Выбрать главу

Hoca, ciğeri kapıp gökyüzünde uzaklaşan çaylağa bakmış ve gülmüş:

– Nafile, demiş. Sen onu ağız tadıyla yiyemezsin, tarifi bende!

959– Hoca'ya oynanan oyun

Nasreddin Hoca nın eşeği ölür. Tabii yeni bir eşek alması gerek. Bu niyetle pazar yerine gider. Bakar ki birisi eşeğini satıyor. Gözden geçirir, hayvanı beğenir. Pazarlıkta uyuşurlar, böylece eşeği satın alır. Yularından çekerek evinin yolunu tutar.

Durumu gözden kaçırmayan iki uyanık, Hoca'ya bir oyun oynamaya karar vererek aralarında sözleşirler. Sessizce Hoca'nın peşine düşerler. Biri eşeğin boynundaki ipi Hoca'ya sezdirmeden kendi boynuna bağlar. Diğeri de eşeği aldığı gibi yeniden satmak üzere pazarın yolunu tutar.

Hoca tam evinin önüne gelince, bir de bakar ki eşek kaybolmuş. Yerinde bir genç var.

– Kimsin sen? diye sorar. Genç boynunu bükerek:

– Ah, hiç sorma Hoca Efendi, der. Geçenlerde annemin kalbini kıracak bir eşeklik yaptım. Annem de bana:"İnşaallah eşek olursun!"diye beddua etti. Hemen insanlıktan çıkarak eşek haline geldim. Şimdi öyle sanıyorum ki annem hasretime dayanamayarak bedduasını geri aldı. Ben de yeniden insan haline geldim. Bunda şüphe yok ki kerametli varlığınızın da tesiri olmalı!

Hoca, bu durum karşısında gencin boynundaki ipi çözer:

– Peki, git de, bir daha annenin gönlünü kırma, der.

Ertesi sabah yine bir yerden biraz para temin eder. Pazara giderek yeni bir eşek aramaya başlar.

Bir de ne görsün? Dün aldığı eşek yine satılmıyor mu? Hemen eşeğe yaklaşır, kulağına eğilir:

– Seni gidi çapkın! der. Annene karşı yine nasıl bir eşeklik yaptın?!

960– Hayal

Evde yalnız bulunduğu bir gün Hoca'nın canı şöyle mis gibi bir çorba çeker. Kendi kendine söylenir:

– Şöyle tavuk suyu ile yapılmış, bol limonlu bir şehriye çorbası olsaydı, der.

Tam bu sırada kapı çalınır, elinde boş bir kâse ile gelen komşu çocuğu:

– Annem çok hasta da sizden biraz çorba istedi hocam, der.

Hoca başını sallayarak söylenir:

– Fesubhanallah! Bizim komşular hayalin bile kokusunu alıyorlar…

961– Arada bir bize uğrar

Nasrettin Hocaya dert yanıyorlar:

– Yahu Hoca senin karı çok geziyor. Hoca:

– Aslı olmasa gerek, demiş. O kadar gezse arada bir bizim eve de uğrardı.

962– Allah versin

Bahar mevsimi yaklaşırken Hoca, dama çıkmış, kardan, ''ağmurdan hasar gören yerleri onarıp duruyormuş. Tam bu ı snada çat demiş kapı çalınmış; eğilip bakınca biraz gözleri ısırır gibi olmuş ama, doğrusu kim olduğunu pek çıkaramamış. Daha ne istediğini sormaya kalmamış, adam:

– Hoca efendi, demiş; biraz aşağı kadar inebilir misin? Hoca'nin başım kaşımaya vakti yok:

– Ne söyleyeceksen söyle, kulağım sende, demiş.

Ama aşağıdaki ne ettiyse, Hoca kırk basamak merdiveni nefes nefese inmiş aşağı: Kapıyı çalan:

– Efendi, başın, gözün sadakası için… diye bir dilenci ağzına başlamasın mı? Rahmetli hoca şöyle bir bakmış:

– Gel öyleyse benimle, deyip, dilenciyi kırk basamak merdivene tırmandırmış. En üst basamağa gelinde adama dönüp:

– Haydi Allah versin baba! demiş.

963– Bir de horoz lazım

Akşehirli gençler bir gün Hoca'ya şöyle bir teklifte bulunurlar:

– Hocam, hamama gidip bir güzel yunup yıkanacağız bizimle gelir misin?

– Gelirim ya…

Gençlerin niyeti hocaya muziplik yapmaktır. Aralarında anlaşırlar, hepsi hamama gizlice birer yumurta götürürler. Hamamda bütün gençler soyunurlar ve göbek taşına oturarak beraberlerinde getirdikleri yumurtaları gizlice peştemallarının altına saklarlar:

– Haydi Hoca Efendi, hep beraber yumurtlayacağız. Kim yumurtlayamazsa bütün hamam masraflarını o verecek.

