“Ağabeyiniz Harold tam olarak söyleyebildi.”
“Harold için bu mümkün olabilir. Ama Alfred için olanaksız.” Ve kıskançlık kokan bir tonda ekledi. “Harold ailenin en başarılı ferdidir… çalışkan, yararlı ve daima meşgul… her şey için zamanı vardır ve her şey onun için zamanında olmalıdır. Onun… diyelim ki bir cinayet işleyecek olsa… zamansal olarak her dakikanın planlamış olacağından emin olabilirsiniz.”
“Böyle bir örnek vermek için özel bir nedeniniz var mı?”
“Yo hayır. Bilmem öyle aklıma geldi işte. Saçma bir örnek!”
“Neyse size dönelim.”
Alfred ellerini çaresizlik içinde iki yana açtı.
“Dediğim gibi zamanları ve yerleri anımsamakta çok yetersizim. Eğer Noel demiş olsaydınız belki bir şeyler anımsayabilirdim, o zaman hiç değilse bir dayanak noktam olurdu. Örneğin, Noel’i nerede geçirdiğimi anımsıyorum; Brackhampton’da babamla birlikteydim. Niçin orada geçirdiğimi ise doğrusunu söylemek gerekirse bilmiyorum. Bütün gün bizim yüzümüzden katlanmak zorunda kaldığı masraflar nedeniyle küfrediyor… ama gitmesek de onu ziyaret etmememize bozularak yine arkamızdan küfrediyor. Aslına bakarsanız bu ziyaretleri yalnızca kız kardeşimizin hatırına yapıyoruz.”
“Bu kez de öyle mi oldu?”
“Evet.”
“Ve babanız yine büyük bir şanssızlık eseri hastalandı, değil mi?”
Craddock bilinçli olarak konuyu başka bir yöne çekerek, mesleki açıdan ona yarar sağlayacak bir konuşmaya zemin hazırlıyordu.
“Evet, hastalandı. Muhteşem bir varlığın ortasında cimrilikten serçe kadar yemekle beslenmeye alışmış biri olarak, birden çatlayana kadar yiyip içince sonucun böyle olması kaçınılmaz.”
“Hepsi bu kadar mı, sahiden öyle mi?”
“Tabi. Başka ne olabilir ki?”
“Ama duyduğuma göre… doktoru bu konuda çok endişelenmiş.”
“Quimper mi… ihtiyar bunak!” Alfred hızlı ve küstah bir tavırla konuşuyordu. “Onu boş verin, müfettiş, dinlemeye bile değmez. Panik yaratmaktan başka işi yok.”
“Sahi mi? Bana çok aklı başında bir insan gibi görünmüştü.”
“O gerçek bir aptal! Babam hastalıklı bir ihtiyar değil, kalbinde de hiçbir sorunu yok ama yine de Quimper’in önerilerine kelimesi kelimesine uyuyor. Babam kendini kötü hissedip de ortalığı birbirine katınca, Quimper de yaygara koparıp, telaşla oradan oraya koşuşturup, ne yedi ne içti filan gibi sorular sordu. Bütün bu olanlar çok gülünçtü.” Alfred alışılmadık derecede heyecanlı görünüyordu. Craddock bilinçli olarak bir iki dakika kadar sessiz kaldı. Alfred ise huzursuzluktan kıpır kıpırdı; müfettişi kısa bir süre merakla süzdükten sonra sinirli bir halde sordu.
“Bütün bunlar ne anlama geliyor? İki ya da üç hafta önceki bir cuma gününde ne yaptığımı öğrenmek istemenizin anlamı ne?”
“Ah, demek o günün cuma olduğunu anımsıyorsunuz?”
“Bunu siz söylememiş miydiniz?”
“Belki” diyen Müfettiş Craddock ekledi. “Benim özellikle öğrenmek istediğim de bu 20 Aralık Cuma günü ne yaptığınız?”
“Niçin?”
“Sıradan bir soruşturma!”
“Saçmalık. Kadınla ilgili yeni bir şey öğrenebildiniz mi? Nereden gelmiş?”
“Bu konudaki bilgilerimiz henüz yetersiz.”
Alfred, müfettişi kuşkuyla süzdü.
“Emma’nın bu kadının ağabeyim Edmund’un dul karısı olabileceğine ilişkin çılgınca varsayımlarının sizi yanıltmadığını umarım. Bu tam anlamıyla saçmalık!”
“Yani… bu Martine denilen kadın size başvurmadı mı?”
“Bana mı? Aman Tanrım, hayır. Bu çok komik olurdu.”
“Onun ağabeyiniz Harold’a başvurmasının daha doğru olacağını mı düşünüyorsunuz?”
