Выбрать главу

* * *

Heyet öğleye doğru belediyeye gelmiş, reisin masası etrafında bir halka teşkil etmişti. Makam koltuğuna oturan valinin mutasarrıfı sağma, kaymakamı soluna almasından ve geride kalmış bazı belli başlı adamları daha yakınındaki sandalyelere çağırarak buralara oturmuş olanları otomatik olarak, daha aşağılara sürmesinden bir divan kurulduğu anlaşılıyordu. Bunun farkında olmıyarak kapıdan kahve mi, yoksa buzlu limonata nn muvafık olacağını soran belediye reisine:

— Bırak onu da otur şuraya, dedi. Konuşacağız. Kısa, fakat ağır bir sükût...

— Bu ne iş arkadaşlar... Kasabanızda zelzele aradık; öyle bir şeye raslıyamadık. Pislik, sinek, sıtma hepsi yolunda. Fakat zelzeleden eser göremedim ben kendi hesabıma... Elimizde dünya kadar para birikti, daha da geleceğinden başka... Halbuki, halbuki...

Gözleri usulca yerinden kalkarak kapıda birile konuşan belediye reisine takılmıştı. Birdenbire öfkelendi ve gürledi:

— Reis bey, bu ne iş... Burada konuşanın kim olduğunu farketmiyor musun?

Reşit Bey kekeliyerek:

— Af buyurun, dedi, bir müstacel telgraf., zatı devletinize... Elindeki kırmızı telgrafı, mazeretinin büyüklüğünü anlatmak ister gibi, havaya kaldırıyordu.

— Canım biraz bekliyemez miydi? Maamafih ver...

Vali telgrafı açtı, okudu, tekrar okudu. Sonra pencereden sokağa bakmıya başladı, Kaşını, gözünü oynatıyor, çehresine söylemiye mecbur olduğu sözlere uygun bir ifade vermiye çalışıyordu.

Nihayet ellerini masaya dayıyarak ağır ağır ayağa kalktı:

— Muhterem arkadaşlar... Telgraf mabeyni hümâyûndan, S'arıpmar zelzelesi teessürü şahaneyi mucip olmuş. Harei-ketzedegânm tehvini ıztırabma medar olmak üzere ihsanı şahane irade buyurmuşlar... Ayrıca selâm ve taziyeti şahanelerinin tebliğine beni memur buyuruyorlar. Ayağa kalkın. Telgrafı r okuyorum.

Telgrafın merasimle okunmasından sonra kimse artık yerine oturmamıştı. Vali belediye reisi ile kaymakama:

— Halkı iki saat sonra belediye önüne çağıracağız, dedi. Namaz saatidir. Camilere adam gönderirsiniz, dairelere haber verirsiniz, mahallelerde tellâl çağırtırsınız. Yani büyük bir kalabalık isterim... Şimdilik bu kadar...

XXX. Çevirme hareketi

O gece yatsıdan sonra Halil Hilmi Efendinin evine bir belediye çavuşu geldi:

— Vali bey şimdi zatıâlinizi belediyede bekliyor.

Artık gemi azıya almış olan kaymakam bağırarak cevap yerdi:

— Vali bey değil, Allah çağırsa kımıldıyacak nalde değilim. Doktor yaramı değiştiriyor.

Doktor Arif Bey:

— Dur birader, dedi. Allah çağırsa ehemmiyeti yok... O lâkırdı anlar. Fakat deli herifi azdınrsak ne yaparız?

— Ne yaparsak yaparız; ben artık ondan fazla delirdim.. gitmiyeceğim.

— Gitmiyeceğim olur mu? Duf bakalım, anlıyalım. Belediye çavuşunda epeyce havadis vardı. Vali tstanbuldan

yeni bir şifre telgrafı almış, deliye dönmüştü. Belediyede büyük bir toplantı yapılacaktı. Belediye çavuşları ve bekçiler birçok kimseleri evlerinden getirmek için emir almışlardı. Doktor Arif Bey:

— Böyle olunca ben de vanmdır, dedi, hadi birader, pansı-manı dönüşte yaparız.

