Выбрать главу

“Taksiye mi?” diye sordu adam.

“Beni karşılamaya geleceklerdi.”

Milchester İstasyonu’nun dışına çıktıklarında kapıdan çıkanları dikkatle izleyen bir taksi yanlarına yaklaştı. Ve yerel bir şiveyle sordu.

“Bayan McGillicuddy değil mi? St. Mary Mead’e gideceksiniz, değil mi?”

Bayan McGillicuddy başını sallayarak söylenenleri onayladı. Hamal büyük bir bahşiş almamasına rağmen halinden memnun ayrıldı. Böylece araba Bayan McGillicuddy, valizleri ve paketleriyle gecenin karanlığında ilerlemeye başladı. Önlerinde dokuz millik bir yol vardı. Bayan McGillicuddy arabada dimdik oturuyordu; huzursuzdu, bir türlü rahatlayamıyordu. Duygularını ifade etmek için sabırsızlanıyordu. Sonunda taksi dar, alışıldık köy yolunda ilerleyerek amaçlanan yerde durdu. Bayan McGillicuddy arabadan inerek taşlı bahçe yolundan eve doğru ilerledi. Şoför valizleri ve paketleri yaşlıca bir hizmetçinin açtığı kapıdan içeri bıraktı. Bayan McGillicuddy ise antreyi geçerek, doğruca ev sahibinin onu beklediği, açık salon kapısına ilerledi. Ev sahibi yaşlı, zayıf, narin bir bayandı.

“Elspeth!”

“Jane!”

Sarılıp, öpüştüler ve Bayan McGillicuddy herhangi bir hal hatır sormaya ya da dolambaçlı söze gerek görmeden hemen konuya girdi.

“Oh, Jane!” diye haykırdı. “Bir cinayete tanık oldum!”

Bölüm 2

Annesinden ve büyükannesinden öğrendiği kurallara göre, gerçek bir hanımefendinin hiçbir şekilde paniğe kapılmaması ya da heyecanını, şaşkınlığını belirtmemesi gerekmesi nedeniyle Miss Marple arkadaşını yalnızca kaşlarını kaldırarak ilgiyle süzdükten sonra, hafifçe başını salladı ve konuşmaya başladı.

“Senin açından çok tatsız ve olağandışı bir olay, Elspeth! Bence olanları hemen anlatsan iyi olacak.”

Zaten Bayan McGillicuddy’nin yapmak istediği de buydu. Ev sahibinin ateşe biraz daha yaklaşma önerisini memnuniyetle kabul ederek, şöminenin karşısına oturdu ve eldivenlerini çıkarırken heyecanla anlatmaya başladı.

Miss Marple anlatılanları can kulağıyla dinliyordu. Sonunda Bayan McGillicuddy biraz soluklanmak için ara verdiğinde Miss Marple kararlılıkla söze karıştı.

“Sanırım şu anda en iyisi senin yukarı çıkarak, şapkanı çıkarıp elini yüzünü yıkayıp kendine gelmen olacak, sevgili dostum. Daha sonra da akşam yemeğine otururuz. Yemek sırasında bu konudan bahsetmememizi özellikle önermek istiyorum. Yemekten sonra konuyu ele alır, tüm bakış açılarından irdelemeye çalışırız.”

Bayan McGillicuddy de bu öneri konusunda hemfikirdi. İki hanım akşam yemeği sırasında değişik açılardan yaşam —tabi St. Mary Meadden görülebildiği kadarıyla— konusunda derin bir sohbete daldılar. Miss Marple kilisedeki yeni orgcuya duyulan güvensizlikten, eczacının karısının karıştığı yeni skandaldan ve okuldaki öğretmenlerle köy yönetimi arasındaki gerginlikten bahsetti. Daha sonra iki hanım Miss Marple’ın ve Bayan McGillicuddy’nin bahçelerindeki çiçeklerden konuşmaya başladılar.

Masadan kalktıkları sırada Miss Marple anlatmayı sürdürüyordu. “Yediveren gülleri gerçekten gizemli, anlaşılmaz bitkiler” diye açıkladı. “Ya çok gelişiyorlar ya da hiç. Ama bir tutarlarsa, öyle gelişiyorlar ki neredeyse ömürlük oluyorlar. Üstelik günümüzde o kadar gelişmiş, o kadar muhteşem türleri var ki.”

Yeniden şöminenin karşısına geçtiler. Miss Marple köşedeki büfeden iki ayaklı Waterford kristal kadeh ve başka bir dolaptan da bir şişe çıkardı.

“Bu akşam kahve içmemenin daha doğru olacağını düşünüyorum, Elspeth” dedi gülümseyerek. “Zaten çok gerginsin (buna şaşmamak gerek!) ve bu durumda uyuman çok zor. Bundan dolayı sana bir kadeh çuhaçiçeği şarabımdan ve daha sonra da belki bir papatya çayı içmeni önereceğim.”

