Выбрать главу

- Kim bu küçükhanım, talebelerimizden mi? diye sordu Arkadaşlarım hep birden bana döndüler. Vasfiye gülerek

- Affedersiniz beyefendi, dedi. Takdim etmeyi unuttuk. Yeni Fransızca muallimimiz Feride Hanım.

Bulunduğum yerden başımla selamladım:

- Büyük bestekârımızı tanıdığıma çok memnun oldum efendim, dedim.

Sanatkârlar böyle cümlelere karşı pek hassas oluyorlar. Beyaz teninde bir pembelik uçtu. Ellerini ovuşturarak boynunu büktü:

- Bendeniz bestekâr sıfatına layık olacak bir1 eser vücuda getirdiğime kanı değilim. Birkaç parça eserimde küçük bir meziyet varsa, o da Hâmıt, Fikri gibi bazı büyük şairlerdeki ilahi melali samimi bir sesle ifade etmesinden ibarettir, dedi.

Hülasa, bu Yusuf Efendi'yi bir ağabey gibi seviyordum.

B 7 Nisan

En büyük bir emelime daha kavuştum. Dünden beri güzel, küçük, temiz bir evim var; bunu bana, Allah razı olsun Hacı Kalfa buldu. Kendi evine iki üç dakikalık mesafede, aynı semtin kenarında üç odalı, minimini, bahçeli, şirin bir evceğiz. Daha iyisi, bunu bana içinin eşyalarıyla beraber kiraladılar.

Munise de, ben de dün çok neşeliydik. Sözde biraz temizlik yapacak, eşyayı düzeltecektik. Ne gezer? Gülmekten, birbirimizi kovalamaktan, alt alta, üst üste boğuşmaktan göz açamadık ki...

Hele biçare Munise, gözlerine inanamıyor, kendisini saraya girmiş zannediyor. Sadece Mazlum -Çoban Mehmet'in verdiği keçinin ismini Mazlum koyduk- bizi epeyce korkuttu. Bu yaramaz, açık kalan mutfak kapısından bahçeye, oradan dereye inen bayıra kaçmış, aşağısı minare boyu var. Allah esirgesin, hafifçe ayağı kayşa doğru dereye düşecek Hoş, bu şeytan mahluklar ayaklarını basacakları yeri benden iyi bilirler ya. Neyse, içeri alıncaya kadar epeyce yürek üzüntüsü çektik.

Evet, evimizden çok memnunuz. Munise, taşlıktaki mavi çinilere ayağını sürüyor duvardaki çiçek resimlerini elleriyle seviyor.

Yalnız.akşamüstleri ortalık kararırken biraz mahzun oluyoruz. Komşu evlere, ellerinde mendillerle babalar, kardeşler geliyor. Bizim kapımızı bu saatlerde hiç kimse çalmayacak; bu daima böyle olacak.

Bu memleketin, öyle güzel bir baharı var ki.. Her taraf yemyeşil. Bahçemde renk renk çiçekler açıyor, odamın pencerelerine sarmaşıklar tırmanıyor. Hele bahçemizin önündeki dik bayır, adeta bir zümrüt çağlayanı Bu dalgalı yeşillik içinde gelincikler, taze yaralar gibi kanıyor Bütün boş günlerimi bu bahçede Munise ile koşmaca oynamak, ip atlamakla geçiriyorum Yorulduğumuz vakit ben, resim yapmaya başlıyorum; Munise, keçsiyle beraber çimenlerin üstüne uzanıyor Resim merakı bende yeniden uyandı. Birkaç günden ben Munise'nin suluboya bir resmiyle uğraşıyordum. Yaramaz kız uslu dursa çabucak bitecek, fakat pozdan pek sıkılıyor. Başında kır çiçeklerinden bir çelenkle, çıplak kollarında keçisiyle karşımda oturmak ona pek güç geliyor

Ara sıra Mazlum, hırçınlık etmeye, uzun ince bacaklarıyla debelenmeye başlıyor. O vakit Munise: "Abacığım, vallahi ben durmak istiyorum ama, Mazlum durmuyor. Ne yapayım?" diye kaçıyor. Bazı kızıyorum, parmağımla onu tehdit ederek:

- Ben, senin şeytanlığını anlamıyor muyum sanıyorsun? Sen hayvanı mahsus gıdıklıyorsun, diyorum

Mektepteki derslerim galiba fena gitmiyor. Müdür Efendi benden çok memnun. Yalnız, gülmeyi fazla sevdiğim için ara sıra darıhyor: "Kalpatanı sana da getiririm ha!" diyor. Ben, yalandan surat ediyorum: "Ne yapayım, Hoca Efendi? Üst dudağım bir parça kısa da ciddi durduğum vakit bile gülüyorum sanıyorsunuz!" diyorum.

Şeyh Yusuf Efendi ile ahbaplığımız çok ilerledi. Bu nazik mahsun hastaya bayılıyorum. Sesinin o gizli şikayetiyle öyle güzel, ince şeyler söylüyor ki... On gün evvel tuhaf bir ,vaka geçti: Mektebin kullanılmayan eşya ile dolu metruk bir salonu var. O gün, bir ders levhası almak için o salona girmiştim. Panjurlar kapalı olduğundan buraya adeta bir akşam karanlığı basmıştı. Etrafıma bakınırken, köşelerden birinde gözüme, toza, toprağa bulanmış bir eski org ilişti, birdenbire gönlümde tatlı ve mahzun bir ihtizaz uyandı. Çocukluğumun mesut günleri bir orgun çaldığı ağır, derin ilahiler içinde geçmişti. Unutulmuş bir dost mezarına yaklaşır gibi titreye titreye onun yanma gittim. Bu salona ne yapmaya geldiğimi, nerede olduğumu unutmuştum. Yavaşça ayağımı bastım, tuşlardan birine parmağımı koydum. Org, yaralı bir gönülden gelir gibi ağır, derin bir ses verdi. Ah, bu ses!

Ne yaptığımı düşünmeden bir sandalye çektim Orgun önünde oturdum; yavaş olarak sevdiğim cantique'lerden birini çalmaya başladım.

Org inledıkçe yavaş yavaş kendimi kaybediyor, ağır bir rüya içine gömülmeye başlıyordum. Mektebimin loş koridorları gözlerimin önünde açılıyor, siyah önlüklü, kesik saçlı arkadaşlarım, kafile kafile bu dehlizden geçiyordu. Ne vakitten beri burada olduğumu, neler çaldığımı bilmiyordum. Eski günlerimin eski rüyasına tamamıyla kendimi terk etmiştim.

Arkamda derin bir ah, yapraklar içinden rüzgâr geçmesine benzer bir ses işittim. Hafifçe titreyerek başımı çevirdim. Karanlıkta gözüme Şeyh Yusuf Efendi'nin sarışın siması göründü. Kırık bir dolaba dayanmış, boynunu bükmüş, mavi gözlerinde ağır bir melal ile beni dinliyordu.