Sanırım senin için mesajı götürebilirim Genç Boğa, dedi isimsiz kurt.
Perrin donakaldı, sonra döndü ve işaret etti. “Elyas!”
Burada adım Uzun Diş, Genç Boğa. Elyas’ın mesajında neşe vardı.
“Buraya gelmediğini söyledin sanıyordum.”
Kaçındığımı söyledim. Bu mekân tuhaf ve tehlikeli. Diğer dünyada, hayatımda yeterince tuhaflık ve tehlike var. Kurt poposu üzerine oturdu. Ama birinin sana göz kulak olması gerekiyor aptal enik.
Perrin gülümsedi. Elyas’ın düşünceleri tuhaf bir insan-kurt karışımıydı. Mesaj gönderme tarzı kurtlarınki gibiydi, ama kendini fazla bireysel, fazla insansı görüyordu.
“Savaş nasıl gidiyor?” diye sordu Perrin hevesle. Gaul yakında pozisyon alarak Graendal ya da Katil’in gelmesi olasılığına karşı nöbet tutmaya başladı Önlerindeki alan, vadinin zemini bu sefer sakindi. Rüzgarlar dinmişti. Kumluk zemindeki toz, küçük dalgalar halinde kıpırdanıyordu. Tıpkı su gibi.
Diğer cepheleri bilmiyorum, dedi Elyas, biz kurtlar iki bacaklılardan uzak duruyoruz. Orada burada, savaşın kıyılarında savaşıyoruz. Daha çok kanyonun diğer ucunda Çarpıklara ve Hiçdoğmamışlara saldırdık. Orada tuhaf Aieller dışında iki bacaklı yok.
Bu zorlu bir savaş. Gölgekatili işini hızlı bitirmeli. Beş gün direndik, ama daha fazla direnemeyebiliriz.
Burada, kuzeyde beş gün. Rand Karanlık Varlık’la yüzleşmek üzere içeri girdiğinden beri dünyanın geri kalanında daha fazla zaman geçmişti. Rand’ın kendisi Delik’e o kadar yakındı ki, büyük olasılıkla onun için yalnızca saatler –belki dakikalar– geçmişti. Perrin, Rand’ın savaştığı yere yaklaştığında zamanın farklı aktığını hissedebiliyordu.
“Ituralde,” dedi Perrin, sakalını kaşıyarak. “O büyük kumandanlardan biri.”
Evet, dedi Elyas, neşe kokarak. Bazıları ona ‘Küçük Kurt’ diyor.
“Bashere, Elayne’in ordusunda,” dedi Perrin. “Gareth Bryne da Egwene’in yanında. Agelmar, Sınırboylular ve Lan’le birlikte.”
Bilmiyorum.
“Öyle. Dört cephe. Dört büyük kumandan. Onun yaptığı bu işte.”
“Graendal mı?” diye sordu Gaul.
“Evet,” dedi Perrin, öfkelenerek. “Onlara bir şey yapıyor, zihinlerini değiştiriyor, yozlaştırıyor. Kendisi söylerken kulak misafiri oldum… Evet. İşte bu, eminim. Ordulanmız karşısında kendi orduları ile savaşmak yerine, büyük kumandanları yok etmeyi planlıyor. Elyas, bir insanın kurt düşüne nasıl bedenen girip çıkabileceğini biliyor musun?”
Bunu bilseydim bile –ki bilmiyorum– sana öğretmezdim, diye hırladı Elyas. Yaptığın şeyin ne kadar korkunç, ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu söyleyen olmadı mı ?
“Çok fazla kişi söyledi,” dedi Perrin. “Işık! Bashere’i uyarmamız gerek. Ben…”
“Perrin Aybara!” dedi Gaul, işaret ederek. “O burada!”
Perrin döndüğü zaman, karanlık bir bulanıklığın Kıyamet Çukuru’nun girişine doğru aktığını gördü. Kurtlar inleyerek öldüler. Diğerleri uluyarak avlanmaya başladılar. Bu sefer Katil gerilemedi.
Avcının yolu. Zayıflığı belirlemek için iki-üç hamle, sonra topyekün saldırı.
Perrin, “Uyan!” diye seslendi Elyas’a, yokuştan yukarı koşarak. “Elayne’i, Egwene’i, bulabildiğin herkesi uyar! Ve uyaramazsan, bir şekilde Ituralde’yi durdur. Büyük kumandanlar yozlaştırılıyor. Terkedilmişlerden biri zihinlerini kontrol ediyor ve taktiklerine güvenilemez!”
Yapacağım Genç Boğa, dedi Elyas, solarak.
“Rand’a git Gaul!” diye kükredi Perrin. “Ona giden yolu koru! O kızıl peçelilerden hiçbirinin içeri girmesine izin verme!”
Perrin çekicini ellerine çağırdı ve yanıt beklemeden, Katil’i karşılamak üzere sekti.