Telgrafın kendine ait olduğunu zanneden Halil Hilmi Efendi sokakta söyleniyordu:

— Zulüm değil mi bu be birader? Anlaşıldı kovacaksınız...

Asacak haliniz yok ya beni... Ne diye kuyruğumda koca fitil ile beni gece vakti sokaklarda süründürüyorsunuz... Doktor:

— Çocuk olma birader, dedi, Allah esirgesin. Öyle bir şey olsa eve iki satırlık bir tahrirat gönderirler, olur gider. Baksana kasaba biribirine girmiş. Gece yarısı belediyede toplantı ne demek? Fevkalâde bir şeyler var mutlaka...

Doktorun hakkı vardı. Belediye önündeki aydınlık ve kalabalık bu gece kasabada hakikaten fevkalâde bir şeyler geçtiğine delâlet ediyordu. Toplantıya çağırılanlardan bir kısmı, mal müdürü, evkaf müdürü, mühendis Kâzım vesaire salonda grup grup konuşuyorlardı. Doktorla kaymakam bu gruplardan birine yaklaşırlarken bir belediye kâtibi Halil Hilmi Efendiye yaklaştı ve vali beyin kendisini kalem odasında beklediğini haber verdi.

Vali bu odada mutasarrıf Hâmit Bey ve Eşrefle halvet halinde idi. Halil Hilmi Efendiyi görünce:

— Gel kaymakam, dedi, gel de başımıza açtığın işleri gör. Gece âlemi, sarhoşluk neyineydi senin? Gariptir ki, tavrı ve sesi bu vahim sözlerin gerektirdiği kadar sert değildi. Hattâ bir parça gülüyordu da... Yanındaki iskemleye elile vurarak:

— Gel otur şuraya da anlatayım, dedi. Sigaran var mı? Ne gezer desene... Tabiî mutasarrıf beyde de öyle... Sen ver bakalım Eşref. Çıkar şu paketi sıkılma... Sende belki esrar, morfin bile vardır. Yak kendin de bir tane. Yak, emrediyorum. Derdimize yanacağız bu gece. Sıkıntıdan tütün tiryakisi olacağım bu meselede ben...

Vali, Eşrefin yaktığı sigarayı birkaç kere çekiştirdikten sonra Halil Hilmi Efendinin dizine vurdu:

— Bugün bir garip lâf ettin sen, Neydi tâbirin bakayım... Bir kanlı kelle ister bu iş., dedin, öyle değil mi? Dirayetini tebrik ederim. Gayet iyi kavramışsın işin inceliğini. Yalnız bir kaymakam kellesi yetmiyecek bu işe... Mutasarrıf beyle benim kellelerimiz de gidecek gibi görüyorum. Ne dersiniz Hâmit Bey? Hak söze darılmak yok. Senin anhyacağın; iş bir kaymakamın mesuliyetini aşacak derecede dallanıp budaklandı kaymakam... Bugün halka selâmı şahaneyi tebliğ ettik. Akşama başka bir haber. Sanpmara İstanbuldan bir heyet geliyor kaymakam... Başında bir şehzade var. Şehzade Şemsettin Efendi hazretleri. İçinde Alman ve İngiliz gazetecilerine kadar kimler yok... Sa-rıpınar faciasını, harabeleri, yaralıları göstereceğiz onlara... Yani, insanın dili varmıyor ama bir tek çaresi var bu muazzam rezaletin...

Bu gece yahut da yarın gece bir zelzelenin Sanpınarı hakikaten yıkması... Başta zatıâliniz, ortada burnunun dibindeki bir kazada ne olup bittiğinden bihaber mutasarrıf bey, arkada bu iki büyük memuruna körü körüne emniyet eden ben... Görüyorsun ki, bir kelle ile bu muazzam rezaleti bertaraf etmek mümkün değil. Anlat bakalım kaymakam ne yapmalıyız dersin? Cevap yok değil mi? Bakalım bir kere de kasaba ayan ve ı muteberanı ile konuşalım şu işi... Biraz da onların uykusu kaçsın bu gece... Baş mesuller biziz ama bu haltın elbirliğile yendiğini de inkâr etmemek lâzım.