Выбрать главу

“Olabilir” dedi Harold. Acaba arsenikten bahsetmeli miydi, yoksa bahsetmemeli miydi? Ancak Alice’e bakınca bunu yapmamaya karar verdi. Alice’in dünyasında arsenik zehirlenmelerine yer olmadığını hissediyordu. Bu onun için yalnızca gazetelerde, dergilerde okunacak bir şeydi. Onun ya da ailesinin başına gelecek bir şey değildi. Ama Crackenthorpe ailesinin başına gelmişti işte…

Odasına çıkarak akşam yemeği için hazırlanmadan önce bir iki saat kadar uzandı. Eşiyle baş başa geçirdiği akşam yemeğinde konuşulan konular genel anlamda hep aynıydı. Nazik, tekdüze! Saint-Raphael’deki tanıdıklardan ve arkadaşlarından söz ettiler.

“Antredeki etajerin üzerinde sana küçük bir paket gelmiş” dedi Alice.

“Öyle mi? Görmedim.”

“Harold, biri bana ahırda ya da ambarda bulunan, cinayete kurban gitmiş bir kadın cesedine ilişkin inanılmayacak bir şeyler anlattı. Olayın Rutherford Hall’da meydana geldiğini söyledi. Sanırım yanılıyor, bu başka bir Rutherford Hall olmalı, öyle değil mi?”

“Hayır” dedi Harold. “Doğru. Bizim ambarda bulundu.”

“Sahi mi, Harold? Rutherford Hall’un ambarında bir ceset bulunuyor ve sen bana bundan hiç bahsetmiyorsun. Bu inanılır gibi değil!”

“Ah, buna fırsat bulamadım” dedi Harold. “Hem ayrıca bu çok sıkıcı bir konu. Aslına bakarsan bizimle hiçbir ilgisi yok, ama basına öyle yansıdı işte. Polise ifade vermek zorunda kaldık, filan.”

Alice, “Çok tatsız!” dedi. Bir anlık ilgiyle, “Cesedin kime ait olduğu anlaşıldı mı?” diye sordu.

“Henüz değil.”

“Nasıl bir kadınmış?”

“Kimse bilmiyor. Fransız olduğunu düşünüyorlar.”

“Oh, Fransız mı?” diye soran Alice’in ses tonu sınıf farkı dikkate alınmayacak olursa Müfettiş Bacon’u andırıyordu. “Herkes açısından çok sıkıcı bir şey” diye onayladı.

Yemek odasından çıkarak, yalnız oldukları zamanlarda oturmayı yeğledikleri küçük çalışma odasına geçtiler. Harold kendini oldukça bitkin hissediyordu. Bugün erken yatmalıyım, diye düşündü.

Antreden karısının bahsettiği küçük paketi aldı. Bu özenle sarılıp sarmalanmış küçük bir paketti. Harold şöminenin önündeki her zaman oturduğu koltuğa çökerek, paketi açtı.

Paketin içinden üstündeki etikette “akşamlan iki tablet alınacak” yazılı bir ilaç kutusu çıktı. Kutuyla birlikte Brackhampton’daki eczacının ufak bir notu vardı. Notta “Doktor Quimper’in talimatı üzerine gönderilmiştir” yazıyordu.

Harold Crackenthorpe kaşlarını çattı. Kutuyu açıp tabletlere baktı. Evet, bunlar aldığı tabletlerin aynısıydı. Ancak Dr. Quimper’in artık bunları almasına gerek kalmadığını söylediğinden emindi. Evet kesinlikle artık ilaç almayacağını belirtmişti. “Artık bunlara gerek yok.” Evet, Quimper kesinlikle böyle demişti.

“Ne oldu canım, gelen ne?” diye sordu Alice. “Endişeli görünüyorsun.”

“Ah, yalnızca… birkaç tablet! Akşamlan aldığım tabletlerden. Ama doktorun artık onları almama gerek kalmadığını söylemişti.”

Karısı kayıtsızlıkla yanıtladı.

“Belki de ‘onları almayı unutmayın’ demiştir.”

“Öyle de olabilir” dedi Harold tereddütle.

