- Ne kadar iyi! Hakikaten güzel, sevimli bir genç. Malumatı da, dediğiniz gibi mükemmel görünüyor.
Ana kız, birbirinin yüzüne baktılar. Bu sözlerime hem hayret ediyorlar, hem memnun oluyorlardı.
- Allah senden razı olsun, kızım! işimizi kolaylaştırdın dedi. Ben Ihsan'ın sütannesiyim, evlat gibi elimde büyüttüm. Feride Hanım kızım, genç kızlarla doğrudan doğruya konuşmak olmaz ama, maşallah, siz akıllı uslusunuz. Sizi Allah'ın emriyle İhsan'a istiyorum. Sizi pek beğenmiş. Mademki siz de onu beğendiniz inşallah mesut olursunuz. Bir ay izin alırız, düğününüzü burada yaparız, olmaz mı? Sonra beraber Beyrut'a gidersiniz.
işin buraya geleceğini daha evvelden hissetmiştim. Hakikaten gülünecek bir vakaydı. Fakat, bilmem neden, yabancı memlekette kocaya istenilmek bana bu dakikada garip bir mahzunluk veriyordu. Mamafih, neşem gibi hüznümden de renk vermedim:
- Hanımefendi, bu cariyeniz için büyük şeref. Size de, ihsan Bey'e de bütün kalbimle teşekkür ederim. Fakat mümkün değil, dedim.
Büyük Hanım, birdenbire şaşırdı:
- Niçin kızım? Biraz evvel onu beğendiğinizi, güzel bulduğunuzu söylediniz ya! Gülerek cevap verdim:
- Hanımefendi, yine tekrar ediyorum ki, ihsan Bey, güzel ve değerli bir genç, fakat aramızda bir izdivaç ihtimalini aklımdan, yahut kalbimden geçirmiş olsaydım, bu meziyetlerini açıktan açığa söyleyebilir miydim efendim? Bu, bir genç kız için biraz fazla serbestlik olmaz mıydı?
Ana kız, tekrar birbirlerine baktılar, küçük bir sükût hüküm sürdü. Sonra, Nerime Hanım, ellerimi tuttu:
- Feride Hanım! Herhalde kati cevabınız bu olmayacak, çünkü ihsan, çok müteessir olacak.
- ihsan Bey, yine tekrar ediyorum, çok güzel bir genç, kimi isterse alabilir.
- Evet, fakat o, sizi istiyor. Demin size arkadaşlarıyla bir bahse tutuştuğunu söylemek lâzım geldi. Hiç böyle şey olur mu, güzelim? Zavallı çocuk, on gündür öyle telaş içinde ki: "Ölürüm, ondan vazgeçemem, mutlaka, alacağım!" diyor.
Nerime Hanım'ın, bu bahsi uzatacağını, beni kandırmak için birçok şeyler söyleyeceğini hissediyorum. Nazikâne, fakat gayet kati birkaç sözle buna imkân olmadığını söyledim. Gitmek için müsaade istedim.
Nerime Hanım, adeta müteessir olmuştu. Yorgun bir tavırla annesine:
- Kuzum anne, Ihsan'a söyle, benim dilim varmayacak, Feride Hanım'ın reddedeceğini aklına bile getirmiyordu. Şimdi, çok müteessir olacak, dedi.
Ah, bu erkekler! Hepsinde aynı gurur, aynı kendini beğenmişlik. Bizim de bir kalbimiz olduğunu, bizim de "mutlaka" isteyecek bir şeyimiz olabileceğini, bir türlü akıllarına getirmek istemiyorlar.
Paşanın landosu beni evime bıraktığı vakit Munise, komşudaydı. Soyunmadan evvel bir kere daha kendimi seyretmek istedim. Oda, iyiden iyiye kararmıştı. Duvara vurmuş donuk bir ay ışığına benzeyen aynada, kendimi hayal meyal seçebiliyordum. Bilmem nasıl bir ışık oyunu oldu. Lacivert kısa elbisem bana beyaz gibi göründü. Uzun etekleri karanlıklarda kaybolan bir beyaz ipek.
Birdenbire ellerimi yüzüme kapadım. Bu dakikada Munise odaya girdi:
- Abacığım!
