Savaş haritalarının Tear’da kalın bir palto kadar işe yaradığına gittikçe daha çok ikna oluyordu. Savaşı görmesi gerekiyordu, birinin savaşın nasıl göründüğüne dair fikrini değil. Harita fazla basitti.
“Ben gidip savaş meydanına bakacağım,” diye bildirdi Mat.
“Sen ne-?” diye sordu Courtani. Seanchan Sancak-Generali, üzerine zırh çivilenmiş bir demet sopa kadar yakışıklıydı ancak. Mat kadının bir zamanlar çok ekşi bir şey yediğini ve yüzünü buruşturmasının kuşları korkutmak konusunda çok başarılı olduğunu görünce aynı ifadeyi her zaman kullanmaya karar verdiğini düşünüyordu.
“Ben gidip savaş meydanına bakacağım,” dedi Mat yine. Şapkasını kenara koydu, sonra başının üzerinden arkaya uzandı ve şatafatlı, bol Seanchan cüppelerinin ensesini yakaladı. Giysileri, ipek ve dantel hışırtıları eşliğinde, hantal omuz parçalarına aldırmadan, başının üzerinden geçirerek çıkardı ve kenara fırlattı.
Geriye yalnızca boyun eşarbı, madalyonu ve Seanchanların verdiği tuhaf, siyah, sert pantolon kalmıştı. Min tek kaşını kaldırarak çıplak göğsüne baktı ve Mat kızardı. Ama ne fark ederdi? Min, Rand’laydı ve bu da onu neredeyse Mat’in kız kardeşi yapardı. Courtani de vardı, ama Mat onun kadın olduğundan emin değildi. Onun insan olduğundan da emin değildi.
Mat bir anlığına masanın altını karıştırdı ve daha önceden oraya sakladığı bohçayı çıkarıp doğruldu. Min kollarını kavuşturdu. Yeni giysileri ona pek yakışmıştı; neredeyse Tuon’un giysileri kadar gösterişli bir kıyafetti. Min’inki koyu yeşil parlak ipekten, siyah işlemeli bir giysiydi ve neredeyse kaf anızı içine sokabileceğiniz kadar geniş, açık kol yenleri vardı. Saçlarını da yapmışlardı. İçine ateş damlası kakmalı gümüş metal parçalar saplamışlardı. Onlardan yüzlercesi vardı. Eğer bu şaaşalı Kadergören unvanı Min’in işine yaramazsa, belki avize olarak iş bulabilirdi.
Aslında bu kıyafet içinde epey çekiciydi. Tuhaf. Mat, Min’i her zaman oğlansı bulurdu, ama şimdi çekici buluyordu. Baktığından değil.
Odadaki Seanchanlar Mat’in eniden beline kadar soyunması karşısında şaşkına dönmüş görünüyordu. Mat bunun nedenini anlayamıyordu. Hizmetkarlarının üzerinde çok daha azı vardı. Işık, gerçekten öyleydi.
“Benim içimden de aynısını yapmak geçiyor,” diye mırıldandı Min, elbisesinin önünü tutarak.
Mat donakaldı, sonra kekeledi. Sinek falan yutmuş olmalıydı. “Yak beni,” dedi, bohçadan çıkardığı gömleği giyerek. “Yaparsan sana yüz Tar Valon markası veririm. Hem de sırf hikâyesini anlatabilmek için.”
Min ona dik dik baktı, ama Mat bunun da sebebini anlayamadı. Ter çadırına lanet olası bir Aiel Kız’ı gibi gitmesini anlatan kendisiydi.
Min dediğini yapmadı ve Mat neredeyse üzülecekti. Neredeyse. Min’in yanında dikkatli olması gerekiyordu. Yanlış zamanda gülümserse yalnızca ondan değil, Tuon’dan da bir hançer kazanacağından emindi ve Mat hançerlerin teker teker saplanmasını tercih ederdi.
Tilki başı madalyon rahatça derisine yaslanmıştı – Işık’a şükür, Tuon Mat’in ona ihtiyaç duymasını anlayışla karşılıyordu. Mat bohçadan çıkardığı ceketi giydi.
“Onları nasıl geri aldınız?” diye sordu Kumandan-General Galgan. “Giysilerinizin yakılacağını sanıyordum Kuzgun Prens.”
Galgan kafasında tek bir beyaz saç çizgisiyle çok aptal görünüyordu, ama Mat bundan bahsetmedi. Seanchan âdeti böyleydi. İnsanlar komik olabiliyordu, ama nasıl görünüyor olursa olsun, Galgan’ın savaşta kendini idare edebildiğinden kuşkusu yoktu.
“Bunlar mı?” dedi Mat, ceketle gömleği göstererek. “Hiçbir fikrim yok. Böylece burada duruyorlardı. Ben de çok şaşırdım.” Seanchan nöbetçilerin de –duygusuz ifadelerine ve aşırı dik sırtlarına rağmen– rüşvete tüm diğer insanlar gibi tepki verdiğini görünce çok memnun olmuştu.
