Выбрать главу

“Cinayeti işleyen kişiyi gördüğünüz takdirde, onu tanıyabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?” diye sordu Lucy şaşkınlıkla.

“O kadar ileri gidemem, canım! Kişi daima varsayımlar ileri sürmeye eğilimlidir ve cinayet gibi ciddi bir konuda varsayımlarda bulunmak kişiyi inanılmayacak derecede yanıltabilir. Yapılması gereken olaya karışmış olan —ya da karışmış olabilecek— kişileri gözlemlemek ve onların kimi anımsattıklarını düşünmektir.”

“Cedric ve banka müdürü gibi mi?”

Miss Marple Lucy’nin sözlerini düzeltti.

“Banka müdürünün oğlu, tatlım. Bay Eade’nin kendisi belki biraz Bay Harold’a benziyordu —çok tutucu bir insandı— ama sanırım parayı biraz fazla seviyordu. Bunun dışında skandallardan uzak kalmak için çok zor yollara başvurabilecek bir insandı.”

Craddock gülümseyerek sordu.

“Ya Alfred?”

“Araba tamirhanesindeki Jenkins’e benziyor” diye yanıtladı Miss Marple bir an bile düşünmeye gerek duymadan. “Gerçi Jenkins’in oradaki aletlerin hiçbirini çaldığı söylenemezdi ama yine de bozuk bir krikoyu yenisiyle değiştirmekte de hiç sakınca görmezdi. Aküler konusunda da pek dürüst değildi sanırım… ancak yine de bu konulardan pek anladığımı söyleyemem. Yalnızca Raymond’un günün birinde oraya gitmekten vazgeçip, Milchester sokağındaki bir tamirhaneye gitmeye başladığını biliyorum. Emma’ya gelince” diye dalgın bir şekilde ekledi. “Bana inanılmayacak kadar Geraldine Webb’i anımsatıyor. Daima sessiz ve dikkat çekmeyecek kılık kıyafetteydi o da! Sürekli yaşlı annesinin dizinin dibinde yaşıyordu. Sonra hiç beklenmedik bir anda annesi ölüp de Geraldine kendi kararlarıyla harcayabileceği ufak bir servetin sahibi olunca, saçlarını kestirdi, perma yaptırdı ve bir gemi yolculuğuna çıktı. Geri döndüğünde çok hoş bir avukatla evlenmişti. İki çocukları oldu.”

Kişiler arasındaki paralellik çok belirgindi. Lucy kendini tutamayarak sordu. “Sizce Emma’nın halen evlilik yapma şansı olduğunu söylemeniz doğru oldu mu? Ağabeyleri bundan çok rahatsız olmuşa benziyorlardı.”

Miss Marple başıyla onayladı.

“Evet” dedi. “Erkekler böyledir işte! Ağaçlara bakarken önlerindeki ormanı görmezler. Sanırım siz bu olasılığı düşünmemiştiniz.”

“Hayır!” diye açıkladı Lucy. “Böyle bir şey hiç aklıma gelmedi. İkisi de bana göre…”

“Yaşlı mı görünüyorlardı?” diye sordu Miss Marple gülümseyerek. “Sanırım Dr. Quimper, şakaklarındaki saçları ağarmış olsa da henüz kırk yaşlarında ve düzgün bir ev yaşamının özlemini duyuyor. Emma Crackenthorpe da henüz kırkında değil, evlenmek ve aile kurmak için hiç de yaşlı sayılmaz. Eğer yanlış duymadıysam doktorun eşi doğum yaparken çok genç yaşta ölmüş.”

“Sanırım bu doğru. Emma kısa bir süre önce bundan bahsetmişti.”

“Çok yalnızlık çekiyor olmalı” dedi Miss Marple. “Başarılı ve çok çalışan bir doktorun yanı başında bir kadına her zaman ihtiyacı vardır… sempatik, anlayışlı, ancak çok genç olmayan birine!”

Lucy gülümseyerek neşeyle sordu. “Burada bir cinayeti mi aydınlatmaya çalışıyoruz yoksa çöpçatanlık mı yapıyoruz, tatlı bayan?”

Miss Marple’ın gözleri ışıldadı.

“Korkarım biraz fazla romantik biriyim. Yaşlı evde kalmış bir kız olmamın etkisi herhalde! Biliyor musunuz sevgili Lucy, bana göre, yaptığımız anlaşmayı başarıyla tamamladınız. Yeni işinize başlamadan yurtdışına bir yolculuk yapmayı planlıyorsanız, şu an tam sırası!”