“Olabilir. Onun adı sık sık gazetelerde çıkıyor. Durumu da iyi! Şansını ona başvurarak araması beni çok şaşırtmazdı doğrusu. Ancak bir şey alamadığı kesin! Harold da bizim ihtiyar kadar eli sıkıdır! Emma ailenin en duygusal, en iyi kalpli insanı, ayrıca Edmund onu çok severdi. Ama yine de, Emma da kolay kanan bir insan değildir. O da bu kadının bir dolandırıcı olması ihtimalinin bilincindeydi. Bu açıdan kadının ziyareti sırasında bütün ailenin bir arada olmasını istedi… ayrıca dik başlı avukatın da!”
“Çok akılcı” diye belirtti Craddock. “Bu buluşma için bir gün belirlenmiş miydi?”
“Noel’den sonrası için düşünülmüştü… 27’si ile biten hafta sonu…” Birden sustu.
“Aha!” dedi Craddock neşeyle. “Demek bazı tarihlerin sizin için yine de anlamı var.”
“Size söylemiştim… kesin bir tarih belirlenmemişti.”
“Ama bu konuyu konuşmuştunuz, değil mi? Ne zaman?”
“Bunu size istesem de söyleyemem, çünkü anımsamıyorum.”
“Tabi bana 20 Aralık günü ne yaptığınızı da söyleyemiyorsunuz, değil mi?”
“Üzgünüm, hafızam çok zayıf.”
“Randevu defteriniz yok mu?”
“Öyle şeylere gerek duymuyorum.”
“Noel’den önceki cuma… bunu anımsamak çok zor olmamalı.”
“Bir ara ticari ortaklık kuracağım biriyle golf oynamıştım” diyen Alfred hayır anlamında başını salladı. “Hayır, bu daha önceki bir haftadaydı. Büyük olasılıkla etrafta dolanıp durduğum günlerden biriydi. Zamanımın büyük bir çoğunluğunda başka bir şey yapmıyorum zaten. Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki en iyi iş ilişkiler barlarda kurulur.”
“Komşularınız ve de dostlarınız size bu konuda yardımcı olabilirler mi?”
“Belki. Onlara sorarım. Elimden geleni yapacağım.” Alfred kendine güvenini kazanmıştı.
“Gerçi size sorduğunuz günde ne yaptığımı söyleyemiyorum ama…” dedi. “Ama ne yapmadığımı söyleyebilirim. Uzun Ambar’da kimseyi öldürmedim.”
“Bunu söylemeye niçin gerek gördünüz, Bay Crackenthorpe?” “Oyun oynamayın, sayın müfettiş. Bu cinayet olayını soruşturuyorsunuz, öyle değil mi? ‘Şu gün şu saatle şu saat arasında neredeydin, ne yapıyordun?’ diye sormaya başladığınıza göre olayları belirli bir çerçeveye oturtmaya başladınız. Bu 20 Aralık Cuma günü öğlen yemeğiyle gece yarısı arasındaki sürenin sizin açınızdan niçin bu kadar önemli olduğunu bilmek isterdim? Bu kadar uzun bir süre sonra kesin bir tıbbi zaman tespitinin yapılmış olması olanaksız. Yoksa o gün öğleden sonra maktulün gizlice ambara girdiğini gören birini mi buldunuz? İçeri girmiş ama sonra çıktığını gören olmamış, filan?… Durum böyle mi?”
Bir çift siyah gözün merakla onu süzmesine rağmen, eski ve deneyimli bir kurt olan müfettiş soğukkanlılığını hiç bozmadan samimiyetle yanıt verdi.
“Korkarım bu konuda henüz tam bir çıkmazdayız.”
“Polisler neden hep böyle ketum olurlar?”
“Yalnızca polisler değil, Bay Crackenthorpe. Öyle sanıyorum ki kendinizi biraz zorlasanız o cuma öğleden sonra ne yaptığınızı anımsayabileceksiniz. Tabi bu konuda susmak için yeterli nedenleriniz olabilir…”
“Bu oyuna gelmeyeceğim, müfettiş. O gün ne yaptığımı anımsayamamamın beni şüpheli hem de çok şüpheli bir duruma düşürdüğünün bilincindeyim, ama anımsayamıyorum ve bunu değiştirmek de elimde değil!… Hepsi bu kadar işte. Ama bir dakika! O hafta Leeds’teydim… belediyenin yakınındaki bir otelde kalmıştım… adının ne olduğunu anımsamıyorum, ama bunu kolayca bulabiliriz. Cuma gününü orada geçirmiş olabilirim.”
“Bunu inceleyeceğiz” dedi müfettiş sakin bir tonda. Ayağa kalktı. “Daha fazla yardımcı olamamanıza gerçekten üzüldüm, Bay Crackenthorpe.”