Ondan imdat ister gibi ellerimi uzattım. "Munise" diye-çektim, fakat dudaklarımdan yanlışlıkla başka bir isim, nefret ettiğim büyük düşmanımın ismi çıktı.
Ç..., 6 Mayıs
Bu hafta benim kısmetim açıldı. Dünkü vakanın sıcağı sıcağına bugün bir komedyaya daha kahraman oldum. Fakat, bu dünkünden bin kat daha gülünç, bin kat daha isyan ettirici bir komedya.
Vakayı olduğu gibi yazıyorum. Sahne, bizim aşağı misafir odası, Hafız Kurban Efendi'nin karısı, arkasında düğünlere giderken giydiği gron çarşafı, boynunda dizi dizi beşibirlikleriy-le misafir geliyor. Mamafih, halinde bir tuhaflık var, gözleri ağlamış gibi. Konuşmaya başlıyoruz.
Ben:
- Galiba teklifli bir yere misafir gideceksiniz. O:
- Hayır, hemşireceğim, mahsus size geldim. Ben:
- Ne kadar süslüsünüz bugün. Benim için mi? O:
- Evet, hemşire sizin için. Ben gayri ihtiyari eğlenerek:
- O halde, bana görücü geldiniz? O, saf gözlerinde saf bir hayretle:
- Nereden bildiniz? Ben, birdenbire şaşaladım:
- Nasıl, siz bana görücü mü geliyorsunuz?
- Evet, hemşireceğim! Ben:
- Kimin için?
O, dünyanın en sade bir şeyinden bahseder gibi:
- Bizim efendi için.
Bu kadar saf bir kadının, böyle hiç renk vermeden şaka etmesi, tabii hoşuma gidiyor, kahkahalarla gülüyordum. Fakat o, gülmüyor, bilâkis gözlerinde yaşlar var!
O:
- Hemşireceğim, efendi size göz koymuş, sizi almak için beni boşamaya kalktı. Yalvardım, yakardım: "Ziyanı yok, o hanımı al, tek beni boşama. Biz, güzel güzel geçiniriz. Ben, sizin yemeğinizi pişiririm, hizmetinizi ederim!" dedim. Kuzum kar-şedeşim, bana acı!
- Bu Kurban Efendi sizi bırakırsa, beni alabileceğinden emin mi?
O, isyan ettirici bir saffetle:
- Öyle ya! Tam elli beşibiryerde vermeye razıyım, diyor. Ben:
- Zavallı komşum, haydi gönlün rahat etsin. Dünyada, böyle bir şeye imkân yok.
Biçare kadın, dualar ediyor ve perde kapanıyor.
Ç..., 15 Mayıs
Bu akşam, mektep tatilinde Müdire Hanım, beni odasına çağırdı, çatkın bir çehreyle şu sözleri söyledi:
- Feride Hanım kızım, ciddiyet ve hayretinizden memnunum. Fakat bir kusurunuz var: Kendinizi hâlâ istanbul'da sanıyorsunuz. Güzellik başa beladır, diye meşhur bir söz vardır kızım, siz hem güzel, hem yalnız bir taze olduğunuz için kendinizi biraz daya iyi korumanız lâzım gelirdi. Halbuki bazı ihtiyatsızlıklarınız oldu. Telaş etmeyiniz kızım. Kabahat demiyorum, sade ihtiyatsızlık. Mesela, bu memleket o kadar kapalı bir yer değil, kadınlar epeyce süslü olarak gezebiliyorlar. Muallimlerimiz de hakeza. Fakat, başkaları için tabii görülen bir şey, sizde nazarı dikkati celp etti. Çünkü, kızım, gençliğiniz, güzelliğiniz, her rast geldiğiniz erkeğe baş çevirtiyordu. Öyle ki, kasabada gizliden gizliye bir dedikodu başladı. Ben, burada, hiçbir şey bilmem gibi otururum ama, her şeyi haber alırım. Mesela, kışladaki zabitlerden, kahvedeki esnaftan tutunuz da, idadi mektebindeki büyük talebelere varıncaya kadar sizi uzaktan tanımayan, sizden bahsetmeyen yokmuş.