Выбрать главу

Horozdan kaçan insanlardan dünyada hoşlanmam. Onun için çekinmedim. Hatta bir mektep hocası olduğumu düşünerek: "Peki oğlum, biraz bekle, söyleyeyim!" dedim.

Kendi kendime: "Bu, mutlaka sonradan düşmüş bir asilzade filan olacak!" diye düşündüm. Bu işçi, hem utangaç hem cesurdu. Konuşurken kelimelerini şaşıracak kadar sıkılıyordu. Fakat bir taraftan da mütemadiyen sualler, hem de münasebetsiz sualler soruyordu:

Buraya yeni gelmiş, ucuzluk var mıymış, kış nasıl olurmuş, armudu, elması bol muymuş?

O, suyu içerken ben, gülümsüyor: "Anlaşılan biçarenin aklında bir noksan var!" diyordum. Paşa'nın bahçesindeki çam ormanı taklidinde, maskara edilnıiş bir biçare ağaçlar içinde gördüğüm şeyin, beni ne kadar mütehayyir etiğini anlatmak için bu kadar tafsilat kâfi.

Evet, bu ağaçlar içinde yine o fakir işçi ile karşı karşıya geliyordum. Fakat bu sefer büsbütün başka bir kıyafetle. O, başındaki alabros saçlara varıncaya kadar kılıcı, düğmeleri, nişanlan, yakası, yüzü, dişleri, hasılı her şeyi pırıl pırıl parlayan bir erkânıharp yüzbaşısı idi. Fotoğraf çektirir gibi, iki çam ağacının arasında; başı yüksek, vücudu dik, parmakları birbirine yapışmış duruyordu, ince bıyıklarının altında, yarı açık dudaklarının içinde dişleri, cüretkâr gözleri parlıyordu. Hülasa, öyle bir duruş, öyle bir kıyafet ki, insan beyaz eldivenleriyle kılıcını çekerek: "Hazır ol!" kumandasını vermesini bekliyor.

Mamafih, bir saniyede anladım ki, zabite "hazır ol" kumandasını başkaları vermiş.

Nerime Hanım, (Paşanın büyük kızı):

- A! ihsan, sen burada miydin? Nereden çıktın ayol? diye hayret etti.

Fakat biçare kadıncağız, rolünü o kadar acemice oynuyor ki: "A! ihsan, sen nereden çıktın?" diye hayret ederken sesine: "Vah vah! Yalan söylediğimiz ne kadar da belli oluyor!" der gibi bir ahenk geliyor.

Evet, bu gülünç "operakomik" dekoru içinde gülünç bir komedya oynayacaktık, niçin? Bunu daha sonra anlayacağım. Şimdilik hiçbir şey sezdirmemek, sakin ve cesur olmak lâzım.

Herhalde, bu paşalar, sürpriz yapmasını çok seven insanlar. Fakat benim de, bugün inatçılığım üstümde. Ne yaparlarsa yapsınlar, şaşırmış görünmeyeceğim. Galiba, benim utanmamı, kaçınmamı bekliyorlar hiç vakar ve sükûnumu bozmadım.

Nerime Hanım dedi ki:

- Feride Hanımefendi, siz de bizim gibi istanbullusunuz. Amcazade ve süt kardeşim Ihsan'ı size takdim etmemde bir mahzur görmezsiniz, değil mi?

Ben, hiç fütursuz:

- Bilâkis, çok memnun olurum efendim, dedim. Sonra, onun söz söylemesine meydan vermeden kendimi takdim ettim:

- Feride Nizamettin. Maarif ordusunun küçük zabitlerinden...

Genç zabit, o güzel ve cüretkâr sükûnunu muhafaza edemedi. Hakkı da yok mu ya? Küçük iptidaiye hocası birkaç gün evvel amele kıyafetinde gördüğü bir şahsı, bugün güneş gibi parlak, peri masalı şehzadeleri gibi güzel ve muhteşem görür de heyecanından bayılmaz; bu, akla sığar şey mi?

Evet, bilâkis, o şaşırdı. Bize mektepte, ehemmiyetli bir şeymiş gibi senelerce özene bezene talim ettikleri o mahut; "Selam merasimi"ni pek iyi bilmiyordu. Galiba, bir asker temennası için kaldırdığı elini yarı yolda tekrar indirdi, elimi tutmayı tercih etti. Fakat, bu defa da elimdeki eldiveni gördü. Bu biçare eldivenden, birdenbire ateş almış gibi öyle bir dehşetle elini çekmesi vardı ki...

Üç, beş dakika kadar hiç fütursuz konuştum. Göz göze geldikçe zavallı delikanlı, besbelli amele kıyafetiyle benden su istediğini hatırlıyor, muhcubane gözlerini indiriyordu. Fakat ben, hiç oralı olmuyor, onu ilk defa görmüş gibi konuşuyordum.

Biraz sonra Nerime Hanım'la içeri giriyoduk. Kadıncağız, tereddütle bana baktı ve dedi ki:

- Feride Hanım, tabii Ihsan'ı tanıdınız. Mektepteki vakayı, demek o da biliyordu. Sadece:

- Evet, dedim.

- Belki aklınıza bir şey gelir. Size işin doğrusunu söyleyeyim efendim, ihsan, arkadaşlarıyla bahse girmiş. Gençlik bu ya efedim, olur şeyler.

Hayretle dudaklarımı bükmekten kendimi alamadım:

- Ne münasebet efendim?

Nerime Hanım, kızarıyor, mahcubiyetini saklamak için gülüyordu:

- Efendim, zabitlerden bazıları size mektepten gelirken tesadüf etmişler, pek güzel olduğunuzu söylemişler. Biz istanbulluyuz, tabii buralılar gibi bunu bir hakaret saymayız değil mi, güzelim? ihsan, bahse girmiş: "Mutlaka bir çaresini bulur, bu Muallime Hanım'la görüşürüm." demiş. O gün, üşenmeden amelelerden birinin elbisesini giyinmiş, bahsi kazanmış. Tuhaf değil mi?

Ben, cevap vermedim. Zavallı Nerime Hanım, sözlerinin yaptığı soğuk tesiri pek iyi anlıyordu.

Bugünkü garip komedyanın son perdesini tekrar yukarı salonda oynadık, ihsan Bey'le görüştüğüm haberi, bizden çok evvel yukarı gelmişti. Bütün simalar bunu gösteriyordu.

Büyük Hanımefendi'nin gizli bir işareti üzerine solandaki-ler dışarı çıktılar. Yalnız Nerime Hanım kaldı.

Hanımefendi biraz tereddütten sonra söze başladı:

- Ihsan'ı nasıl buldunuz, hanım kızım? Ben, yine gayet sade:

- Çok iyi bir genç görünüyor, hanımefendi. O:

- Yüzü de güzeldir, tahsili de iyidir: Terfian Beyrut'a tayin edildi.