“Tek söylediğim, savaşlar verildiği,” dedi Mandevwin, “ve bizim orada olmadığımız.”
“Her zaman bir yerde savaş olur,” diye yanıt verdi Vanin, Tar Valon’un dışındaki bir depoda duvara yaslanarak. Faile onları yarım kulakla dinliyordu. “Biz payımıza düşen savaşlarda savaştık. Benim tek dediğim, bu savaştan kaçınabildiğim için memnun olduğum.”
“İnsanlar ölüyor,” dedi Mandevwin kınarcasına. “Bu sıradan bir savaş değil Vanin. Bu Tarmon Gai’don’un kendisi!”
“Bu da kimsenin savaşmamız için para ödemediği anlamına geliyor,” dedi Vanin.”
Mandevwin öfkeyle kekeledi. “Son Savaş’ta savaşmak için… para ödemek… Adi herif! Bu bir ölüm kalım savaşı!”
Faile gülümseyerek levazım defterlerine baktı. İki Kızılkol kapıda aylaklık ederken, Tar Valon Alevi simgesini taşıyan hizmetkarlar Faile’in kervanını yüklüyorlardı. Arkalarında, Beyaz Kule şehrin üzerinde yükseliyordu.
Başlangıçta Faile adamların atışmasına sinirlenmişti, ama Vanin’in diğer adama sataşması ona babasının Saldaea’daki levazımcılarından biri olan Gilber’i hatırlatıyordu.
“Bak şimdi Mandevwin,” dedi Vanin, “hiç paralı asker gibi konuşmuyorsun! Lord Mat seni duysa ne derdi?”
“Lord Mat savaşacak,” dedi Mandevwin.
“Savaşması gerektiğinde savaşır,” dedi Vanin. “Bizim savaşmamız gerekmiyor. Bak, bu malzemeler önemli, değil mi? Birinin onları koruması gerekiyor, değil mi? İşte bu.”
“Ama bu iş için neden bizi istediklerini anlamıyorum. Benim Talmanes’in Birlik’i yönetmesine yardım etmem gerekiyor. Sizin de Lord Mat’i… koruyor olmanız lazım.”
Faile o cümledeki eksikliği duyabiliyordu. Herkesin aklındaki eksiklik. Lord Mat’i o Seanchanlardan korumanız lazım.
Askerler Mat’in ortadan kaybolmasını ve sonra Seanchanlarla birlikte geri dönmesini kabullenmişlerdi. Görünüşe göre ‘Lord’ Matrim Cauthon’dan bu tür davranışlar bekliyorlardı. Faile’in yanında Birlik’in en iyi elli adamından oluşmuş bir ekip vardı. Yüzbaşı Mandevwin, Teğmen Sandip ve Talmanes’in şiddetle tavsiye ettiği pek çok Kızılkol. Hiçbiri aslında Valere Borusu’nu koruduklarını bilmiyordu.
Faile’in elinde olsa on katı adam götürürdü. Şimdiki haliyle elli kişi bile şüphe çekerdi. O elli kişi Birlik’in en iyi adamlarıydı ve bazıları kumanda pozisyonlarından alınmıştı. İş görmek zorundaydılar.
Çok uzağa gitmiyoruz, diye düşündü Faile, defterin bir sonraki sayfasını inceleyerek. Malzemelerle ilgileniyormuş gibi görünmesi gerekiyordu. Neden bu kadar endişeliyim?
Cauthon ortaya çıktığına göre, Boru’yu Merrilor Meydanı’na taşıması yeterli olacaktı. Aynı korumalarla, başka yerlerden oraya üç kervan götürmüştü bile. Böylece şimdiki kervan hiç kuşku çekmeyecekti.
Birlik’i bilinçli olarak seçmişti. Çoğu kişi için yalnızca paralı askerlerdi onlar, bu yüzden ordudaki en az öneme sahip, en güvenilmez birliktiler. Ama Faile’in Mat hakkındaki şikayetlerine rağmen –onu çok iyi tanımıyor olabilirdi, ama Perrin’in ondan bahsetme tarzı yeterliydi– adamları Mat’e sadıktı. Cauthon’un çevresinde toplanan insanlar da onun gibiydi. Görevden kaçınmaya çalışıyor, işe yarar bir şey yapmak yerine kumar oynamayı ve içki içmeyi tercih ediyorlardı, ama zor durumda her biri on adam gibi savaşıyordu.
Merrilor’da, Cauthon Mandevwin ve adamlarını kontrol etmek için iyi bir sebep bulacaktı. O noktada Faile Boru’yu ona verecekti. Elbette koruma olarak Cha Faile’in bazı üyeleri de yanındaydı. Güvenebileceğinden emin olduğu insanlar istiyordu.
Yakında, Tar Valon mutlaklarının tıknaz hanımı Laras, hizmetkar kızlara parmağını sallayarak depodan çıktı. Hırpalanmış bir sandık taşıyan, topal bir genci peşine takarak Faile’e doğru yürüdü.
“Sizin için Leydim.” Laras sandığı gösterdi. “Amyrlin son anda aklına gelmiş gibi yüklere ekledi. Köyünden bir arkadaşınaymış.”
“Matrim Cauthon’un tütünü,” dedi Faile yüzünü buruşturarak. “Amyrlin’de İki Nehir tütünü olduğunu duyunca satın almakta ısrar etti.”
“Böyle bir zamanda tütün.” Laras başını iki yana sallayarak parmaklarını önlüğüne sildi. “O çocuğu hatırlıyorum. Gençliğimde onun gibi bir-iki delikanlı tanımıştım. Artık isteyen sokak kedisi gibi mutfakların çevresinde dolanırlardı. Birinin ona yapacak faydalı bir iş bulması lazım.”
“Üzerinde çalışıyoruz,” dedi Faile, Laras’ın hizmetkarı sandığı Faile’in arabasına yerleştirirken. Delikanlı sandığı güm diye bırakınca Faile irkildi. Delikanlı ellerini çırparak uzaklaştı.
Laras başını salladı ve kendi deposuna geri döndü. Faile parmaklarını sandığa koydu. Filozoflar Desen’in mizahtan anlamadığını iddia ediyordu. Desen ve Çark yalnızca vardılar. Hiçbir şeye aldırmaz ve taraf tutmazlardı. Ama Faile bir yerlerde, Yaratıcı’nın ona sırıttığını düşünmekten kendini alamıyordu. Evden ayrılırken kafası kibirli düşlerle doluydu. Boru’yu bulmak için görkemli bir maceraya atıldığını düşünen bir çocuk.
Hayat o düşleri tekmeleyip dağıtmıştı ve Faile’in düştüğü yerden kendi başına kalkması gerekmişti. Büyümüştü ve asıl önemli olan şeye dikkat etmeyi öğrenmişti. Ve şimdi… şimdi Desen, büyük kayıtsızlıkla, Valere Borusu’nu kucağına bırakmıştı.
Faile elini çekti ve sandığı açmayı reddetti. Anahtar ayrı olarak teslim edilmişti. Boru’nun gerçekten de sandıkta olup olmadığını kontrol edecekti. Ama şimdi değil. Yalnız ve güvende olduğunda.
Arabaya tırmandı ve ayaklarını sandığa dayadı.
“Yine de hoşuma gitmiyor,” diyordu Mandevwin, deponun yanında.
“Sen hiçbir şeyden hoşlanmazsın,” dedi Vanin. “Bak, yaptığımız iş önemli. Askerlerin yemek yemesi lazım.”
“Bu doğru sanırım,” dedi Mandevwin.
“Öyle!” diye ekledi yeni bir ses. Bir başka Kızılkol olan Haman onlara katılmıştı. Faile üçünün de hizmetkarların arabayı yüklemesine yardım etmediğini fark etti. “Yemek yemek harikadır,” dedi Haman. “Ve bu konuda bir uzman varsa, Vanin, o da sensin.”
Haman iri bir suratı ve yanağında şahin dövmesi olan, yapılı bir adamdı. Talmanes adama güvenirdi ve onun, her neyseler, ‘Altı Hikâyeli Katliam’dan ve Hinderstap’ten canlı kurtulmuş, deneyimli bir asker olduğunu söylerdi.
“Bak şimdi, beni yaraladın Haman,” dedi Vanin arkadan. “Hem de çok fena yaraladın.”
“Bundan kuşkuluyum,” dedi Haman gülerek. “Seni fena yaralamak için bir hamlenin onca yağı aşıp kas bulması lazım. Trolloc kılıçlarının o kadar uzun olduğunu sanmıyorum!”
Mandevwin güldü ve üç adam uzaklaştılar. Faile defterin son birkaç sayfasını gözden geçirdi, sonra Setalle Anan’ı çağırmak için arabadan inmeye yeltendi. Kadın bu kervan yolculuklarında yardımcısı olarak çalışıyordu. Ama arabadan inerken Birlik’in üç üyesinin de uzaklaşmamış olduğunu fark etti. Yalnızca ikisi gitmişti. Toplu bir adam olan Vanin hâlâ orada dikiliyordu. Faile onu gördü ve duraksadı.
Vanin hemen diğer askerlere doğru yürümeye başladı. Adam onu mu izliyordu?
“Faile! Faile! Aravine yük listelerini kontrol etmeyi bitirdiğini söylüyor. Gidebiliriz Faile.”
Olver hevesle arabanın oturağına tırmandı. Kervana katılmakta ısrar etmişti ve Birlik’in üyeleri Faile’i buna izin vermeye ikna etmişti. Setalle bile onu götürmenin akıllıca olacağını söylemişti. Görünüşe göre, daima gözetim altında olmazsa Olver’in savaşa katılmanın bir yolunu bulmasından endişeleniyorlardı. Faile gönülsüzce ona görevler vermeye başlamıştı.