Gençler hep bir ağızdan gıdaklamaya başlarlar. Biraz sonra da yumurtaları çıkarıp Hoca'ya gösterirler. Bir dümene geldiğini anlayan hoca hemen horoz gibi çırpınarak"ü ürü üüü"diye ötmeye başlar. Gençler:

– Hoca ne yapıyorsun? derler.

– Ee çocuklar, bu kadar tavuğa bir de horoz lazım değil mi?

964– Nerelere kadar…

Nasreddin Hoca, kırda sesinin yettiğince bağırarak ezan okuyor ve olanca hızıyla koşuyormuş.

Bu durumu gören birkaç kişi, Hocaya bir şey olduğunu düşünerek yanına yaklaşıp sormuşlar:

– Ne oldu sana Hoca efendi? Bu ne iştir? Hoca, koşmasını sürdürerek:

– Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de… Onun için arkasından koşuyorum! demiş.

965– Açlıktan mı uykusuzluktan mı

Hoca, bir cimriye misafir olmuş. Vakit hayli geçtiği halde ev sahibi bir ikramda bulunmayınca hoca esnemeye koyulmuş. Ev sahibi sormuş:

– Hocam insan neden esner? Hoca hemen taşı gediğine koymuş:

– Ya uykusuzluktan ya da açlıktan esner. Fakat benim hiç uykum da yok hani…

966– Neden yemezsin?

Nasreddin Hoca Akşehir'e yeni geldiği sıralar parasız kalmış. Karnı aç… Sokaklarda dolaşırken bir fırın görmüş. Yeni çıkan ekmeklerin kokusuna dayanamayıp fırına girmiş, tezgâhın başındaki adama sormuş:

– Bu ekmeklerin hepsi senin mi?

– Benim.

– Be adam, mademki bu kadar mis gibi kokan ekmeğin var, ne diye oturup da yemezsin!

967– Ölmüş eşek

Hoca'nın eşeği ölmüş. Kapının eşiğine oturmuş, hüngür hüngür ağlıyor. Bir komşusu yaklaşarak sormuş:

– A Hoca, geçende karın öldü ağlamadın. Bir eşek için ağlamak sana yakışır mı? demiş.

Hoca cevabı yapıştırmış:

– Nasıl ağlamam! Karım ölünce eş–dost hepiniz etrafımı sardınız;"Üzülme hoca, biz sana daha iyisini buluruz"dediniz. Ama şimdi bir müslüman çıkıp da:"Hoca ağlama, sana daha iyi bir eşek alırız"demedi.

968– Dünyanın ortası

Köylülerden bir kaç münasebetsiz kişi Nasreddin Hocaya sormuşlar:

– Hoca efendi, dünyanın ortası neresidir?

– Şu bizim eşeğin sağ ön ayağının bastığı yerdir., İçlerinden biri:

– Amma yaptın Hocam… diye söze başlayacak olmuş. Hoca hemen sözünü kesmiş:

– İnanmazsanız ölçün!…

969– Ramazan'ın 49'u

Nasreddin Hoca, Ramazan'da günleri şaşırmamak içn çömleğe her gün bir taş atarmış. Ayın kaçıncı günü olduğunu öğrenmek isteyince bu taşları sayarmış.

Bunu öğrenen muzip bir komşusu, gizlice çömleğe taş doldurmuş. Ertesi gün de:

– Hocam, bugün Ramazanın kaçı? diye sormuş.

Hoca gidip çömlekteki taşları saymış. Taş sayısı, 349."Bu kadarı da fazla"demiş kendi kendine… Adamın karşısına geri gelince:

– Bugün ramazan ayının 49'u, demiş.

– Aman Hocam, demiş, hiç Ramazanın 49'u olur mu? Hoca gülmüş:

– Sen 49'una şükret! Çömlek hesabına bakılırsa, bugün Ramazanın 349'u…

970– Kırk yıllık sirke

Bir dostu, Hocaya sormuş:

– Sende kırk yıllık sirke varmış?

– Var.

– Biraz versene. İlaç yapacağım.

– Yoo… Her isteyene verseydim kırk yıldır durur muydu?

971– Cübbe ile kavuk

Bir İranlı, memleketinden gelen mektubu Nasreddin Hocaya getirerek:

– Hocam, demiş, şunu okuyuver.

Hoca bakmış, hem yazı okunaksız, hem Farsça.

– Bunu başkasına okut, diyerek geri uzatmış.