“Hımm, evet… öyle, Miss Crackenthorpe.”
“Ajandama bir göz attım da. Ayın 20’sinde Brackhampton’a kilise restorasyon vakfının toplantısına katılmışım. Toplantı bire çeyrek kala bitti, daha sonra da aynı komitede görevli olduğumuz Lady Adington ve Bayan Bartlett ile Cadena kafeye öğle yemeğine gittik. Öğlen yemeğinden sonra Noel için yiyecek ve armağanları satın almaya çıktım. Greenford’s, Lyall, Swift’s, Boots ve daha başka birtakım dükkanlara uğradım. Beşe çeyrek kala Shamrock pastanesine uğrayarak çay içtim ve trenle gelecek olan Bryan’ı karşılamaya istasyona gittim. Saat altı sularında tekrar evdeydim. Döndüğümde babamın canı çok sıkkındı. Onun için yemek hazırlayıp bırakmıştım ama öğleden sonra gelip çay servisi yapması gereken Bayan Hart gelmemiş, bu da onu kızdırmıştı. O kadar öfkelenmişti ki kendini odasına kapamıştı, hatta oraya girip onunla konuşmama bile fırsat vermedi. Aslında öğleden sonraları dışarı çıkmamdan hiç hoşlanmıyor ama ben de bazen bunu özellikle yapıyorum.”
“Bu çok akıllıca bir davranış, Miss Crackenthorpe. Teşekkürler.”
Neredeyse ona 1.70 boyunda bir kadın olarak o gün öğleden sonra yaptıklarının önem taşımadığını söyleyecekti. Ancak bunu yapmayarak, sordu.
“Bildiğim kadarıyla diğer iki ağabeyiniz daha sonra geldiler, öyle değil mi?”
“Alfred cumartesi akşam geldi. Cuma öğleden sonra telefonla aradığını ancak dışarıda olduğum için ulaşamadığını söyledi… babamsa öfkeli olduğu zaman asla telefona bakmaz. Ağabeyim Harold ise tam Noel akşamı geldi.”
“Teşekkürler, Miss Crackenthorpe.”
“Belki bunu sormam doğru değil ama müfettiş…” Emma aklındakini sormaktan çekiniyordu. “Ne gibi yeni olaylar sizi bu tür bir araştırma yapmaya yöneltti?”
Craddock cebindeki albümü çıkardı. Parmaklarının ucuyla zarfı aldı.
“Lütfen ellemeyin, bu zarf size tanıdık geliyor mu?”
“Ama…” Emma müfettişi şaşkın bakışlarla süzüyordu. “Bu benim el yazım. Bu benim Martine’e yazdığım mektup.”
“Ben de öyle düşünmüştüm.”
“Peki ama onu nereden buldunuz? O mu? Onu buldunuz mu?”
“Olabilir, bulmuş olabiliriz. Bu boş zarf burada bulundu.”
“Evde mi?”
“Bu arazide.”
“Öyleyse… o buraya geldi. O… Yani sizce… Martine burada mıydı… Lahitteki o muydu?”
“Öyleye benziyor” dedi Müfettiş Craddock nezaketle.
Şehre döndüğünde bu düşüncesi daha da güçlendi. Armand Dessin’den gelen bir mesaj onu bekliyordu.
“Anna Stravinska’nın bir arkadaşı ondan bir posta kartı almış. Dünya seyahati öyküsü sanırım doğru! Jamaika’ya varmış ve çok eğleniyormuş… sizin deyişinizle… muhteşemmiş.”
Craddock bu mesajı kırıştırarak, çöp kutusuna attı.
“Haydi dostum, hak ver!” Alexander yatağına oturmuş, düşünceli bir halde elindeki çikolatalı gofreti kemiriyordu. “Bugün gerçekten olağanüstü bir gündü. Gerçek bir delil bulmayı başardık!”
Övünç dolu bir sesle ekledi.
“Aslında tatilin tamamı muhteşemdi. Böyle bir şeyi ikinci kez yaşayabileceğimizi sanmıyorum.”
“Umarım böyle bir şeyi ikinci kez yaşamam!” dedi Alexander’in valizini toplamak için eğilmiş olan Lucy. “Tüm bu uzaya ilişkin bilimkurgu romanlarını götürecek misin?”
“En üstteki iki tanesini hayır. Onları okudum. Ama futbol topumu, futbol ayakkabılarımı ve lastik çizmelerimi özel olarak yanıma almak istiyorum.”
“Sizin gibi erkek çocukların yolculuk etmesi ne kadar zor!”
“Ziyanı yok. Bizi karşılamaya Rolls Royce gelecek. Çok mükemmel bir Rolls arabaları var. Ayrıca bir tane de yepyeni Mercedes Benz.”
“Çok zengin olmalılar.”
