Выбрать главу

“Ben bundan daha fazlasını yapmak istiyorum Elayne,” dedi Mat, öne çıkarak. “Gölge’nin denediği bu plan… akıllıca Elayne. Çok akıllıca. Yaralandık ve neredeyse yıkılıyorduk. Artık birden fazla cephede savaşma lüksüne sahip değiliz.”

“O zaman ne yapacağız? ”

“Son bir direniş,” dedi Mat usulca. “Hepimiz, birlikte, lehimize olan bir arazide.”

Elayne sustu. Biri ona sandalye getirdi ve Egwene’inkinin yanına yerleştirdi. Elayne hâlâ bir kraliçe gibi duruyordu, ama dağınık saçları ve yer yer yanmış giysileri neler yaşadığını yansıtıyordu. Mat, açık kapıyolun ardındaki savaş meydanından gelen duman kokusunu alabiliyordu.

“Çaresiz bir plana benziyor,” dedi Elayne sonunda.

“Zaten çaresiziz,” dedi Saerin.

“Kumandanlarımıza sormamız gerek…” Elayne’in sesi solup gitti. “İçtepi altında olmadığına güvenebileceğimiz kumandan varsa.”

“Yalnızca bir tane var,” dedi Mat ciddiyetle, Elayne’in gözlerinin içine bakarak. “Ve bu şekilde devam ederse işimizin biteceğini söylüyor sana. Önceki plan iyi bir plandı, ama bugünkü kayıplarımızdan sonra… Elayne, direnecek bir yer seçip birlikte savaşmazsak ölürüz.”

Zarları son kez atıyordu.

Elayne bir süre oturdu. “Nerede?” diye sordu sonunda.

“Tar Valon?” diye sordu Gawyn.

“Hayır,” dedi Mat. “Tar Valon’u kuşatırlar ve sonra devam ederler. İçeride kapana kısılacağımız bir şehir olmaz. Lehimize olacak bir alana ihtiyacımız var. Aynı zamanda Trollocları beslemeyecek bir alana.”

“Eh, Sınırboylarında bir yer işe yarar,” dedi Elayne yüzünü buruşturarak. “Gölge’ye kaynak sağlamamak için Lan’in ordusu geçtikleri bütün şehirleri ve tarlaları yaktı.”

“Haritalar,” dedi Mat, elini sallayarak. “Biri harita getirsin. Güney Shienar ya da Arafel’de bir yere ihtiyacımız var. Gölge’ye baştan çıkarıcı gelecek kadar yakın bir yer. Hepimizin birlikte savaşacağı bir yer…”

“Mat,” dedi Elayne. “Bu, onların istediği şeyi vermek olmaz mı? Bizi tamamen yok etme şansı?”

“Evet,” dedi Mat alçak sesle, Aes Sedailer haritaları uzatırken. Bu haritaların üzerinde notlar vardı. Aes Sedailerin daha önce söylediklerine dayanarak, Gabriel Bryne’ın el yazısıyla alınmış notlar. “Baştan çıkarıcı bir hedef olmalıyız. Onları çekmeli, onlarla yüzleşmeli ve ya yenmeli ya yenilmeliyiz.”

Uzun bir savaş Gölge’ye hizmet ederdi. Yeterince Trolloc güneydeki topraklara ulaştığında, onları zaptetmek imkansız hale gelirdi. Mat bir an önce kazanmalı ya da kaybetmeliydi.

Sahiden de son bir zar atışı.

Mat haritalarda bir yeri işaret etti, Bryne’ın not ettiği bir yeri. Su kaynakları iyiydi, tepelerle ırmak düzgünce bir araya geliyordu. “Burası. Merrilor mu? Orayı erzak deposu olarak mı kullanıyordun?”

Saerin usulca güldü. “Demek başladığımız yere dönüyoruz.”

“Birkaç küçük istihkamı var,” dedi Elayne. “Adamlarım bir yanda kazık duvar inşa etmişlerdi. Onu genişletebiliriz.”

“Bize bu lazım,” dedi Mat, orada geçecek savaşı hayal ederek.

Merrilor, iki büyük Trolloc ordusunun gelip insanları aralarında ezmeye çalışacakları bir yerdi. Bu baştan çıkarıcı olurdu. Ama araziyi de harika bir şekilde kullanabilirdi…

Evet. Tıpkı Priya Geçitleri Savaşı gibi olacaktı. O yamaçlara okçular – hayır, ejderler– yerleştirirse ve Aes Sedaileri birkaç gün dinlendirebilirse… Priya Geçitleri. Büyük bir ırmağı kullanarak Hamarea ordusunu geçitlerin ağzında kıstırmayı düşünmüştü. Ama o tuzağı kurduktan sonra lanet ırmak kurumuştu. Hamarealılar onunla geçitlerin diğer yanında ırmağa set çekmişlerdi. Irmak yatağından geçerek kurtulmuşlardı. Unutamayacağım bir ders oldu.

“Bu iş görür,” dedi Mat, elini haritaya koyarak. “Elayne?”

