“Sen benim Gerçeksöyleyen’imsin,” dedi Min’e, neredeyse gönülsüzce. “Halk içinde sözlerimi düzeltebilirsin. Kararlarımda hata mı görüyorsun?”
“Evet, görüyorum,” dedi Min, duraksamadan. “Yeteneklerimi gerektiği gibi kullanmıyorsunuz.”
“Peki nasıl kullanmalıyım?” diye sordu Tuon. İdam hükmü verilmiş olan asker, yere kapanmış bekliyordu hâlâ. İtiraz etmemişti – İmparatoriçe’yle konuşabileceği bir rütbeye sahip değildi. O kadar düşüktü ki, Tuon’un huzurunda bir başkasıyla konuşması bile şerefsizlik sayılırdı.
“Birinin bir şeyi yapma ihtimali olması, onu öldürmek için yeterli bir dayanak değil,” dedi Min. “Saygısızlık etmek istemem, ama söylediklerim yüzünden insanları öldürecekseniz, ben de konuşmam.”
“Konuşman sağlanabilir.”
“Deneyin,” dedi Min usulca. Mat irkildi. Kanlı küller, Min de Tuon’un biraz önce göründüğü kadar soğuk görünüyordu. “Alametler getirene işkence ederseniz, bakalım Desen size nasıl davranacak İmparatoriçe.”
Tuon gülümsedi. “Bunu iyi karşıladın. Bana ne istediğini açıkla, alametler getiren.”
“Görülerimi söyleyeceğim,” dedi Min, “ama bundan sonra yorumlarım –benimkiler ya da sizin imgelerde okuduklarınız– herkese açıklanmayacak. İkimizin arasında kalması en iyisi. Söylediklerim yüzünden birini izleyebilir, ama cezalandıramazsınız – suçüstü yakalanmadıkları sürece. Bu kadını serbest bırakın. ”
“Öyle olsun,” dedi Tuon. “Serbestsin,” diye Seslendirdi Selucia aracılığıyla. “Kristal Taht’a sadık kal. İzleneceksin.”
Kadın daha da fazla eğildi, sonra başını kaldırmadan odadan çıktı. Mat kadının yanağında bir ter damlası süzüldügünü gördü. Bir heykel değildi demek ki.
Mat, Tuon ile Min’e döndü. Hâlâ birbirlerine bakıyorlardı. Bıçak yoktu, ama Mat biri bıçaklanacakmış gibi hissediyordu. Keşke Min saygı göstermeyi öğrenebilseydi. Bugünlerden birinde, Mat onu yakasından yakalayıp Seanchanların arasından –cellattan bir adım önce– çekip çıkarmak zorunda kalacaktı, bundan emindi.
Aniden odanın kenarında, Tuon’un kapıyol için ayırdığı yerde, bir kapıyol havayı yardı. Mat o zaman tahtını neden taşıttığını anladı. Eğer o damane yakalanmışsa ve Tuon’un nerede oturduğunu söylemeye zorlanmışsa, bir Aes Sedai onun oturduğu yerde kapıyol açarak Tuon’u ikiye biçebilirdi. O kadar küçük bir olasılıktı ki, aslında komikti –bir Aes Sedai’nin Karanlıkdostu olmayan birini öldürmesi ihtimali, uçması ihtimali kadar düşüktü– ama Tuon işi şansa bırakmıyordu.
Kapıyol açıldığında, Kule Salonu’nun yarısının bir çadırın içinde oturduğu görüldü. Arkalarında, Egwene büyük bir sandalyede oturuyordu. Amyrlin Makamı’nın kendisi olduğunu fark etti Mat. Kan ve küller… Amyrlin Makamı’nı getirtmiş.
Egwene bitkin görünüyordu, ama bunu iyi saklıyordu. Diğerleri de ondan farklı değildi. Aes Sedailer kendilerini sınırlarının sonuna dek zorlamışlardı. Egwene asker olsa, Mat onu asla savaşa göndermezdi. Kan ve lanet küller – teninde o renk, gözlerinde o bakış olan bir askeri olsa, onu bir haftalığına istirahate gönderirdi.
“Bu görüşmenin amacını merak ediyoruz,” dedi Saerin sakin sakin.
Silviana, Egwene’in yanında, daha küçük bir sandalyede oturuyordu ve diğer Aes Sedailer Ajahlarına göre sıralanmıştı. Bazıları eksikti ve Mat’in tahminine göre eksiklerin arasında Sarılardan biri de vardı.
Tuon, Mat’e başını salladı. Bu görüşmeyi o yönetecekti. Mat şapkasını çıkararak ona selam verdi ve Tuon tek kaşını kaldırarak karşılık verdi. Tehlikeli ifadesi gitmişti, ama hâlâ bir İmparatoriçe’ydi.
“Aes Sedailer,” dedi Mat, ayağa kalkıp, Temsilcilere şapkasını çıkararak. “Kristal Taht aklınızı kahrolası başınıza devşirip savaşı bizim yönetmemize izin vermenizi takdir ediyor.”
