Выбрать главу

Galad sonunda Elayne’i buldu. Onun Tam al’Thor ve Arganda’ya söylediği tutkulu sözler Galad’ı hayrete düşürdü.

“Mat haklı,” dedi Elayne. “Merrilor Meydanı iyi bir savaş meydanı. Işık! Keşke insanları daha fazla istirahat ettirebilseydik. Trolloclar bizim peşimizden Merrilor’a gelmeden birkaç gün, en fazla bir haftamız var.” Başını iki yana salladı. “O Sharalıların geleceğini tahmin edebilmiş olsaydık. Deste Karanlık Varlık’ın aleyhine göründüğünde, elbette oyuna birkaç yeni kart ekleyecek.”

Galad’ın gururu, Elayne diğer kumandanlarla konuşurken ayakta dinlemesini gerektiriyordu. Ama bu sefer gururu kaybetti ve bir tabureye çöküp öne eğildi.

“Galad,” dedi Elayne, “gerçekten de Asha’manlardan birinin yorgunluğunu almasına izin vermelisin. Onlara dokunulmaz gibi davranmakta ısrar etmen aptalca.”

Galad doğruldu. “Bunun Asha’manlarla ilgisi yok,” diye terslendi. Fazla kavgacı. Sahiden yorulmuştu. “Bu yorgunluk bana bugün kaybettiklerimiz hatırlatıyor. Adamlarımın dayanması gereken bir yorgunluk. Bu yüzden, ne kadar yorgun olduklarını unutup onları fazla zorlamamak için ben de dayanmalıyım.”

Elayne kaşlarını çattı. Galad sözlerinin Elayne’i gücendirmesi hakkında endişelenmeyi uzun zaman önce bırakmıştı. Her nasılsa, onu gücendirmeden günün ne güzel olduğunu ya da çayının ne kadar sıcak olduğunu bile söyleyemiyordu.

Aybara kaçıp gitmese iyi olurdu. O adam, alınacağından korkmadan konuşabildiği bir önderdi – Galad’ın karşısına çıkan pek az önderden biri. Belki İki Nehir, Beyazcüppelerin yerleşmesi için iyi bir yer olurdu.

Aralarında tatsız bir geçmiş vardı elbette. Bu konu üzerinde çalışacaktı…

Onlara Beyazcüppe dedim, diye düşündü bir an sonra, kendi kendine. Kafamın içinde de olsa, Işığın Çocuklarını bu şekilde düşündüm. Bu hatayı yapmayalı çok uzun zaman geçmişti.

“Majesteleri,” dedi Arganda. Asha’manların lideri Logain’le Kanatlı Askerler’in yeni kumandanı Havien Nurelle’in yanında duruyordu. Kızıl El Birliği’nden Talmanes, birkaç Saldaealı kumandan ve Ejder Alayı ile birlikte yaklaştı. Ogierlerden İhtiyar Haman biraz ötede, yerde oturuyordu. Sersem bir ifadeyle uzaklara, günbatımına bakıyordu.

“Majesteleri,” diye devam etti Arganda, “bunu büyük bir zafer saydığınızı görüyorum…”

“Çünkü büyük bir zafer,” dedi Elayne. “Adamlarımızın da öyle görmesini sağlamalıyız. Sekiz saat önce tüm ordumuzun katledileceğini düşünüyordum. Ama kazandık.”

“Birliklerimizin yarısına mal oldu,” dedi Arganda usulca.

“Ben bunu bir zafer sayacağım,” diye ısrar etti Elayne. “Mutlak yıkım bekliyorduk.”

“Bugünün tek kazananı kasap oldu,” dedi Nurelle kısık sesle. Dalgın görünüyordu.

“Hayır,” dedi Tam al’Thor, “o haklı. Birlikler kayıplarının ne kazandığını görmeli. Gerçekten de bunu bir zafer olarak kabul etmeliyiz. Tarihçelerde bu şekilde geçmeli ve askerleri de bu şekilde görmeye ikna etmeliyiz.”

Galad, “Bu bir yalan,” derken buldu kendini.

“Değil,” dedi Tam al’Thor. “Bugün çok dost kaybettik. Işık, hepimiz kaybettik. Ama Karanlık Varlık bizim ölüme odaklanmamızı istiyor. Yanıldığımı söyleyebilir misin bana? Gölge’ye değil Işık’a bakmalıyız ve onu görmeliyiz, yoksa hepimiz yıkılırız.”

“Burada kazanarak,” dedi Elayne, sözcüğü vurgulayarak, “dinlenmeyi hak ettik. Merrilor’da toplanıp hazırlanabiliriz ve Gölge’ye karşı tüm gücümüzle son mücadelemizi veririz. ”

“Işık,” diye fısıldadı Talmanes. “Bunu bir daha yaşayacağız, değil mi?”

“Evet,” dedi Elayne gönülsüzce.

