Oradayük olurdun, dedi Min kendi kendine. Bunu biliyorsun. Rand dünyayı kurtarmaya çalışırken, bir yandan da Min’i Terkedilmişler’den korumak konusunda endişelenemezdi. Bazen Rand, Elayne ve Aviendha gibi yönlendiricilerle dolu bir dünyada önemsiz hissetmemek zor oluyordu.
Nöbetçilere baktı. Birinin başının üzerinde bir imge asılıydı. Kanlı bir taş. Adam yüksek bir yerden düşerek ölecekti. Bir insanın başının çevresinde umut verici bir şey görmeyeli on yıllar olmuş gibi hissediyordu. Ölüm, yıkım, korku ve karanlık simgeleri.
“Bu kim peki?” dedi biri, peltek Seanchan aksanıyla. Yanında damane olmayan bir sul’dam yaklaşmıştı. Kadının elinde bir a’dam vardı ve gümüşsü tasmayı avucuna vuruyordu.
“Yeni haberci,” dedi nöbetçi. “Daha önce kapıyollardan gelmedi.”
Min derin bir nefes aldı. “Beni General Bryne gönderdi…”
“Tüm haberciler için önceden bizden onay alması gerekiyordu,” dedi sul’dam. Esmer tenliydi ve kıvırcık saçları omuzlarına kadar geliyordu. “İmparatoriçe –sonsuza dek yaşasın– korunmalı. Kampımız düzenlidir. Gelen her haberci için onay alınır ve suikastçılara fırsat tanınmaz.”
“Ben suikastçı değilim,” dedi Min ifadesiz bir sesle.
“Ya kol yenlerindeki bıçaklar?” diye sordu sul’dam.
Min irkildi.
“Manşetlerinin sarkması açık ediyor çocuğum,” dedi sul’dam. Min’den daha yaşlı görünmüyordu.
“Savaş meydanına hiç silah taşımadan gitmesi için bir kadının aptal olması gerekir,” dedi Min. “İzin ver de mesajı generallerden birine aktarayım. Rakenlerinizden biri vurulup kampımıza düştüğünde diğer haberci öldü.”
Sul’dam tek kaşını kaldırdı. “Adım Catrona,” dedi. “Ve kampta olduğun sürece ben ne dersem tam olarak onu yapacaksın.” Döndü ve Min’e takip etmesini işaret etti.
Min, uzaklaşmaya başlamış olan kadının peşinden minnetle gitti. Seanchan kampı Bryne’ınkinden çok farklıydı. Koruyacak bir imparatoriçeye ilaveten, haberleri ve raporları iletmekte kullandıkları rakenleri vardı. Kamplarını çatışmalardan uzağa kurmuşlardı. Bryne’ın kampından çok daha düzenli görünüyordu. Bryne’ın kampı hemen hemen tamamen yıkılmış ve yeniden kurulmuştu ve pek çok farklı ülkeden ve ordudan insanlar barındırıyordu. Seanchan kampı eğitimli askerlerle doluydu ve herkes birbirinin aynıydı.
En azından Min düzeni bu şekilde açıklamaya karar vermişti. Seanchan askerleri sıra sıra, sessizce durmuş, savaşa çağrılmayı bekliyorlardı. Kampın bazı kesimleri direkler ve halatlarla işaretlenmişti ve her şeyin düzenli olduğu açıktı. Kimse ortalıkta koşuşturmuyordu. İnsanlar sessiz bir amaçlılıkla yürüyor ya da yürüyüş düzeninde bekliyordu. Seanchanlar hakkında ne denirse densin –Min’in bu tür bir sohbete ekleyecek bazı şeyleri vardı– kesinlikle düzenliydiler.
Sul’dam Min’i pek çok adamın yüksek masalarda defterlerle durduğu bir kesime götürdü. Cüppeler giymişlerdi ve yüksek düzeyli hizmetkarlar gibi saçlarının yarısını tıraşlamışlardı. Sessiz sessiz yazı yazıyorlardı. Masaların arasında lake kaplı tepsiler taşıyan açık saçık giyinmiş genç kadınlar dolaşıyor, buharlar saçan siyah bir sıvıyla dolu ince beyaz fincanlar dağıtıyorlardı.
“Son zamanlarda raken kaybettik mi?” diye sordu Catrona adamlara. “Uçarken marath’damane tarafından vurulan biri var mı ve General Bryne’ın kampına düşmüş olabilir mi?”
“Biraz önce böyle bir olayın raporu geldi,” dedi bir hizmetkar, eğilerek. “Duymuş olmanıza şaşırdım.”
Catrona kaşını biraz daha kaldırarak Min’i süzdü.
“Gerçek olduğunu düşünmemiştin, öyle mi?” diye sordu Min.