Silviana’nın gözleri, biri ayağına basmış gibi irileşti. Mat göz ucuyla, Tuon’un dudaklarının kenarında bir gülümseme izi yakaladı. Kan ve lanet küller, iki kadın da onu bu şekilde cesaretlendirmemesi gerektiğini biliyordu.
“Her zamanki gibi zarifsin Mat,” dedi Egwene kuru kuru. “Evcil tilkin hâlâ yanında mı?”
“Yanımda,” dedi Mat. “Sıcacık sokuldu bana.”
“Ona iyi bak,” dedi Egwene. “Sonunun Gareth Bryne gibi olmasını istemem.”
“Demek gerçekten İçtepi’ydi?” diye sordu Mat. Egwene haber yollamıştı.
“Anlayabildiğimiz kadarıyla öyle,” dedi Saerin. “Nynaeve Sedai birinin zihnindeki örgüleri görebiliyormuş, ama bizler yapamıyoruz. ”
“Şifacılarımız Bryne’ı inceliyor,” dedi Domanlı, tıknaz bir Aes Sedai. “Şimdilik onun dokunduğu savaş planlarının hiçbirine güvenemeyiz. En azından ne zamandır Gölge’nin emrinde olduğunu anlayana kadar.”
Mat başını salladı. “Kulağa mantıklı geliyor. Aynı zamanda, güçlerimizi geçitten çekmemiz lazım.”
“Neden?” diye sordu Lelaine. “Buradaki durumu sağlamlaştırdık.”
“Yeterince değil,” dedi Mat. “Bu araziden hoşlanmadım ve savaşmak istemediğimiz yerde savaşmamalıyız.”
“Gölge’ye bir santim bile vermekte tereddüt ederim,” dedi Saerin.
“Şimdi verdiğimiz bir adım bize şafakta iki adım kazandırabilir,” diye yanıt verdi Mat.
General Galgan mırıldanarak onayladı ve Mat, Şahinkanadı’ndan alıntı yaptığını fark etti.
Saerin kaşlarını çattı. Diğerleri görüşmeyi onun yönetmesine izin verir gibiydi. Egwene arkada oturmuş, parmaklarını kenetlemiş, karışmadan izliyordu.
“Muhtemelen sana söylemem gerek,” dedi Saerin, “yalnızca bizim büyük kumandanımız hedeflenmedi. Davram Bashere ve Lord Agelmar da ordularını yıkıma götürmeye çalıştı. Elayne Sedai kendi savaşında başarılı oldu ve büyük bir Trolloc ordusunu yok etti, ama bunu sırf Kara Kule geldiği için başarabildi. Sınırboylular ezildiler ve ordularının yaklaşık üçte ikisini kaybettiler.”
Mat ürperdi. Üçte ikisi? Işık! Onlar Işık’ın sahip olduğu en iyi askerlerdi. “Lan?”
“Lord Mandragoran yaşıyor,” dedi Saerin.
Eh, bu da bir şeydi. “Afet’teki ordu ne durumda?”
“Lord Ituralde şehit oldu,” diye yanıt verdi Saerin. “Başına ne geldiğini kimse bilmiyor gibi.”
“Bu çok iyi planlanmış,” dedi Mat, hızla düşünerek. “Kan ve lanet küller. Dört cephemizi aynı anda yıkmaya çalıştılar. Bunun nasıl bir koordinasyon gerektirdiğini hayal edemiyorum…”
“Belirtildiği gibi,” dedi Egwene usulca, “dikkatli olmalıyız. Sakın tilkini yanından ayırma.”
“Elayne ne yapmak istiyor?” dedi Mat. “Kumanda onda değil mi?” “Elayne Sedai şu anda Sınırboylulara yardım ediyor,” dedi Saerin. “Bize Shienar’ın kaybedilmek üzere olduğunu ve Asha’manların Lord Mandragoran’ın ordusunu güvenli bir yere taşıdığını söyledi. Yarın ordusunu kapıyollardan geçirip, Afet’teki Trollocları tutmayı planlıyor.”
Mat başını iki yana salladı. “Direnişi birleştirmemiz lazım.” Duraksadı. “Kapıyolla onu da getirebilir miyiz? En azından iletişim kurabilir miyiz?” Buna itiraz eden olmadı. Kısa süre sonra, Egwene ve Temsilcilerin çadırına bir kapıyol daha açıldı. Hamile olan Elayne, çakmak çakmak gözlerle kapıyoldan geçti. Mat onun arkasında, loş bir çayırda bata çıka yürüyen, omuzları çökmüş askerler gördü.
“Işık,” dedi Elayne. “Mat, ne istiyorsun?”
“Savaşını kazandın mı?” diye sordu Mat.
“Zar zor, ama evet. Cairhien’deki Trolloclar yok edildi. Şehir güvende.” Mat başını salladı. “Benim buradaki pozisyonumdan çekilmem gerekiyor.”
“İyi,” dedi Elayne. “Belki senin gücünü Sınırboylulardan kalanlarla birleştirebiliriz.”