Mösyö Piyer For, kuvvetli bir ses ve ukala bir tavırla:
- Ben anlıyorum matmazel, dedi. Ruhun böyle ince elan'larını Kristiyan da şüphesiz çok iyi anlar. Fakat, birdenbire kendisini toplayamadı. Benim bundan çıkardığım netice şudur ki, İstanbul'da iyi bir garp terbiyesi görmüş bir yeni genç kız nesli vardı. Bunlar Loti'nin dezanşante'leri gibi faydasız spleen'lerle kendilerini harap eden nesilden bambaşka bir nesle mensupturlar. Onlar, aksiyon'u boş hayale tercih ediyorlar ve istanbul'daki refah ve saadetlerini bırakarak kendi istekleriyle Anadolu'yu uyandırmaya geliyorlar. Ne güzel, ne ulvi bir feragat numunesi ve benim için ne bulunmaz bir makale mevzuu. Türklerin uyanışından bahsederken müsaadenizle sizin adınızı da zikredeceğim matmazel Feride Çalıkuşu.
Telaşla:
- Kristiyan, kocanın benim adımı gazeteye geçirmesine müsaade edersen seninle dostluğu keserim, dedim.
Piyer For, kendimi saklamak istemek arzumu yanlış anladı:
- Bu tevazu da çok güzel, matmazel, dedi. Sizin gibi bir genç kızın arzularına itaat etmek bir vazifedir. Memleketin hangi bahtiyar mektebinde hoca olduğunuzu sorabilir miyim?
Dedim ya, artık olan olmuştu. Maarif Müdürü'ne döndüm, Türkçe olarak:
- Bendenize teklif ettiğiniz mektep neresiydi? dedim. Çadırlı Köyü'nü buyurmuştunuz galiba... Piyer For, karnesine dayanarak:
- Durunuz, durunuz, dedi. Nasıl söylediniz?.. Çağırh, yoksa Çadırlı? Matmazel, vilayet içindeki gezintilerimiz arasında fırsat bulursak, sizi güzel köyünüzde talebeleriniz arasında ziyaret ederiz.
Maarif Müdürü kıpkırmızı, yerinden kalkmıştı:
- Matmazel Feride Hanımefendi köy muallimliği için ısrar ediyor. Fakat ben, kendisinin merkezdeki Darülmualli-mat'ın Fransızca hocalığında daha büyük hizmetler yapabileceği kanaatindeyim.
Anlamadan yüzüne baktım. Bana Türkçe olarak şu izahatı verdi:
- Fransız mektebi mezunu olduğunuzu ve Fransızca bildiğinizi söylememiştiniz, böyle olunca iş değişti. Şimdi sizi Nezarete inha edeceğim. Emriniz gelinceye kadar vekil olarak çalışırsınız. Yarın sabah işe başlarsınız, olur mu?
Hayatın, bir felaketten sonra daima bir saadet verdiğini, o güzel darbımeselin söylediği gibi, ayın on beşi karanlıksa, on beşinin mutlaka aydınlık olacağını bilmiyor değildim. Fakat, bu mehtabın bu kadar koyu bir karanlıktan, bu kadar umulmaz bir dakikada doğacağını aklıma getiremezdim.
Munise tekrar gözlerimin önüne geldi. Fakat bu sefer bir otel odasında minimini keçisiyle oynayan fakir bir çocuk değil, güzel bir evin çiçekli bahçesinde çember çeviren şık bir küçük hanım gibi.
Ayrıldığımız zaman Kristiyan, beni bir köşeye çekti:
- Feride, sana onu soracağım. Sen nişanlıydın, niçin evlenmedin?
- Cevap vermiyorsun, nişanlın şimdi nerede? Başımı önüme eğdim, gayet yavaş:
- Geçen sonbahar onu kaybettik, dedim. Bu cevap, Kristiyan'a çok tesir etti.
- Nasıl Feride, doğru mu söylüyorsun? dedi. Ah, zavallı Çalıkuşu!... Hangi rüzgârın seni buraya attığını şimdi anlıyorum.
Sımsıkı bileklerimi tutan elleri titriyordu:
- Feride, onu çok severdin, değil mi? Saklama küçüğüm, itiraf etmekten kaçınırdın, fakat herkes bunu bilirdi.
Kristiyan, uzak bir rüyayı takip eder gibi gözleri dalgın, sesi hareketli devam etti:
- Hakkın vardı, onu sevmemek mümkün değildi. Birkaç defa seni görmeye gelmişti O zaman, gördüğümü hatırlıyorum Hiç kimseye benzemeyen bir tavrı vardı. Ne yazık! Sana çok acırım, Feride. Zannederim ki, bir genç kız için sevdiği bir nişanlının ölümünü görmekten büyük felaket olamaz.
*
"Sana çok acırım Feride, bir genç kız için sevdiği bir nişanlının ölümünü görmekten büyük felaket olamaz!" dediği zaman gözlerimi önüme indirerek kapadım: "Doğrusu, hakkın var" dedim. O vaziyette başka ne diyebilirdim7 Fakat ben, sana yalan söyledim Krıstiyan
Ben, bir genç kız için daha büyük bahtsızlıklar da biliyorum. Sevdiği bir nişanlının ölümünü gören genç kızlar zannet- j tiğın kadar acınacak insanlar değillerdir Bir büyük tesellileri vardır onların... Aradan aylar, yıllar geçtikten sonra, bir gece yabancı bir memleketin karanlık ve soğuk bir odasında yalnız kaldıkları vakit, o nişanlının çehresini göz önüne getirmek im-1 kânına maliktirler; "Bu zavallı gözlerin son bakışı benimdi!" de-1 mek hakkına maliktirler. Bu hayalin yüzünü kalplerinin duda-[ ğıyla . Halbuki, ben bu haktan mahrumum Kristiyan!.."
*
Bu sabah B... Darülmaullimatf nda derse başladım. Bura-1 ya galiba çok ısınacağım. Mamafih, Zeyniler'den sonra, burası-] nı beğenmediğimi söylersem esasen ayıp düşer.
Yeni arkadaşlar, görünüşte fena insanlar değil, talebemi yaşça bana yakın, hatta zannederim, bir kısmı benden büyük, | akıllı hanımlar.
Hele Recep Efendi isminde sarıklı bir müdür var ki, ömür. l Mektebe geldiğim vakit Muavine Hanım, beni doğru müdürün odasına götürdü. Recep Efendi'nin idareye gittiğini, neredeyse) geleceğini söyleyerek beklememi rica etti.
Kâh pencereden teneffüs bahçesini seyrederek, kâh duvardaki levhaların karışık yazılarını okumaya çalışarak yarım saate yakın onu bekledim.
Nihayet geldi, yolda bir sağanağa tutulmuş, latası fena halde ıslanmıştı.
Beni odada görünce:
- Hoş geldin.kızım, idareden şimdi haber verdiler. Allah cümlemize mübarek etsin, dedi.
Ağarmış top sakalının çerçevesi içinde yuvarlak yüzü, elma gibi kırmızı yanakları, her bir tarafa bakan şaşı gözleri vardı..
Üstünden akan sulara bakarak:
- Tu, Allah belasını versin, dedi. Şemsiyeyi almayı unutacak olduk. Başımıza bu hal de geldi, akılsız kafanın derdini ayaklar çeker, derler ama, bu seferlik bizim lata çekti. Kusura bakma kızım, ben, biraz kurunacağım.