“Rutherford Hall’dan ayrılmak mı? Asla! Kendimi bu konuya tam anlamıyla kaptırdım. Kendimi bir çeşit av köpeği gibi hissediyorum. Tıpkı evdeki çocuklar gibi! Onlar da bütün zamanlarını ipucu peşinde koşarak geçiriyorlar. Daha dün çöp kutularını karıştırdılar. Gerçekten iğrenç… üstelik neyin peşinde olduklarını da bilmiyorlar. Eğer bir gün zafer çığlıkları içinde, ellerinde, ‘Martine eğer hayatına değer veriyorsan Uzun Ambar’dan uzak dur!’ yazılı bir kâğıtla çıkagelirlerse, bunu benim onlara acıdığım için yazıp domuz ağılının bir köşesine saklamış olduğumu düşünmelisiniz, sayın müfettiş.”

“Niçin domuz ağılına, tatlım?” diye sordu Miss Marple. “Orada hâlâ domuz besliyorlar mı?”

“Yo hayır. Bundan çok uzun bir süre önce vazgeçmişler. Ama… ben arada sırada oraya gidiyorum da!”

Lucy bilinmeyen bir nedenle kızarmıştı. Miss Marple şimdi onu farklı bir ilgiyle süzüyordu.

“Şu anda evde kimler var?” diye sordu Craddock.

“Cedric evde kalıyor; Bryan da hafta sonunu orada geçirecek. Harold ve Alfred yarın gelecekler. Bu sabah telefon ettiler. Sizin onları herhangi bir şekilde tedirgin ettiğiniz izlenimine kapıldım, Müfettiş Craddock.”

Craddock gülümsedi.

“Onları biraz yokladım da! 20 Aralık Cuma öğleden sonrası ile gece yarısı arasında nerede olduklarını sordum.”

“Peki kesin bir yanıt verebildiler mi?”

“Harold evet. Alfred hayır… kim bilir, belki de bunu özellikle yapmak istemedi.”

“Tanık bulmak çok zor olsa gerek” dedi Lucy. “Belirli bir tarih, yer ve zamanı! Tabi söylediklerinin doğruluğunu teyit etmek de!”

“Biraz zaman alır. Sabırla beklemek gerek, ama bizim de bunu başarabilecek kendimize özgü yöntemlerimiz var tabi.” Saatine baktı. “Aslında ben de Cedric’le konuşmak için Rutherford Hall’a gelmek istiyordum, ama önce Dr. Quimper’e uğramalıyım.”

“Evet tam zamanı. Muayene saat on sekizde başlıyor, ama doktorun işi yarım saatte sona eriyor. Ben de artık dönüp akşam yemeğini hazırlamalıyım.”

“Size de bu konuda bir sorum olacaktı Bayan Eyelesbarrow? Aile Martine konusunu nasıl karşıladı?”

Lucy bir an bile tereddüt etmeden yanıtladı.

“Size bu konudan bahsettiği için hepsi Emma’ya çok kızdı. Tabi onu bu konuda teşvik eden Dr. Quimper’e de. Harold ve Alfred mektubun düzmece olduğuna ve bunun bir dolandırıcılık olayından başka bir şey olmadığına inanıyorlar. Emma bundan tam olarak emin değil. Cedric’e gelince, bu işte bir yalan ve aldatma kokusu seziyor ama diğerleri kadar ciddiye almıyor. Bryan ise mektubu yazanın gerçek Martine olduğuna neredeyse emin!”

“Peki ama niçin?”

“Ah, Bryan öylesine biri işte. Her şeyi göründüğü şekilde kabullenmeye hazır. Onun Edmund’un karısı —ya da daha doğrusu dul eşi— olduğuna ve Fransa’ya döndüğüne inanıyor. Er ya da geç ondan yeni bir haber çıkacağını düşünüyor. Şu ana kadar bir mektup ya da haber almamış olmalarını ise çok doğal karşılıyor, çünkü kendisi de mektup yazmaktan nefret ediyormuş. Bryan sevimli bir insan! Sürekli şımartılıp gezmeye çıkarılmak isteyen bir köpek gibi!”

“Peki sen onu gezmeye çıkardın mı tatlım?” diye sordu Miss Marple. “Örneğin domuz ağıllarına doğru?”

Lucy, ona sert bir bakış attı.

“Eve girip çıkan o kadar çok centilmen var ki!” diye mırıldandı Miss Marple düşüncelere dalmış bir halde.

Miss Marple centilmen sözcüğünü kullandığı zaman buna Victoria devrinin özlemini katardı; geçmiş zamana duyulan bir özlemi dile getirirdi. Bunlar sinek kaydı tıraşlı, (büyük olasılıkla kaytan bıyıklı) iri yapılı, bazen çapkın ve acımasız ama her zaman kusursuz birer salon erkeği olan tiplerdi.

“Çok güzel bir kızsınız” dedi Lucy’yi süzerek. “Rutherford Hall’da tüm dikkatleri üzerinize çektiğinizi düşünüyorum, yanılmıyorum değil mi?”

Lucy yeniden kızardı. Çeşitli anılar kafasında birbirini izliyordu. Domuz ağılının duvarına yaslanan Cedric. Melankolik bakışlarıyla mutfak masasının üzerine oturan Bryan. Kahve fincanlarını toplarken yardım bahanesiyle ona dokunan Alfred.