Rand, Karanlık Varlık’ın özü olan karanlığın önünde Moridin’le kılıç çarpıştırıyordu. Soğuk boşluk, bir şekilde hem sonsuz hem de boştu.
Rand o kadar çok Tek Güç çekmişti ki patlayacakmış gibi hissediyordu. Yaklaşan savaşta o güce ihtiyacı olacaktı. Moridin’in kılıcına kılıçla direniyordu şimdilik. Callandor’u fiziksel bir silah gibi kullanıyordu ve ışıktan yapılmış gibi görünen kılıçla Moridin’in saldırılarını savuşturuyordu.
Rand’ın attığı her adımda yere kan damlıyordu. Nynaeve ve Moiraine, bir şey, Rand’ın hissedemediği bir rüzgar onları hırpalıyormuş gibi dikitlere tutunmuşlardı. Nynaeve’in gözleri kapalıydı. Moiraine, ne pahasına olursa olsun bakışlarını kaçırmamaya kararlıymış gibi, dimdik önüne bakıyordu.
Rand, Moridin’in son hamlesiyle yana döndü ve kılıçlarından kıvılcımlar çıktı. Efsaneler Çağı’nda her zaman Moridin’den daha iyi bir kılıç ustası olmuştu.
Elini kaybetmişti, ama Tam sayesinde, bu eskisi kadar önemli değildi. Aynı zamanda yaralıydı. Bu mekân… bu mekân her şeyi değiştiriyordu. Yerdeki kayalar hareket ediyor gibiydi ve Rand sık sık sendeliyordu. Hava bir kuru ve tozlu, bir rutubetli ve küflü oluyordu. Zaman bir dere gibi çevrelerinden akıyordu. Rand onu görebildiğini hissediyordu. Burada her darbe saniyeler alıyordu, ama dışarıda saatler geçiyordu.
Moridin’in kolunu yaraladı ve kan duvara fışkırdı.
“Benim kanım ve seninki,” dedi Rand. “Böğrümdeki yara için sana teşekkür etmem lazım Elan. Kendini Karanlık Varlık sandın, değil mi? Bunun için seni cezalandırdı mı?”
“Evet,” diye hırladı Moridin. “Beni hayata döndürdü.” Moridin iki elli bir hamleyle saldırdı. Rand geri çekildi ve darbeyi Callandor’la karşıladı, ama yerin eğimini hesaplayamadı. Ya bu, ya da eğim değişmişti. Rand sendeledi ve darbe onu tek dizi üzerine çökmeye zorladı.
Kılıca karşı kılıç. Rand’ın bacağı geriye kaydı ve arkasında, bir mürekkep birikintisi gibi beklemekte olan karanlığa sürtündü.
Her şey karardı.
Uzaktan gelen Ogier şarkısı, Cairhien’in hemen kuzeyinde, tepenin zirvesinde atının sırtında oturmakta olan Elayne’i teselli ediyordu.
Çevresindeki kadınlar ondan daha iyi durumda değildi. Elayne, ne kadar zayıf ya da yorgun olurlarsa olsunlar, saidar tutabilen tüm Kandaşları toplamıştı ve onlarla iki halka oluşturmuştu. Kendi halkasında on iki kadın vardı, ama şu anki toplam güçleri, tek bir Aes Sedai’ninkinden çok fazla değildi.
Elayne kadınların dinlenmesine müsaade etmek için yönlendirmesine ara vermişti. Çoğu eyerlerine çökmüştü ya da yerde oturuyordu. Önlerinde dağınık cephe uzanıyordu. İnsanlar Cairhien tepelerinin önünde çaresizce savaşarak Trolloc denizine set çekmeye çalışıyordu.
Kuzeydeki Trolloc ordusuna karşı kazandıkları zafer kısa ömürlü olmuştu. Şimdi sayıca azalmış, bitkin düşmüşlerdi ve güneyden gelen ordu tarafından kuşatılma tehlikesiyle karşı karşıyaydılar.
“Neredeyse başarıyorduk,” dedi Arganda yanından, başını iki yana sallayarak. “Az kalmıştı.”
Miğferinde bir tüy taşıyordu. Gallenne’e aitti tüy. Mayeneli kumandan düştüğünde Elayne orada değildi.
En can sıkıcı kısmı da buydu. Çok yaklaşmışlardı. Bashere’in ihanetine rağmen, güney ordusunun beklenmedik gelişine rağmen, neredeyse başarıyorlardı. Adamlarını yerleştirmek için daha fazla zamanı olsaydı, kuzey ordusunu yendikten sonra, güneydekiyle yüzleşmeden önce biraz nefeslenebilselerdi…
Ama öyle olmamıştı. Yakında, gururlu Ogierler ejderleri korumak için savaşıyorlardı, ama yavaş yavaş yenilmekteydiler. Kadim yaratıklar Trolloclar tarafından yıkılıyor, kesilmiş ağaçlar gibi devriliyorlardı. Şarkıları teker teker susuyordu.