Karısına baktı. O da ona bakıyordu. Alice’i anlamaya çalışmak daha önce hiç aklına gelmemişti. Bir an için onun ne düşündüğünü bilmek istedi. Ancak bakışları hiçbir şey söylemiyordu. Bakışları boş bir evin pencerelerine benziyordu. Acaba Alice onun hakkında ne düşünüyor, ne hissediyordu? Bir zamanlar ona şık mıydı? Harold öyle olduğunu sanıyordu. Yoksa onunla başarılı olacağına inandığı ve kendi renksiz yaşamından kurtulmak için mi evlenmişti? Böylece Londra’da bir evi ve arabası olmuş, canı istediği anda yurtdışına yolculuk yapma olanağına kavuşmuş ve üzerinde pek bir şeye benzemeyen pahalı giysiler alabilmişti. Genel anlamda doğru bir evlilik yapmış sayılırdı. Harold, acaba o da bu konuyu böyle mi görüyor, diye düşündü. Aslında karısının ondan pek hoşlanmadığı anlaşılıyordu ama o da ondan zaten pek hoşlanmıyordu. Ortak ne bir anıları ne de ilgi alanları vardı. Eğer çocuklan olsaydı, her şey farklı olabilirdi… ama yoktu işte… ailede küçük Edie’nin oğlu dışında kimsenin çocuğu olmaması komikti. Küçük Edie. Acele bir kararla, aptalca bir savaş evliliği yapmış, deli dolu bir kızdı. Onu o zaman uyarmıştı.”

“Bu genç pilotlar” demişti. “Cesaretleriyle, yakışıklılarıyla, hareketli yaşamlarıyla çok çekici ve iyi olabilirler. Ancak barış zamanında yapacak işi olmayacağını bilmelisin. Senin karnını bile doyurmakta zorlanacaktır.”

Edie bunun umurunda bile olmadığını söylemişti. Bryan’a şıktı, o da ona. Hem belki de savaşta şehit olacaktı. Birazcık bir mutluluğa bile hakları yok muydu? Tepelerine her an için bombalar yağarken, geleceği düşünmenin ne anlamı olabilirdi? Ayrıca gelecek konusunda kaygılanmanın o kadar da anlamı olmadığını söylemişti, Edie, nasıl olsa eninde sonunda büyükbabalarının mirasına konacaklardı.

Harold huzursuzluk içinde koltuğunda kıpırdandı. Gerçekten de büyükbabalarının vasiyetnamesi onlar için yüzlerine çarpan bir tokat olmuştu. Hepsini ip üzerinde oynayan cambazlara çevirmişti. Torunlar mutlu olmamışlardı; babalarının ise sinirden kanı beynine sıçramıştı. İhtiyar o olaydan sonra ölmemeye karar vermiş gibiydi. Bu onu kendine daha da özen göstermeye itmişti. Ama nasıl olsa yakında ölecekti. Evet, yakında mutlaka ölmeliydi. Aksi takdirde… Harold birden kendini sorunlarının içinde bularak bunaldı; kendini hasta, yorgun ve bitik hissetti.

Birden Alice’in hâlâ dikkatle ona baktığını fark etti. Onun donuk, düşünceli bakışlarından rahatsız oluyordu.

“Artık yatsam iyi olacak” dedi. “Bugün ilk kez işe gittim.”

“Evet” dedi Alice. “Bu iyi bir fikir. Doktor hiç kuşkusuz işe yavaş yavaş alışıp biraz dinlenmen gerektiğini söylemiştir.”

“Bunu tüm doktorlar söyler” dedi Harold.

“İlaçlarını almayı unutma, canım” diyerek Alice postadan gelen paketi uzattı.

Harold iyi geceler dileyerek, yukarı çıktı. Evet, ilaçlara ihtiyacı vardı. Onları erken kesmek hata olmuştu. Ağzına iki tablet atarak, bir bardak suyla yuttu.

Bölüm 24

“Kimse bu işte benim kadar çuvallayamazdı” dedi Dermot Craddock sıkıntılı bir halde.

Uzun bacaklarını ileri doğru uzatmış, sadık Florence’in biraz fazla eşya ile dolu olan gösterişli salonunda oturuyordu. Bulunduğu ortamla uyum içinde olmadığı belli oluyordu. Son derece yorgun, perişan ve kederliydi.

Miss Marple sakin bir sesle konuşuyor, onun görüşlerine katılmadığını yumuşak bir tavırla belirtiyordu. “Hayır, hayır, çok doğru bir çalışma yaptınız, sevgili oğlum! Gerçekten çok iyi bir çalışma!”

“Ben mi iyi bir çalışma yaptım? Bütün bir ailenin zehirlenmesine fırsat verdim. Alfred Crackenthorpe öldü, şimdi de Harold! Aman Tanrım, neler oluyor burada? Bunu gerçekten bilmek isterdim.”

“Zehirli tabletler” dedi Miss Marple düşünceli bir halde.

“Evet. Aslına bakılırsa dahice. Bunlar adamın daha önce aldıklarının tamamen aynısı. Hatta ilaçlarla beraber ‘Dr. Quimper’in talimatı üzerine’ diye bir not bile gönderilmiş… Quimper onları sipariş etmemiş. Etiket eczacının orijinal etiketi ama eczacının bundan haberi yok. Hayır. İlaç kutusu Rutherford Hall’dan alınmış.”

“Onun Rutherford Hall’dan geldiğini kesin olarak biliyor musunuz?”