36
DEĞİŞTİRİLEMEZ ŞEYLER
Rand’ın bir sorunu vardı.
Nynaeve, Kıyamet Çukuru’nun derinliklerinde, önündeki hiçliğe doğru esen rüzgarlar tarafından sürüklenmemek için bir dikite tutundu. Moiraine ona Karanlık Varlık’ın özü adını vermişti, ama bu, onun Gerçek Güç olduğu anlamına gelmiyor muydu? Daha da kötüsü, eğer onun özü dünyadaysa, bu kurtulduğu anlamına gelmez miydi? O her neyse, doğası gereği saf şerdi ve Nynaeve’in içini hayatı boyunca hiç hissetmediği bir dehşetle dolduruyordu.
Karanlık, çevresindeki her şeyi büyük bir kuvvetle kendine çekiyordu. Nynaeve dikiti bırakırsa, içine düşeceğinden korkuyordu. Şalı çoktan uçup gitmişti. Eğer o hiçlik onu içine çekerse hayatı sona ererdi. Belki ruhu da yok olurdu.
Rand! diye düşündü Nynaeve. Ona yardım etmek için bir şeyler yapabilir miydi? Rand Moridin’in önünde duruyordu, ikisi kılıç kılıca kilitlenmişlerdi. Bir ânın içinde donmuş gibi. Rand’ın yüzünden ter akıyordu. Konuşmuyordu. Gözünü bile kırpmıyordu.
Rand’ın ayağı karanlığa dokunmuştu. O anda hem o hem de Moridin donmuştu. Heykel gibiydiler. Hava çevrelerinde uluyordu, ama onları Nynaeve’i etkilediği gibi etkilemiyor gibiydi. En az on beş dakikadır o şekilde duruyorlardı.
Toplamda, grubun Karanlık Varlık’la yüzleşmek üzere çukura girmesinin üzerinden bir saat geçmişti.
Nynaeve kayaların yerde kayıp o karanlığa emilmesini izliyordu. Giysileri güçlü bir rüzgara kapılmış gibi savrulup dalgalanıyordu. Yakında, bir başka dikite sarılmış olan Moiraine de aynı durumdaydı. Neyse ki mağarayı dolduran sülfür kokusu burada karanlığa akıyordu.
Tek Güç kullanamazdı. Tutabildiği tüm gücü Rand kullanıyordu, ama onunla hiçbir şey yapmıyormuş gibi görünüyordu. Moridin’in yanına ulaşabilir miydi? Moridin de kıpırdayamıyor gibiydi. Kafasına bir taşla vursa ne olurdu? Beklemekten daha iyiydi.
Nynaeve ilerideki hiçliğin çekişine karşı ağırlığını denedi ve dikitteki ellerini gevşetti. Hemen kaymaya başladı ve kendini geri çekti.
Son Savaş’ı bir kayaya tutunarak geçirmeyeceğim! diye düşündü. En azından aynı kayaya tutunarak geçirmeyeceğim. Hareket etme riskine girmesi gerekiyordu. Doğrudan ileri gitmek fazla tehlikeliydi, ama yan yan giderse… evet, yakında, sağında bir başka dikit vardı. Elini bıraktı ve yarı kayarak yarı koşturarak bir sonraki dikite ulaşmayı başardı. Oradan sonra yeni bir tane seçti, dikkatle ellerini bıraktı ve yenisini yakaladı.
Çok yavaş ilerliyordu. Rand, seni yün kafalı aptal, diye düşündü. Halkaya onun ya da Moiraine’in önderlik etmesine izin verseydi, o savaşırken onlar bir şey yapabilirdi belki!
Bir başka dikite ulaştı, sonra sağında bir şey görünce durdu. Neredeyse çığlık atıyordu. Orada, duvarın dibine büzülmüş, kayalar sayesinde rüzgarlardan korunan bir kadın vardı. Ağlıyor gibiydi.
Nynaeve, hâlâ Moridin’le kılıç kılıca, donmuş halde duran Rand’a baktı ve sonra kadına yaklaştı. Burada daha fazla dikit vardı ve kayalar hiçliğin çekişini kestiği için daha güvenli hareket edebiliyordu.
Nynaeve kadının yanına vardı. Kadın duvara zincirlenmişti. “Alanna?” diye bağırdı Nynaeve rüzgarın üzerinden. “Işık, burada ne işin var?”
Aes Sedai kızarmış gözlerini kırpıştırarak Nynaeve’e baktı. Kafası çalışmıyormuş gibi, donuk donuk bakıyordu. Nynaeve kadını incelerken, Alanna’nın bedenin sol tarafının tamamının karnındaki bıçak yarasıyla kanlanmış olduğunu fark etti. Işık! Nynaeve kadının yüzünün solukluğundan anlamalıydı.