“Öyle olsun,” dedi Elayne. “Umanın ne yaptığını biliyorsundur Mat.”

O konuşurken, Mat’in kaf asının içinde zarlar yuvarlanmaya başladı.

Galad, Trom’un gözlerini kapattı. Onu bulmak için Cairhien’in kuzeyindeki savaş meydanında bir saat aranmıştı. Trom kan kaybından ölmüştü ve beyaz pelerininde pek az beyazlık kalmıştı. Galad omzundaki subay düğümünü söktü –şaşırtıcı şekilde, düğüm temizdi– ve ayağa kalktı.

İliklerine dek tükenmişti. Ceset yığınlarının arasında geri yürümeye başladı. Kargalar ve kuzgunlar gelmişti. Arkasında, alanı örtmüşlerdi. Yeri küf gibi kaplayan, dalgalanan, titreşen bir siyahlık. Uzaktan bakınca, yer yanmış gibi görünüyordu. O kadar çok leşçil kuş vardı.

Galad zaman zaman kendisi gibi, arkadaşlarının cesetlerini arayan adamların yanından geçiyordu. Şaşırtıcı ölçüde az yağmacı vardı – bir savaş meydanında yağmacılara karşı gözünüzü açık tutmalıydınız. Elayne, Cairhien’den kaçmaya çalışan birkaç tanesini yakalamıştı. Onları asmakla tehdit etmişti.

Elayne sertleşti, diye düşündü Galad, kampa geri yürürken. Çizmeleri ayağında kurşun gibiydi. Bu iyi. Elayne çocukken kararlarını genelde yüreğiyle verirdi. Artık kraliçeydi ve bir kraliçe gibi davranıyordu. Bir de Galad onun ahlaki pusulasını düzeltebilseydi. Elayne kötü biri değildi, ama Galad onun –ve hükümdarların– her şeyi Galad kadar berrak görebilmesini diliyordu.

Ama hükümdarların böyle olmadığını kabullenmeye başlıyordu. Ellerinden geleni yaptıkları sürece, bunun bir sorun olmadığını kabullenmeye başlıyordu. Açık ki, onun her işin doğrusunu görebilmesi Işık’ın bir armağanıydı ve bu yetenekle doğmadıkları için başkalarını küçümsemek yanlıştı. Tıpkı tek elle doğmuş ve bu yüzden iyi bir kılıç ustası olmayan bir adamı küçümsemek gibi.

Yanından geçtiği canlıların çoğu, yerde, ceset ya da kanla kaplı olmayan nadir boş noktalarda oturuyordu. Asha’manların gelişi günü kurtarmış olsa da, bu adamlar savaş kazanmış insanlara benzemiyordu. Lav numarası Elayne’in ordusuna yeniden toparlanacak ve saldırıya geçecek zamanı tanımıştı.

O savaş hızlı ama zalim olmuştu. Trolloclar teslim olmazdı, bozguna uğrayıp kaçmalarına da izin verilmezdi. Bu yüzden Galad ve diğerleri, zafer kazanmaları gereken noktanın da ötesinde savaşmış, kan dökmüş ve ölmüşlerdi.

Trolloclar artık ölmüştü. Kalan adamlar oturmuş, ceset örtüsüne bakıyorlardı. Binlerce ölü arasındaki birkaç canlıyı arama fikri onları sersemletmiş gibiydi.

Batmaya yüz tutmuş güneş ve onu boğan bulutlar ışığı kırmızıya boyamıştı ve insanların yüzüne kanlı bir renk veriyordu.

Galad sonunda iki savaş meydanını ayıran uzun tepeye geldi. Bir yatağa –hatta yerde bir şilteye– yatmanın ne kadar güzel olacağına dair düşünceleri bastırarak, yavaşça tepeye tırmandı. Ayak altında olmayan düz bir kayanın üzerinde, pelerinine kıvrılıp yatmaya da bir şey demezdi.

Tepedeki taze hava onu sarstı. O kadar uzun zamandır kan ve ölüm soluyordu ki, temiz havanın kokusu yanlış gelmişti. Başını iki yana sallayarak, kapıyollardan geçen yorgun Sınırboyluların yanından geçti. Asha’manlar, Lord Mandragoran’ın ordularının kaçabilmesi için kuzeydeki Trollocları tutmaya gitmişlerdi.

Galad’ın işittiklerine bakılırsa, Sınırboylu orduları askerlerinin çoğunu kaybetmişti. Büyük kumandanların ihaneti Lord Mandragoran ve adamları için çok acı olmuştu. Bu Galad’ın midesini bulandırıyordu, çünkü bu savaş onun için de, Elayne’in yanındaki diğerleri için de kolay olmamıştı. Korkunç olmuştu – ve onların durumu ne kadar korkunç olursa olsun, Sınırboylular için daha da beterdi.

Galad midesini güçlükle yatıştırdı. Tepeden baktığında, savaş meydanına kaç leşçil kuşun çöktüğünü görebiliyordu. Karanlık Varlık’ın hizmetkarları düşüyordu ve Karanlık Varlık’ın hizmetkarları onlarla kendilerine ziyafet çekiyordu.