Ölümnöbetçileri dışında hepsi. Mat onlara rüşvet vermeyi denememesi gerektiğini öğrenmişti. Öfkeli bakışları, bunu bir daha denerse yüzünü çamura saplanmış bulacağını düşündürmüştü ona. Belki bir daha bir Ölümnöbetçisi’yle asla konuşmasa daha da iyi olurdu, çünkü her birinin mizah anlayışını verip karşılığında çok büyük bir çene aldığı açıktı.
Ama zor durumda, Tuon’un güvenliği konusunda kime güvenebileceğini biliyordu.
Mat dışarı çıktı ve geçerken duvara dayadığı ashandareiyi de aldı. Courtani ve Min peşinden geldi. Tylee’nin yaptığı işte çok iyi olması çok kötüydü. Mat onu yanında alıkoyup, onun yerine korkuluğu göndermeyi tercih ederdi. Belki de bunu yapmalıydı. Trollocların bazıları onu kendilerinden biri sanabilirdi.
Ne yazık ki, bir seyis koşa koşa Zar’ı getirmeye gittiğinde beklemesi gerekti ve bu da birinin Tuon’a haber vermesi için yeterince zaman tanıdı. Mat onun geldiğini gördü. Eh, zaten kısa süre sonra döneceğini söylemişti, bu yüzden Mat onunla yüzleşmekten kaçınabileceğini düşünmemişti.
Min eteklerine usul usul küfrederek kıpırdandı.
Tuon yaklaşırken, “Hâlâ kaçıp kaçmamaya mı karar vermeye çalışıyorsun?” diye sordu Mat, kısık sesle.
“Evet,” dedi Min ekşi ekşi.
“Burada yataklar iyi, bilirsin. Ve kelleni uçurmadıkları sürece insana nasıl davranmaları gerektiğini biliyorlar. Kellemi neden uçurmadıklarını hâlâ öğrenemedim.”
“Harika.”
Mat ona döndü. “Rand burada olsa, muhtemelen kalmanı isterdi, bunun farkındasın değil mi?”
Min dik dik baktı.
“Yalnızca gerçeği söylüyorum Min. Kahrolası gerçeği. Rand onları kendi tarafına geçirdiğinde oradaydım ve sana onun endişeli olduğunu söyleyebilirim. Eğer fark etmediysen, Seanchanlar ve Aes Sedailer pek iyi anlaşamıyor.”
“Bu da senin kibrin kadar açık Mat.”
“Of. Yalnızca sana yardım etmeye çalışıyorum. Sana söylüyorum Min. Tuon’un danışmanı olarak güvendiği biri olması Rand’ı ne kadar rahatlatırdı, hayal edebiliyor musun? Doğru zamanda doğru ‘alametleri’ söyleyerek Aes Sedailerle cici cici oynamasını sağlayabilecek birinin olması? Kampa geri dönüp su ve mesaj taşımaya da devam edebilirsin tabii. Bu da yabancı bir hükümdara göz kulak olmak ve Yenidendoğan Ejder’e güvenip saygı duymasını sağlamak, onunla diğer uluslar arasında bir dostluk köprüsü kurmak kadar önemli elbette.”
Min bir süre sessiz kaldı. “Senden nefret ediyorum kahrolası Mat Cauthon.”
“İşte budur,” dedi Mat, elini kaldırıp Tuon’u selamlayarak. “Şimdi, bakalım süslü giysilerimi çıkarıp attığım için neremi kesecek?” Kötü olmuştu aslında. Cüppenin işlemeleri çok güzeldi. Bir erkeğin rafine görünmesi için bir parça işlemeye ihtiyacı vardı. Yine de, savaşa giderken o giysi yığınını taşımaya niyeti yoktu. Zar’ı sırtında taşıyarak savaşsa daha fazla şansı olurdu.
Daha gideli birkaç dakika olmasına rağmen Tuon yaklaşırken diğerleri yine eğilip bükülmeye başladı. Mat ona başını salladı. Tuon onu yavaşça, tepeden tırnağa süzerek giysilerini inceledi. Neden kimse iyi bir gömlek ve ceketi beğenmiyordu? Mat, Elayne’i ziyaret ederken giydiği hırpani ceketi giymemişti ki. O ceketi yakmıştı.
“En Yüce,” dedi Courtani. Kadın Yüksek Kandandı ve Tuon’a doğrudan hitap edebiliyordu. “Her daim nefes alasınız. Kuzgun Prens, habercilerinizin ve generallerinizin yeterince becerikli olmadığını düşündüğünden, savaş meydanını ziyaret etmesi gerektiğine karar verdi.”
Mat başparmaklarını kemerine geçirdi ve Tuon’a baktı. Sonunda bir seyis Zar’la birlikte geri döndü. Neden geciktiyse. Oğlan yolda öğle yemeği molası verip bir-iki âşık gösterisi mi izlemişti?