Neden onu bıçaklayıp burada bırakmışlardı? Rand’la bağ kurmuştu, diye düşündü Nynaeve. Ah, Işık. Bu bir tuzaktı. Moridin, Alanna’yı kan kaybetmeye bırakmış ve sonra Rand’la yüzleşmişti. Alanna öldüğünde, Muhafızı olarak Rand öfkeden deliye dönecekti ve Moridin’in onu yok etmesi kolay olacaktı.
Rand bunu neden fark etmemişti? Nynaeve kesesinde şifalı otlar aradı ve sonra durdu. Bu noktada şifalı otların bir faydası olur muydu? Böyle bir yaraya Şifa vermek için Tek Güç kullanması gerekirdi. Nynaeve kadının giysilerini yırtarak sargılar yaptı ve sonra Şifa için saidar çekmeye çalıştı.
Gücünü Rand kullanıyordu ve bırakmadı. Nynaeve çılgın gibi onu kovalamaya çalıştı, ama Rand sıkı sıkı tuttu. Nynaeve zorladıkça daha da sıkı tuttu. Bir şekilde, onu kullanarak yönlendiriyor gibiydi, ama Nynaeve örgüleri göremiyordu. Bir şey hissedebiliyordu, ama uluyan rüzgar ve çukurun tuhaf doğası yüzünden, çevresinde dönen bir bora gibiydi. Bir şekilde Güç ona dolanmıştı.
Lanet olsun! Saidara ihtiyacı vardı! Bu Rand’ın suçu değildi Halkayı kendisi yönetirken Nynaeve’e güç veremezdi.
Nynaeve çaresizlik içinde elini Alanna’nın yarasına bastırdı. Rand’a seslenip, onu halkadan bırakmasını istemeye cesaret edebilir miydi? Bunu yaparsa, Moridin kuşkusuz o tarafa döner ve Alanna’ya saldırırdı.
Ne yapacaktı? Eğer bu kadın ölürse Rand kontrolünü kaybederdi. Muhtemelen bu onun… ve Son Savaş’ın sonu olurdu.
Mat baltasıyla tahtayı yontarak sivriltti. “Gördünüz mü,” dedi, “havalı bir şey olması gerekmiyor. Süslü marangozluğunuzu muhtarın kızını etkilemeye saklayın.”
İzleyen erkek ve kadınlar ciddi bir kararlılıkla başlarını salladılar. İki Nehir’de tanıdığı insanlar gibi çiftçi, köylü ve zanaatçılardan oluşuyorlardı. Mat’in emri altında bunlar gibi binlercesi vardı. Bu kadar çok olacaklarını hiç tahmin etmemişti. Bölgenin iyi insanları savaşmaya gelmişti.
Mat onların son adamına kadar deli olduğunu düşünüyordu. Kendisi kaçabilecek olsa, bir yerlerde bir mahzene saklanırdı. Kavrulsundu, ama denemişti.
O zarlar, Egwene Işık’ın tüm ordularının komutasını ona verdiğinden beri yaptıkları gibi, kafasının içinde takırdıyordu. Kahrolası bir ta’veren olmak beş para etmezdi.
Mat duvar örecekleri kazıkları yontmaya devam etti. Bir adam çok dikkatli izliyordu. Bu yaşlı çiftçinin öyle köselemsi bir derisi vardı ki, muhtemelen Trolloc kılıçları bile seker giderdi. Bir sebepten Mat’e tanıdık geliyordu.
Kahrolası anılar, diye düşündü Mat. Kuşkusuz bu adam Mat’e verilen eski anılardan birine benziyordu. Evet, bu kulağa doğru geliyordu. Tam olarak hatırlayamıyordu ama. Bir… araba mı vardı? Bir Soluk?
“Gel Renald,” dedi adamın arkadaşlarından biri – bir başka çiftçi, görünüşüne bakılırsa bir Sınırboylu. “Sıranın ucuna gidelim ve bakalım delikanlıları hızlandırabiliyor muyuz.”
İkisi uzaklaşırken Mat yonttuğu kazığı bitirdi ve alnını sildi. Bir başka tahta parçasına uzandı –bu koyun çobanlarına bir kez daha gösterse iyi olacaktı– ama o sırada cadin’sor giymiş biri hemen hemen bitmiş kazık duvar boyunca koşarak geldi.
Urien’in, arkadaki kuyruk dışında kısa kesilmiş, parlak kızıl saçları vardı. Mat’in yanından geçerken elini kaldırdı. “Heyecanlılar Matrim Cauthon,” dedi Urien, durmadan. “Bu yöne geliyorlar sanırım.”
“Teşekkürler,” diye seslendi Mat. “Sana borçlandım.”
Aiel koşarak döndü ve bir süre Mat’e bakarak geri geri koştu. “Bu savaşı kazan yeter! Başaracağın üzerine bir tulum oosquai üzerine iddiaya girdim.”