri vardı. Ahmak olduğunu anladığı adamların ismini o deftere yazardı. Bir gün Koca Ragıp Paşa, Haşmet'i çağırarak:

– Senin şu ahmaklar defterinde benim de ismim var mı? diye sordu.

– Evet paşam.

– Neden?

– Evvelki gün birine borç verdiniz de ondan…

– Peki ya herif getirir borcunu öderse…

– Paşam o zaman sizin isminizi siler onunkini yazarım.

731– Öp paşa babanın elini

Hazır cevaplığıyla tanınan Üsküdarlı Aziz Efendi, eşeğine binmiş, çarşıya gidiyormuş. Şair Kâzım Paşa ile karşılaşmışlar. Aziz Efendi, şaka yollu eşeğine seslenmiş:

– Öp paşa babanın elini!

Kâzım Paşa elini eşeğin ağzına doğru götürmüş, sonra da gülmüş:

– Aziz ol!

732– Ne işi var?

Öküz Mehmet Paşa, Halep Valisi olduğu sıralar kent dışında serin bir yere içki sofrasını kurdurmuş. Kentin ileri gelenleriyle yüksek rütbeli memurları da çağırmış…

Yenilip içilirken, önlerinden bir eşek sürüsüyle bir öküz geçmiş. Haleplilerden biri, öküzü görünce, paşanın lakabını anımsamış ve kendini tutamayıp, gülmeye başlamış.

Paşanın musahibi, adama kızmış:

– Ne gülüyorsun be adam! Paşa:

– Nasıl gülmesin, demiş."Bu kadar eşeğin arasında bir öküzün ne işi var"diye düşünmüştür!

733– Balık

Pablo Picasso'nun sergisine gelenlerden biri, en çok resimlerin adıyla ilgileniyordu."Balık"adlı resmin önünde durdu, uzun uzun baktıktan sonra, yanmdakine:

– Bunun neresi balık? dedi.

O sırada yanlarından geçmekte olan Picasso, nezaketle:

– O balık değil, dedi. – Nedir öyleyse?

– Resim!