“Hayır,” dedi sul’dam. Elini beline götürdü ve bir bıçağı kınına soktu. “Beni takip et.”
Min nefes verdi. Eh, daha önce de Aiellerle uğraşmıştı. Seanchanlar onlardan daha alıngan olamazdı. Catrona bir başka patikada başı çekti ve Min gittikçe endişelendiğini fark etti. Bryne’ın onu göndermesinin üzerinden ne kadar zaman geçmişti? Çok mu geç olmuştu?
Işık, Seanchanlar kamplarını çok iyi korumaktan hoşlanıyorlardı. Patikaların her kesişiminde iki asker bekliyordu. Mızraklarını kaldırmış, o korkunç miğferlerin altından izliyorlardı. Bu adamların hepsinin savaşıyor olması gerekmez miydi? Sonunda Catrona buraya inşa ettikleri gerçek bir binaya götürdü onu. Bir çadır değildi. Duvarları, tahta çerçevelere gerilmiş ipeklerden oluşmuş gibi görünüyordu. Zemini ahşaptı ve çatı kiremitlerle kaplıydı. Muhtemelen nakletmek için çabucak sökebiliyorlardı, ama yine de gereksiz bir lüks gibi geliyordu.
Buradaki nöbetçiler, siyah-kırmızı zırh kuşanmış iriyarı adamlardı. Kötücül bir görünüşleri vardı. Catrona geçerken selam verdiler. O ve Min binaya girdi ve Catrona eğildi. Yerlere kadar değil –İmparatoriçe odada değil gibiydi– ama yine de epey eğildi, çünkü içeride Kan’dan pek çok kişi vardı. Catrona, Min’e baktı. “Eğil seni aptal!’’
“Ben ayakta iyiyim,” dedi Min, kollarını kavuşturup içerideki kumandanlara bakarak. Önde tanıdık biri duruyordu. Mat’in üzerinde Seanchan giysileri vardı –Min onun bu kampta olduğunu duymuştu– ama üzerine her zamanki şapkasını takmıştı. Bir gözü göz yamasıyla kapatılmıştı. O görü sonunda gerçekleşmişti, öyle mi?
Mat ona baktı ve sırıttı. “Min!”
“Tam bir aptalım,” dedi Min. “Seni tanıdığımı söyleyebilirdim. O zaman bunca şamataya gerek kalmadan beni doğrudan buraya getirirlerdi.”
“Bilmiyorum Min,” dedi Mat. “Buralarda şamatayı pek seviyorlar. Seviyorsunuz, değil mi Galgan?”
Tıraşlanmış kafasında yalnızca beyaz saçlardan ince bir sorguç bulunan geniş omuzlu bir adam, onun hakkında ne düşüneceğini bilemezmiş gibi Mat’e baktı.
“Mat,” dedi Min, aklını toplayarak. “General Bryne’ın süvarilere ihtiyacı var.”
Mat homurdandı. “Bundan kuşkum yok. Askerlerini, hatta Aes Sedaileri bile çok zorladı. Bunun için adama madalya vermeleri lazım. Sırf bir erkek önerdi diye, o kadınlardan birini yağmurdan kaçmak için içeriye girerken bile görmedim. Birinci Alay, Galgan?”
“İş görür,” dedi Galgan, “Sharalılar geçidi aşmayı başarmadığı sürece.” “Aşamazlar,” dedi Mat. “Bryne, pek az destekle, Gölge’yi harap edecek iyi bir savunma hattı oluşturdu. Laero lendhae en indemela.”
“O da ne demek?” diye sordu Galgan kaşlarını çatarak.
Min de anlamamıştı. Bayrak hakkında bir şey miydi? Son zamanlarda Kadim Lisan çalışıyordu, ama Mat çok çabuk söylemişti.
“Hmm, ne?” dedi Mat. “Daha önce hiç duymadın mı? Kardia’nın Düşmüş Ordusu hakkında bir deyim.”
“Kim?” dedi Galgan, şaşkınlıkla.
“Boşver,” dedi Mat. “Tylee, iyi huylu General’in onaylayacağını varsayarak, alayını savaş meydanına götürme zahmetine katlanır mısın?”
“Şeref duyarım Kuzgun Prensi,” dedi yakında duran plaka zırhlı kadın. Kadının kolunun altındaki miğferde dört tüy vardı. “Gareth Bryne’ın eylemlerini daha yakından izlemek istiyordum.”
Mat, Galgan’a döndü. Galgan çenesini ovalayarak haritaları inceliyordu. “Kuzgun Prensi’nin önerdiği gibi alayını götür Korgeneral Khirgan.”
“Bir de,” diye ekledi Mat, “o Shara okçularını izlememiz şart. Bryne’ın sağ kanadını daha iyi vurabilmek için ırmak yukarı, kuzeye kayacaklar.” “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”