“Para içinde yüzüyorlar. Çok iyi insanlar. Ama yine de burada kalmayı tercih ederdim. Başka bir ceset daha bulunabilir.”
“Umarım öyle bir şey olmaz.”
“Neyse, kitaplarda genellikle öyle olur da! Bir şey duyan ya da gören biri ortaya çıkınca genellikle o da susturulur. Hatta bu sen bile olabilirsin” diye ekledi ikinci bir gofreti daha mideye indirirken.
“Ya öyle mi, teşekkürler. Almayayım!”
“Ben de böyle bir şeyin olmayacağını umarım” diye belirtti Alexander gülümseyerek. “Sizi çok seviyorum, Stoddart da öyle. Dünyanın en iyi aşçısı olduğunuzu söyleyebilirim. Yaptığınız yemekler tek kelimeyle enfes! Bunun dışında da çok akıllı ve zeki bir kadınsınız.”
Bu son sözcükler içten bir övgünün ifadesiydi. Lucy de bunu aynı şekilde algılayarak, gülümsedi.
“Çok teşekkür ederim. Ama yine de sırf senin hoşnut olman için cinayete kurban gitmeye hiç niyetim yok.”
“Anlıyorum, ama yine de ne olur dikkatli olun” diye yineledi Alexander.
Kısa bir ara verip biraz daha gofret yedikten sonra kayıtsız bir ifadeyle sordu.
“Babam arada sırada geldiği zaman onunla ilgilenirsiniz, değil mi?”
“Evet, tabi” dedi Lucy biraz şaşırarak.
“Babamın sorunu” diye açıkladı Alexander. “Londra’daki yaşama ayak uyduramıyor, daima yanlış kadınlarla karşılaşıyor.” Endişeyle başını salladı.
“Onu çok seviyorum” diye ekledi. “Ama onun kendisiyle ilgilenecek birine ihtiyacı var. Başkalarının etkisinde kalıyor ve yanlış insanlarla dostluk kuruyor. Annemin bu kadar erken ölmüş olması çok kötü! Bryan’ın gerçek bir yuvaya gereksinimi var.”
Lucy’yi anlamlı bakışlarla süzerek bir çikolatalı gofret aldı.
“Hayır, üç tane yeterli, Alexander” diye uyardı Lucy. “Hastalanacaksın!”
“Sanmam. Bir defasında tam altı taneyi arka arkaya yedim ve bir şey olmadı. Midem o kadar hassas değil.” Kısa bir süre sustuktan sonra birden ekledi.
“Bryan sizden hoşlanıyor. Biliyorsunuz değil mi?”
“Bu hoş bir şey.”
“Birçok açıdan eşeğin tekidir” dedi Bryan’ın oğlu. “Ama çok iyi bir savaş pilotuydu. İnanılmayacak kadar cesurdur. Ayrıca çok da iyi niyetlidir.”
Sustu. Gözlerini yer döşemesine dikip düşünceli bir halde mırıldandı.
“Biliyor musunuz, bence… gerçekten… onun yeniden evlenmesi çok iyi olacak… aklı başında, iyi bir kadınla… ben kendi adıma üvey anneye karşı değilim… özellikle de doğru dürüst biri olduktan sonra…”
Lucy panik içinde Alexander’in sözü nereye getirmek istediğinin farkına vardı.
“Bütün bu üvey anne safsataları” diye ekledi Alexander bakışlarını yerden kaldırmadan. “Gerçekte günümüz için tamamen anlamsız. Stoddart ve ben ayrılık veya bunun gibi nedenlerle üvey anneleriyle yaşayan bir sürü çocuk tanıyoruz. Hepsi çok iyi anlaşıyorlar. Tabi konu üvey annenin kişiliğine de bağlı. Aslında bir spor turnuvasında ya da seni gezmeye çıkarmaya geldiklerinde biraz tuhaf oluyor ama… İki çift ebeveyninin olmasını kastediyorum. Diğer yandan paraya ihtiyaç duyduğunda da bu durum çok yararlı olabiliyor.” Sustu ve modern yaşamın sorunları üzerinde kısaca düşündü. “En iyisi insanın bir yuvası ve kendi anne babasının olması ama… annem öldüğüne göre… ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi? Önemli olan aklı başında bir kadın” diye yineledi Alexander üçüncü kez.
Lucy duygulanmıştı.
“Senin çok akıllı bir çocuk olduğunu düşünüyorum, Alexander” dedi. “Baban için iyi bir kadın bulmaya çalışmalıyız.”
“Doğru” dedi Alexander ama yorum yapmadı.
Sonra umursamaz bir tavırla ekledi.
“Sanırım bunu ilk ben dile getirdim. Bryan sizden çok hoşlanıyor. Bunu kendisi de söyledi ve…”