Galad ölüm tarlalarına baktı ve ürperdi. “Merrilor daha kötü olacak. Işık bize yardım etsin… daha kötü olacak.”

33

PRENSİN TÜTÜNÜ

Perrin gökyüzünde Katil’i kovalıyordu.

Çalkalanan, gümüş-siyah bir buluttan atladı. Karanlık gökyüzünde, Katil önünde bir bulanıklıktan ibaretti. Hava şimşeklerin ve öfkeli rüzgarların ritmiyle zonkluyordu. Arkalarında hiçbir mantık olmayan kokular Perrin’in burnunu dolduruyordu. Tear’da çamur. Yanık turta. Çürüyen çöpler. Ölüm-zambağı çiçeği.

Katil ilerideki buluta kondu, göz açıp kapayana dek döndü ve yayını çekti. Ok o kadar çabuk uçtu ki hava çıtırdadı, ama Perrin çekiciyle oku düşürmeyi başardı. Katil’le aynı fırtına bulutuna konmayı başardı, ayaklarının yere sağlam bastığını hayal etti ve bulutun buharları katılaştı.

Perrin bulutun üst tabakasında çalkalanan gri sislerin arasında koştu ve saldırdı. Çarpıştılar. Katil bir kalkan ve kılıç çağırdı. Perrin’in çekici gök gürültüsünün temposuna uyarak kalkanı dövdü. Her gümbürtüde bir darbe.

Katil kaçmak için döndü, ama Perrin onun pelerininin kenarını yakalamayı başardı. Katil sekmeye çalışırken, Perrin onların yerlerinde kaldığını hayal etti. Kalacaklarını biliyordu. Bu bir olasılık değil, gerçekti.

Bir anlığına ikisi de bulanıklaştı, sonra buluta döndüler. Katil hırladı, sonra kılıcını geriye savurdu ve pelerininin kenarını keserek kendini kurtardı. Perrin’e döndü ve kılıcı ellerinde, yan yan yürüdü. Bulut altlarında titredi ve hayaletsi bir şimşek çakınca ayaklarının altındaki sisler aydınlandı.

“Gittikçe daha sinir bozucu oluyorsun kurt eniği,” dedi Katil.

“Seninle mücadele edebilen bir kurtla hiç savaşmadın,” dedi Perrin. “Onları uzaktan öldürdün. Katliam kolaydı. Şimdi dişleri olan bir avı avlamaya çalışıyorsun Katil.”

Katil hıhladı. “Babasının kılıcını almış bir çocuk gibisin. Tehlikeli, ama neden tehlikeli olduğundan ya da silahını nasıl kullanacağından tamamen bihaber.”

“Bakalım kim…” diye başladı Perrin, ama Katil kılıcını uzatarak atıldı. Perrin kılıcını küt olduğunu, havanın yoğunlaşarak onu yavaşlattığını, derisinin silahı sektirecek kadar sert olduğunu hayal etti.

Bir an sonra kendini havada yuvarlanırken buldu.

Aptal! diye düşündü. Saldırıya o kadar odaklanmıştı ki, Katil bulutu değiştirince hazırlıksız yakalanmıştı. Perrin gürleyen buluttan geçti ve aşağıdaki açık gökyüzüne düştü. Rüzgar giysilerini çekiştiriyordu. Buluttan yağacak ok yağmurunu bekleyerek hazırlandı. Katil’in hareketleri çok tahmin edilebilir oluyordu…

Ok yağmuru gelmedi. Perrin birkaç dakika düştü, sonra bir küfür savurdu, döndü ve yerden yukarı fırlayan bir ok yağmuru gördü. Oklar ona ulaşmadan saniyeler önce sekti.

Perrin havada, otuz metre kadar yanda belirdi. Hâlâ düşüyordu. Yavaşlamaya zahmet etmedi. Bedeninin darbeye direncini arttırdı ve yere çarptı. Yer çatladı. Bir toz halkası kalktı.

Fırtına daha da kötüleşmişti. Burada yer delik deşik ve parçalanmıştı. Güneyde bir yerdeydiler, yoğun çalılıklar vardı ve ağaçlara sarmaşıklar tırmanmıştı. Yıldırımlar çok sıktı, öyle ki yeni bir tane görmeden üçe kadar sayamıyordu.

Yağmur yoktu, ama manzara ufalanıyordu. Koskoca tepeler aniden dağılıyordu. Perrin’in solundaki tepe devasa bir toz yığını gibi eridi ve bir toz ve kum ırmağı gibi rüzgara kapılarak gitti.

Perrin, Katil’in peşinde, döküntü dolu gökyüzüne sıçradı. Adam Shayol Ghul’e geri mi dönmüştü? Hayır. Gökyüzünü iki ok daha deldi ve Perrin’e doğru uçtu. Katil okların rüzgardan etkilenmemesini sağlıyordu.