Bayan McGillicuddy’nin bu teklifi kabul etmesinin ardından Miss Marple şarap kadehini doldurup uzattı.

Bayan McGillicuddy kadehinden bir yudum aldı ve, “Jane” diye söze başladı. “Umarım bütün bunları uydurduğumu ya da düş gördüğümü sanmıyorsun?”

“Kesinlikle hayır!” diye yanıtladı Miss Marple içtenlikle.

Bayan McGillicuddy rahat bir nefes alarak ekledi. “Trendeki kondüktör söylediğim tek bir sözcüğe bile inanmamışa benziyordu. Çok nazik davrandı ama yine de…”

“Korkarım bu şartlar altında bunu doğal karşılamalıyız, Elspeth. Bu tuhaf, aslına bakılırsa tamamen olağandışı bir öykü gibi görünüyor. Ayrıca sen onun için bir yabancısın. Bana gelince, ben, gördüğünü söylediğin her şeyi aynen gördüğünden kesinlikle eminim. Gerçi bütün bunlar olağandışı, ancak kesinlikle olanaksız değil. Bir defasında yanımızdan geçen trendeki bir ya da iki kompartımanda olanları nasıl yanımdaymışçasına canlı ve yakın gördüğümü çok iyi anımsıyorum. Küçük bir kız çocuğu oyuncak ayısıyla oynarken birden bunu kompartımanın köşesinde uyuklayan şişman bir adama fırlatmıştı. Adam korku ve öfkeyle yerinden sıçramış, kompartımandaki diğer yolcular pis pis sırıtmışlardı. Bütün bunlar bugün hâlâ gözümün önünde, hatta olaya karışanları bugün bile teker teker kıyafetlerine varana dek tanımlayabilirim.”

Bayan McGillicuddy memnuniyetle başını salladı.

“Aynen öyle.”

“Adamın sana sırtının dönük olduğunu söylüyorsun. Öyleyse yüzünü görmedin.”

“Hayır.”

“Peki ya kadın? Onu tanımlayabilir misin? Genç miydi yoksa yaşlı mı?”

“Oldukça genç. Otuz, otuz beş yaşlarında olduğunu sanıyorum. Daha kesin bir şey söyleyemeyeceğim.”

“Peki güzel miydi?”

“Bunu da bilemeyeceğim. Yüzü acıdan kasılmıştı ve…”

Miss Marple hemen sözünü kesti.

“Tabi, anlıyorum. Peki üzerindeki giysiler nasıldı?”

“Kürklüydü, açık renkli bir kürk manto giymişti. Şapkası yoktu. Sarı saçlıydı.”

“Peki adamla ilgili olarak dikkatini çeken, anımsadığın bir şey yok mu?”

Bayan McGillicuddy yanıt vermeden önce bir süre dikkatle düşündü.

“Uzun boylu biriydi… sanırım esmerdi. Kalın, yünlü bir palto giymişti, bu açıdan yapısı hakkında kesin bir şey söyleyemeyeceğim.” Sıkıntıyla başını öne eğerek ekledi. “Sanırım pek fazla yardımcı olamadım.”

“Hiç yoktan iyi” diyen Miss Marple kısa bir sessizlikten sonra ekledi. “Kızın gerçekten öldüğünden emin misin?”

“Kesinlikle eminim. Dili dışarı sarktı ve… bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum…”

“Elbette, haklısın, konuşmamalısın.” Miss Marple heyecanla atıldı. “Yarın sabah bu konuda daha çok şey biliyor olacağız.”

“Yarın sabah mı?”

“Elbette. Hiç kuşkusuz gazetede bununla ilgili bir haber çıkacaktır. Bu adam kadını boğup öldürdükten sonra, ceset ne oldu? Ne yapmış olabilir? Büyük olasılıkla treni ilk istasyonda terk etmiştir. Şey, tren koridorlu muydu?”

“Kompartımanlıydı.”

“Öyleyse uzağa giden trenlerden biri değildi. Sizinki gibi bu tren de Brackhampton’da durmuş olmalı. Diyelim ki adam cesedi bir köşeye sıkıştırıp cesetin yüzünün görülmemesi için kürk paltoyla yakasını iyice kapadıktan sonra Brackhampton’da trenden indi. Evet, bence böyle yapmış olmalı! Ama bu durumda da cesedin çok kısa bir süre sonra bulunmuş olması gerekirdi. Sanırım yarın sabah gazeteler trende boğularak öldürülmüş bir kadın cesedinin bulunduğu haberleriyle dolu olacak. Göreceğiz.”