Ta’veren. Egwene başını iki yana salladı. “Mat iyi bir taktikçi, ama Beyaz Kule’nin ordularını ona teslim etmek… Hayır, bu imkansız. Dahası, ordular benim değil ki ona vereyim – bu yetki Kule Salonu’na ait. Şimdi, seni kuşatan bu beyefendileri benim yanımda güvende olacağına nasıl ikna edebiliriz?”
İtiraf etmeyi hiç istemese de, Egwene’in Seanchanlara ihtiyacı vardı. Min’i kurtarmak için onların ittifakını riske atamazdı, özellikle de Min tehlikede görünmediğinden. Elbette Seanchanlar, Min’in Falme’de onlara yemin ettiğini ve sonra kaçtığını öğrenirse…
“Benim için endişelenme,” dedi Min, yüzünü buruşturarak. “Fortuona’nın yanında daha iyiyim sanırım. O… Mat sayesinde özel yeteneğimi biliyor ve ona yardım edebilirim belki. Sana da.”
Cümle çok imalıydı. Ölümnöbetçileri, Min’in İmparatoriçe’nin adını kullanmasına tepki vermeyecek kadar disiplinliydiler, ama yine de gerilmişlerdi ve yüzleri sertleşmişti. Dikkatli ol Min, diye düşündü Egwene. Güz dikenlerince kuşatılmışsın.
Min aldırmadı. “En azından Mat’in söylediklerini düşünür müsün?”
“Gareth Bryne’ın Karanlıkdostu olduğunu mu?” dedi Egwene. Sahiden de komik bir düşünceydi. “Geri dön ve Mat’e söyle, çok istiyorsa savaş önerilerini bizimle paylaşsın. Şimdilik, kumandanlarımla birlikte, atacağımız adımları planlamamız gerek.”
Gareth Bryne, neredesin?
Siyah bir ok yaylımı neredeyse hiç görünmeden havada yükseldi, sonra bir dalga gibi düştü. Ituralde’nin, Thakan’dar vadisine giren geçidin ağzındaki ordusuna çarptı, bazıları kalkanlardan sekti, diğerleri et buldu. Ituralde’nin kayalık bir çıkıntının üzerinde durduğu yerin birkaç santim uzağına düştü biri.
Ituralde kılını kıpırdatmadı. Ellerini arkasında kavuşturarak, dimdik durmaya devam etti. “Biraz daha yaklaşmalarına izin veriyoruz, öyle mi?” diye mırıldandı ama.
Gecenin içinde, yanında duran Asha’man Binde yüzünü buruşturdu. “Üzgünüm Lord Ituralde.” Okları uzak tutması gerekiyordu. Şimdiye dek iyi iş görmüştü. Ama bazen yüzüne dalgın bir ifade geliyordu ve ‘onların ellerini almaya çalışması’ hakkında mırıldanmaya başlıyordu.
“Tetikte ol,” dedi Ituralde.
Başı zonkluyordu. Bu gecenin erken saatlerinde, çok gerçekçi gelen başka düşler görmüştü. Trollocların ailesinin üyelerini canlı canlı yediklerini ve kendisinin onları kurtaramayacak kadar zayıf olduğunu. Tamsin’i ve çocuklarını yerlerken Ituralde ağlayarak çırpınmıştı, ama aynı zamanda kaynayan, yanan et kokuları onu cezbediyordu.
Düşün sonunda, canavarların ziyafetine katılmıştı.
Bunu aklından çıkar, diye düşündü. Ama kolay değildi. Düşler fazla canlıydı. Bir Trolloc saldırısıyla uyandığına sevinmişti.
Buna hazırdı. Adamları barikatlarda ateşler yakmıştı. Trolloclar sonunda dikenden setlerini aşmayı başarmışlardı, ama çok kayıp vermişlerdi. Şimdi Ituralde’nin adamları geçidin ağzında savaşıyor, vadiye giren Trolloc dalgalarını tutmaya çalışıyorlardı.
Trollocların zorlu engelleri aşarak geçirdiği günleri iyi kullanmışlardı. Vadinin girişi artık göğüs hizasında toprak setlerle destekliydi. Ituralde’nin kargılı askerleri geriye fazla itilirse, o setler arbaletçiler için kusursuz bir korunak olurdu.
Şimdilik Ituralde ordusunu üç bin adamlık gruplara bölmüştü ve onları kargılılar, kancalı kargılılar ve arbaletçiler olarak kare şeklinde formasyonlara sokmuştu. Altı sıra kargılı askerden öncü kuvvet oluşturmuştu. Üç metre uzunluğunda, büyük kargılar. Maradon’da, Trolloclardan uzak durmak gerektiğini öğrenmişti.
