Выбрать главу

* * *

Biraz sonra epeyce ışıyan meydanın karşı köşesinde bir köylü hafilesi görünmüştü. Bunlar dağ köyleri ahalisindendi. Çarşamba pazarında satılacak mahsulleri ve hayvanları ile beraber geceden - hattâ bir kısmı bir gün evvelden - yola çıkarak sabaha doğru Pmarbaşmda toplanırlar, bir kervan halinde kasabaya girmek için ortalığın aydınlanmasını beklerlerdi.

Jandarma kumandanı onları görünce acele ile çayını bitirdi ve defterini çıkararak zelzelenin civar köylerde meydana getirdiği zararları tahkik için yanlarına koştu.

Köylülerden hemen hiç birisi hangi saatte yola çıktığını bilmediği için köylerde ne olup bittiğini tabiî haber veremiyordu. Yürürken yahut katır sırtında da bir şeyin farkında ola-mıyacakları aşikârdı. Yalnız bir tanesi altındaki katırın bir ara ayaklarından birini kaldırarak titrediğini söyledi. Bir başkası

da eşekten düşmüştü. Ancak bunun yer sarsıntısından mı, yoksa farkında olmadan eşeğin üstünde uyuklamasından mı ileri geldiğini bilemiyordu. Hâsılı kumandanın karnesi yine boş olarak cebine girdi.

Biraz sonra yoldan çevrilen birkaç kasabalı rençberin de ya sıcaktan açıkta yattıklarını, ya «zelzele değil ya, ayaklarından sürüklenseler farkında olmıyacak» kadar ağır uyuduklarını öğrenince kumandanın öfkesi büsbütün arttı.

O: — Bre namertler... Allahm zulmü olur da siz nasıl farkında- olmazsınız? diye bağırmıya, üstelik Bolatin de köylülerin şalvar ve poturlarına burnunu sürerek havlamıya başlayınca bazıları hakikaten böyle bir şeyi hatırladıklarını söylediler. Bir tanesi hattâ yanındaki testinin devrildiğini anlattı. Hükümetin arka bahçesi bir tel ile sokaktan ayrılmıştı. Birinin burada yattığını görenler yaklaşıyorlar, bunun kaymakam olduğunu öğrenince hayretle telin önünde duruyorlardı.

Halil Hilmi Efendi bu vaziyetten sıkıldı. Gerçi makamın mutlaka makam odasında bulunması lâzım gelmezdi. Asker kumandan gibi sivil devlet âmiri de sıkı zamanda açıkta yahut bir ağaç altında vazife görebilirdi.

Fakat bir kaymakamın, ahaliye karşı, başında acayip bir kavukla, sokakta yatması da oldukça gülünçtü.

Halil Hilmi Efendi telin önünde gittikçe kalabalıklaşan ahaliyi kovmıya giden ve «yahu işiniz yok mu? Karagöz mü oynuyor burada!» diye bağıran Hurşidi çağırdı ve yatağın içeriye naklini emretti.

Yukarı çıkılamıyacağı için en münasip yer bahçe kapısı ya-

mndaki muhasebe odası idi. Hüdanekerde, yeni bir sarsıntı •olursa, bahçe iki adımlık yerdi.

Portatif kolayca yeni makama taşındı. Fakat kaymakamın kendisinin götürülmesi biraz daha güçtü. Kujmandian onu Hurşidin sırtına yüklemeyi teklif ediyordu. Kendi de arkadan tutarak yardım edecekti. Fakat bir büyük idare adamının, daha da ağır olsa, bu vaziyete razı olniıyacağı muhakkaktı. Halil Hilmi Efendi vakar ile ayağa kalkarak:

— Biz siviller de yaralı olduğumuz halde yürümeyi biliriz, kumandan bey, dedi ve fazla bir şey duymadığı halde derin ağrılara dişini sıkiyormuş gibi hareketlerle kumandanın kolunda ağır ağır yürüdü.

VI. Doktor, belediye reisi, belediye başkâtibi

Halil Hilmi Efendi doktor Arif Beyi öğleden evvel göreceğini ummamakla beraber yeni makamında kendisini ilk ziyaret eden yine o oldu. Doğrusu aranırsa doktor albüminden şişmiş çehresi, iki mor halka ortasında boncuk kadar kalmış göz-lerile kaymakamdan daha acınacak halde idi. Fakat ne olsa ordu terbiyesi.

Adamcağız sabaha doğru evine gider gitmez külçe halinde yatağına yığılmış olduğu halde vizite saati gelince - kafasında bir uyarıcı saat çalmış yibi - yerinden kalkmış ve arasıra bastonuna dayanıp tutuk bacaklarını silkiyerek hükümet konağının yolunu tutmuştu.

Hemen onun arkası sıra da, bir elinde çantası, öbür elinde bastonu ile, eczacı Ohenes kapıdan giriyordu,.

Arif Bey Halil Hilmi Efendinin nabzına baktıktan ve elini alnına koyarak ateşini yokladıktan sonra:

— Büyük geçmiş olsun, diye söze başlamıştı. Bizi telâşa düşürdünüz. Çok şükür, şimdi tehlikeyi atlattık.

Fakat onun sevineceği yerde meydan okur gibi bir tavırla yatağında doğrulduğunu ve sarılı kol ve bacağını sallamıya başladığını görünce ağzını değiştirdi:

— Mamafih ihtiyatı elden bırakmamak lâzım... Öyle arızalar olur ki, yirmi dört saat geçmeden koku vermez. Şimdi gündüz gözü ile yaralarınızı bir muayeneden geçirelim.

Sargılar kat kat açılıyor, altlarından ufak tefek birkaç sıyrıktan ve tentürdiyot lekesinden başka bir şey çıkmıyordu.

Doktorun akşamki muamelesine canı sıkılmış olan Ohanes birkaç adım geride ayakta duruyor, onunla konuşmamıya ve artık hiç bir şeye karışmamıya karar vermiş görünüyordu.

Halil Hilmi Efendi:

— Telâşınız beyhude olmuş doktor bey, dedi. Boş yere ortalık birbirine girdi.

Bu,.mânalarla dolu ağır bir lâkırdı idi. Arif Bey birdenbire durdu, arkasına baktı ve kaymakamın buı cesareti Ohanesin tavana dikilmiş iri gözlerinden, burnuna değecek kadar uzamış büzük dudaklarından aldığını sezer gibi oldu:

— Hangi beyinsiz halt etti onu beyim, dedi.

Ayni zamanda Halil Hilmi Efendinin diz kapağındaki yaraya yapışmış olan sargı bezini de biraz hızlıca çekmişti. Kaymakam «aman» diye bağırınca o âdeta sevinçle ilâve etti:

— Görüyorsunuz ya. Yaralar söyledikleri kadar hafif değil. Ötesini de şimdi göreceğiz.

O esnada belediye reisi Reşit Beyin kapıda görünmesi sahneyi birdenbire değiştirir gibi olmuştu. Kaymakam onu da ayni bozuk çehre ile karşıladı ve reisin «oh, oh, maşallah..» diye başladığı bir cümleyi ağzına tıkıyarak: