Выбрать главу

“Ee?” diye sordu Sarene nefes nefese. Merrilor Meydanı’ndakiler dinlenir, bir sonraki savaşa hazırlanırken, Shayol Ghul’deki bu savaş devam ediyordu. Kızıl peçelilerin saldırısı bütün gece devam etmişti, gündüz de bitmemişti ve gece çöktüğü halde hâlâ sürüyordu.

“Onu tanıyorum galiba,” dedi Aviendha, canı sıkılarak. “İlk defa ben çocukken yönlendirdi ve büyümemesi gereken yerde algode yetiştirdi.” Peçeyi biraz daha sıyırdı. “Adı Soro’ydu. Bana iyi davramyordu. Köreden’in gözüne tükürmeye yemin ettikten sonra, günbatımında, kuru zeminde koşarak uzaklaşmasını izledim.”

“Üzgünüm,” dedi Sarene, ama sesinde hiç duygudaşlık yoktu. Aviendha kadına alışmaya başlamıştı. Sarene umursamadığından değildi; yalnızca üzüntünün dikkatini dağıtmasını istemiyordu. En azından Muhafız’ı başka yerdeyken. Aes Sedai, iyi bir Mızrağın Kızı olurdu.

“İşimize devam edelim,” dedi Aviendha, yönlendirici ekibini alıp yola çıkarak. Gece gündüz süren savaş sırasında, kadınlar dinlenmeye ihtiyaç duyduklarında Aviendha’nın ekibi değişmiş, dağılmış, bölünmüştü. Aviendha da gündüz, bir ara uyumuştu.

Ortak anlaşmayla, halkayı yöneten kendi gücünü kullanmıyordu – böylece Aviendha saatlerce savaşmış olmasına rağmen hâlâ epey güçlüydü. Bu onun av sırasında tetikte olmasını sağlıyordu. Diğer kadınları, güçlerinden faydalandığı kuyular gibi kullanıyordu.

Onları çok fazla tüketmemeye dikkat etmesi gerekiyordu. Bir kadını yorarsanız, birkaç saat uyuduktan sonra savaşa dönebilirdi. Ama tamamen tüketirseniz günlerce bir işe yaramazdı. O anda Aviendha’nın ekibinde Flinn ve üç Aes Sedai vardı. Bir adamın yakında yönlendirdiğini anlatan örgüyü öğrenmişti –bilgi Aes Sedailer ve Bilgeler arasında yayılıyordu– ama yanında erkek bir yönlendirici olması çok daha faydalıydı.

Flinn vadinin kenarındaki ateş çakmalarını işaret etti. Cesetlerin ve kavrulmuş, dumanları tüten yerlerin yanından geçerek o tarafa koştular. Aviendha şafağın gittikçe güçlenen aydınlığında, soğuk sisin içinden, Darlin’in güçlerinin hâlâ vadinin girişini tuttuğunu görebiliyordu.

Trolloclar, Ituralde’nin yaptırdığı alçak toprak setlere saldırıyordu. Her iki taraf da kayıplar vermişti. Trolloclar çok daha fazla kayıp vermişti – ama diğer yandan, sayıca çok daha üstündüler. Aviendha Trollocların toprak setlerden birini aşmış olduklarını gördü, ama yedek Domanlı süvariler gelmiş, onları püskürtüyorlardı.

Aiel grupları vadinin ağzında savaşıyorlardı. Bazıları kızıl peçeliydi, bazıları siyah. Çok fazla, diye düşündü Aviendha, elini kaldırıp ekibini yavaşlatırken. Sonra tek başına, sessizce devam etti. Kadınlardan birkaç yüz adım uzaklaşsa da güçlerinden faydalanabiliyordu.

Vadinin çıplak kayalık zemininde ilerledi. Sağında üç ceset vardı ve ikisi siyah peçeliydi. Hızla Araştırarak onları muayene etti. Eski, cesetlerin arasına saklanma numarasına kanmayacaktı. Kendisi de aynı numarayı kullanmıştı.

Bu üç adam gerçekten ölüydü, bu yüzden eğilerek yoluna devam etti. Tearlılarla Domanlıların Trollocları tuttuğu yere ek olarak, kampı ve Rand’ın savaştığı yere giden patikayı koruyan ikinci bir güç vardı. Aradaki boşlukta, Aieller ve kızıl peçeliler grup grup savaşıyor, birbirlerini alt etmeye çalışıyorlardı. Yalnız, kızıl peçelilerin bazıları yönlendirebiliyordu.

Yakında yer gümledi ve sarsıldı. Havaya toprak fışkırdı. Aviendha daha da eğildi, ama hızlandı da.

İleride, bir düzine siswai’aman, yönlendirebilen iki kızıl-peçeye saldırıyordu. Kızıl-peçeler saldıranların altındaki toprağı patlatıyor, insanları havaya fırlatıyorlardı.

Aviendha Aiellerin neden saldırmaya devam ettiğini anlayabiliyordu. Bu kızıl-peçeler bir utanç kaynağı, bir suçtu. Bilgeleri tutsak almaya cüret eden Seanchanlar bile bunlar kadar iğrenç değildi. Bir şekilde, Gölge Aiellerin en cesurlarını almış, onları bu… bu şeylere dönüştürmüştü.

Aviendha, angreal aracılığıyla halkasından güç çekerek hızla saldırdı. İki ateş hattı ördü ve onları kızıl-peçelere fırlattı. Hemen yeni örgüler ördü, iki yönlendirenin altındaki toprağı patlattı ve üçüncü örgüleri hazırlamaya başladı. Sallanan kızıl-peçelere ateş fırlattı. Biri sıçrayarak kaçtı, ama diğeri toprak patlamasına yakalandı.

Aviendha alevden mızraklar fırlattı. Sonra, emin olmak için, iki cesede büyük bir güç patlamasıyla vurdu. Bu adamlar artık ji’e’toh’a uymuyordu. Artık canlı değillerdi. Yolunması gereken yabanotlarıydı onlar.

Gidip siswai’amanları kontrol etti. Sekizi yaşıyordu, üçü yaralanmıştı. Aviendha Şifa konusunda çok iyi değildi, ama bir adamın boğazındaki yaranın kanamasını durdurarak, adamın hayatını kurtarmayı başardı. Diğer adamlar yaralıları toparladı ve kampa döndü.

Aviendha iki cesedin tepesine dikildi. Onlara yakından bakmamaya karar vermişti. Tanıdığı bir adam görmek yeterince kötüydü. Bunlar…

Bir şok dalgası yaşadı ve güç kaynaklarından biri yok oldu. Aviendha inledi. Biri daha söndü.

Halkayı hemen salıverdi ve kadınları bıraktığı yere koştu. Patlamalar ve ışık çakmalarıyla sarsıldı. Aviendha Tek Güç’e tutundu. Biraz önce kullandığı güçle karşılaştırıldığında, kendi gücü acınası ölçüde zayıf geliyordu.

Kiruna ile Faeldrin’in dumanları tüten cesetlerinin yanında durdu. Daha önce gördüğü iğrenç kadın –Aviendha’nın Terkedilmişlerden biri olduğuna gittikçe daha çok emin olduğu kadın– orada durmuş, gülümseyerek ona bakıyordu. Korkunç kadın bir elini Sarene’in omzuna koymuştu. İnce Beyaz, başını Terkedilmiş’e çevirmiş, kendinden geçmiş, hayran gözlerle bakıyordu. Sarene’in Muhafızı ayaklarının dibinde ölü yatıyordu.

İki kadın, kapıyol kullanmadan Yolculuk ederek, kendi üstlerine katlanıp gözden kayboldular. Aviendha ölülerin yanına çöktü. Yakında, Damer Flinn inledi ve kendini toprak yığınlarından kurtarmaya çalıştı. Sol kolu tamamen gitmiş, omzuna dek kavrulmuştu.

Aviendha bir küfür savurdu ve ona Şifa vermek için elinden geleni yaptı, ama Flinn kendinden geçti. Aviendha aniden çok yorgun ve çok ama çok yalnız hissetti.

35

ÇALIŞILMIŞ BİR SIRITIŞ

Olver, Rüzgar’ı özlüyordu. Bela –şu anda bindiği tıknaz, uzun tüylü kısrak– o kadar kötü değildi aslında. Yalnızca yavaştı. Olver bunu biliyordu, çünkü onu dürtükleyip duruyordu, ama Bela diğer atların arkasından ağır ağır yürümeye devam ediyordu. Olver ne yaparsa yapsın, Bela’yı daha hızlı gitmeye ikna edemiyordu. Olver atını fırtına gibi sürmek istiyordu. Bunun yerine, dingin bir ırmaktaki koca kütük gibi gidiyordu.

Alnını sildi. Afet epey korkutucuydu. Diğerleri –çoğunun atı yoktu– her adım bin Trolloc getirebilirmiş gibi yürüyordu. Geri kalan kervan mensupları, çevrelerindeki tepelere kuşkuyla bakarak alçak sesle konuşuyorlardı.

Bir küme kurumuş ağacın yanından geçtiler. Ağaçların özsuları, kabuklarındaki açık yaralardan akıyordu. O özsuyu kırmızı görünüyordu. Neredeyse kan gibi. Yakında, kervan sürücülerinden biri incelemek için uzaklaştı.

Yukarıdaki dallardan sarmaşıklar savruldu – kahverengi ve ölü görünen, ama yılan gibi hareket eden sarmaşıklar. Olver çığlık atmaya zaman bulamamıştı ki, sürücüyü ağacın üst dallarının birinden, ölü halde sarkarken gördüler.

Tüm insan sırası dehşet içinde kalakaldı. Yukarıda, ağaç ölü adamı kendine çekti ve kabuktaki bir yarıktan içine aldı. Onu sindirdi. Belki de özsuyu gerçekten kandı.