Kargılar çok işe yarıyordu. Kuşatıldıklarında Ituralde’nin kargılı kareleri her yöne dönüp savaşabiliyorlardı. Trolloclar sıra sıra savaşmaya zorlanıyorlardı, ama bu kareler –doğru uygulandığında– onların saflarını bozabiliyordu. Trolloc sıralan dağıldığı zaman, Aieller onları rahatça öldürebiliyordu.
Kargılı askerlerin arkasına, kancalı sırıklar ve baltalı kargılar taşıyan askerler yerleştirmişti. Bazen Trolloclar, kargıları kenara iterek ya da cesetlerin ağırlığıyla yere çekerek, kargılı asker sıralarını aşabiliyordu. Bu durumda kancalı sırık kullanan adamlar kargılıların arasından geçerek yaklaşıyor, öndeki Trollocların diz ardı kirişlerini kesiyorlardı. Böylece öndeki piyadeler geri çekilip toparlanacak zamanı buluyordu. Bu arada bir sonraki asker dalgası –daha fazla kargılı piyade– yaklaşarak Trolloclarla savaşıyordu.
Şimdiye dek işe yaramıştı. Bu gece Trollocların karşısında yirmi kare birlik vardı. Savunma savaşı veriyorlar, Trolloc dalgasını kırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Trolloclar kargılı askerleri bozguna uğramak için şiddetle saldırıyorlardı, ama her kare bağımsız çalışıyordu. Ituralde savunmaları aşan Trolloclar hakkında endişelenmiyordu, çünkü onların icabına da Aieller bakıyordu.
Ituralde ellerini arkasında kenetlemek zorundaydı, çünkü titriyorlardı. Maradon’dan sonra hiçbir şey aynı kalmamıştı. Ders almıştı, ama bu eğitimin bedeli büyük olmuştu.
Kavrulası baş ağrıları, diye düşündü. Ve kavrulası Trolloclar.
Üç defa, neredeyse kare formasyonu bırakıp, ordularını doğrudan saldırıya yollayacak emri verecekti. Onların nasıl katledeceğini, nasıl öldüreceğini hayal edebiliyordu. Artık oyalanmaca yok. Kan istiyordu.
Her seferinde kendini tutmuştu. Buraya kan için gelmemişlerdi. Buraya tutunmak için gelmişlerdi. O adama mağarada ihtiyaç duyduğu zamanı vermek için. Bütün bunların amacı buydu… değil mi? Neden son zamanlarda bunu hatırlamakta bu kadar güçlük çekiyordu?
Yeni bir Trolloc ok dalgası, Ituralde’nin adamlarının üzerine yağdı. Soluklar bazılarını geçidin üzerindeki yamaçların tepelerine yerleştirmişti; daha önceden Ituralde’nin kendi okçularının tuttuğu yerlere. Oraya tırmanmak zor olmuş olmalıydı. Geçidin duvarları çok dikti. Tırmanmaya çalışırken kaçı düşüp ölmüştü acaba? Yine de, Trolloclar nişancı okçular değildi, ama orduya ok atarken nişancı olmaları gerekmiyordu.
Baltalı kargı taşıyan askerler kalkanlarını kaldırdılar. Onları tutarken savaşamazlardı, ama gerekirse diye, kalkanlarını sırtlarında taşıyorlardı. Yağan oklar arttı ve hafifçe sisli gece havasında yere düştü. Yukarıda gök gürledi, ama Rüzgarbulanlar hâlâ iş başındaydı; fırtınayı uzak tutuyorlardı. Ordunun birkaç defa, her şeyi yıkacak bir fırtınadan kılpayı kurtulduğunu söylüyorlardı. Bir noktada, bir dakikalığına insan yumruğu büyüklüğünde dolular yağmaya başlamıştı, ama sonra hava durumunun kontrolünü tekrar ele almışlardı.
Rüzgarbulanlar çanağı kullanmazsa olacak şey buysa şayet, Ituralde onları işleriyle baş başa bırakmaktan memnundu. Karanlık Varlık gönderdiği kar fırtınası, kasırga ya da hortumda kaç Trollocun öldüğüne aldırmazdı.
“Geçide yeniden saldırmak için hazırlanıyorlar!” diye bağırdı biri, gece havasında. Peşinden teyit eden bağırışlar geldi. Ituralde, yaktıkları ateşlerin yardımıyla, sislerin içine baktı. Trolloclar gerçekten de yeniden toparlanıyordu.
“Yedinci ve dokuzuncu piyade birliklerini geri çekin,” dedi Ituralde. “Çok uzun süre savaştılar. Dördüncü ve beşinciyi yedekten çıkarın ve kanatlara konuşlandırın. Yeni ok dalgalarına hazırlanın. Ve…” Kaşlarını çatarak sustu. O Trolloclar ne yapıyordu? Beklediğinden daha fazla çekilmişler, geçidin karanlığında kaybolmuşlardı. Geri çekiliyor olamazlardı, değil mi?