Yayla’nın hemen güneyinde, Hawal Geçidi’ne yaklaştıklarında Lan yavaşladı. Logain diğer elini ırmağa doğru uzattı. Sular çalkalandı, sonra görünmez bir rampanın üzerinden akarmış gibi havaya fırladı. Şiddetli bir çağlayan biçiminde diğer yana döküldü. Suyun bir kısmı ırmağın kıyılarına yayıldı.
Lan, Logain’e başını salladı ve yoluna devam etti. Mandarb’ı çağlayanın altından geçirdi ve ıslak taşların üzerinden karşıya geçti. Yukarıdaki sular güneşin ışıklarını süzüyor, peşinde Andere ve Malkierliler ile, dörtnala tünelden geçen Lan’in üzerinde ışıldıyordu. Çağlayan kükreyerek soluna dökülüyor, havaya bir sis bulutu yayıyordu.
Işığa çıktığında Lan ürperdi ve sonra koridordan Sharalılara doğru atıldı. Sağında Yayla yükseliyordu, solunda bataklık vardı, ama aralarında sağlam, düz zemin uzanıyordu. Yayla’nın tepesinde, okçular, arbaletçiler ve ejderciler yaklaşan düşmanın üzerine ölüm yağdırmak üzere bekliyordu.
Önde Sharalılar vardı, arkalarında dev bir Trolloc gücü toplanıyordu ve hepsi Yayla’nın hemen batısındaydı. Yayla’nın tepesinde, ateşlenen ejderlerin gürlemeleri havayı sarstı ve kısa süre sonra Sharalılar da kendi patlamalarıyla karşılık verdiler.
Lan kargısını indirdi, karşısındaki, Polov Yaylası’na doğru saldırıya geçen Sharalı askere nişan aldı ve çarpışmaya hazırlandı.
Elayne yana dönerek başını yukarı kaldırdı. O korkunç şarkıyı duymuştu, bir kuğurdama, bir uğultu, aynı anda hem güzel hem korkunç. Aygölgesi’ni topukladı ve yumuşak sese doğru gitti. Neredeydi?
Dashar Tepesi’nin dibindeki Seanchan kampının içlerinden geliyordu. Savaş planını ona söylemediği için Mat’i fırçalamak bekleyebilirdi. O sesin, o harika sesin kaynağını bulması gerekiyordu…
“Elayne!” dedi Birgitte.
Elayne atını tekmeledi.
“Elayne! Draghkarlar!”
Draghkar. Elayne silkelendi, sonra başını kaldırdı. Yaratıklar su damlaları gibi kampa yağıyorlardı. Kuğurtular devam ederken asker kadınlar kılıçlarını indirmiş, iri iri açılmış gözlerle izliyorlardı.
Elayne gök gürültüsü ördü. Örgü tepesinde patladı, havayı yardı ve Asker kadınların üzerine yayıldı, onların bağırarak kulaklarını tıkamalarına sebep oldu. Başına bir acı saplanan Elayne şokla gözlerini yumarak küfretti. Sonra… sonra hiçbir şey duymadı.
Amaç da buydu.
Gözlerini açılmaya zorladığında, sıska bedenleri ve hayvansı gözleriyle, Draghkarlar her yerdeydi. Kuğurdamak için dudaklarını araladılar, ama Elayne’in sağırlaşmış kulakları şarkıyı duyamadı. Elayne gülümsedi, sonra ateşten kırbaçlar örerek yaratıklara vurdu. Acı çığlıklarını da duyamadı. Ne yazık.
Elayne’in Asker kadınları kendilerine geldiler ve dizlerinin üzerinden kalkarak ellerini kulaklarından çektiler. Sersem ifadelerine bakarak, onların da sağırlaştığını anlayabiliyordu. Birgitte kısa sürede şaşkın Draghkarlara saldırı düzenledi. Yaratıkların üçü sıçrayıp uçmaya çalıştı, ama Birgitte her birini beyaz tüylü oklarla vurdu. Sonuncusu yakındaki çadıra düştü.
Elayne, Birgitte’in dikkatini çekmek için el salladı. İlk Draghkar sesi, yukarıdan değil kampın içinden gelmişti. Elayne işaret etti, Aygölgesi’ni tekmeleyerek harekete geçirdi ve Seanchanların arasındaki askerlerinin başını çekti. Her yerde, herkes ağızları bir karış açık, gökyüzüne bakıyordu. Çoğu nefes alıyor gibiydi, ama gözlerinde ölü ifadeler vardı. Draghkarlar ruhlarını tüketmişti ve bedenlerini, zengin bir adamın kesilmiş ekmek kabuğu gibi, canlı bırakmıştı.
Beceriksizce. Bu Draghkar grubu –Işık, yüzden fazla yaratık vardı– birer adamı yakalayabilir, öldürebilir, varlıkları keşfedilmeden önce geri çekilebilirdi. Uzaktan gelen savaş gürültüleri –öten borular, gürleyen ejderler, Elayne’in her birini hissedebildiği, ama sağırlaşmış kulakları yüzünden duyamadığı tıslayan ateş topları– Draghkar saldırısını bastırmıştı. Yaratıklar vurup kaçabilirlerdi, ama açgözlü davranmışlardı.
Korumaları dağılarak hazırlıksız yakalanmış Draghkarları biçmeye başladı – çoğu birer asker yakalamıştı. Kaba güçle ölçüldüğünde, yaratıklar iyi savaşçılar değildiler. Elayne örgüler hazırlayarak bekledi. Kaçmaya çalışan Draghkarları havada kavurdu.
Hepsi öldükten sonra –en azından görebildikleri– Elayne, Birgitte’in yaklaşmasını bekledi. Havada kesif bir yanık et kokusu vardı. Elayne burnunu kırıştırdı, at sırtından eğilerek Birgitte’in başını ellerine aldı ve kadının kulaklarına Şifa verdi. O bunu yaparken bebekler tekmeledi. Birine Şifa verdiği zaman mı tepki veriyorlardı, yoksa ona mı öyle geliyordu? Birgitte çevresine bakınarak geri çekilirken Elayne karnını tuttu.
Muhafızı yayına bir ok taktı ve Elayne onun korkusunu hissetti. Birgitte oku fırlattı ve bir Draghkar yakındaki bir çadırın içinde saklandığı yerden geri geri çıktı. Gözleri donuklaşmış bir Seanchan dışarı sendeledi. Yaratığın beslenmesi yarıda kesilmişti. Zavallı adamın aklı bir daha yerine gelmeyecekti.
Elayne atını çevirdi ve alana dalan Seanchan birlikleri gördü. Birgitte onlarla konuştu, sonra Elayne’le konuşmak için döndü. Elayne başını iki yana salladı ve Birgitte duraksadı, sonra Seanchanlara başka bir şey söyledi.
Elayne’in korumaları yine çevresini aldılar ve güvensiz ifadelerle Seanchanları izlediler. Elayne onları çok iyi anlıyordu.
Birgitte ona ilerlemesini işaret etti ve gittikleri yönde devam ettiler. Onlar bunu yaparken bir damane ile bir sul’dam yaklaştı ve –şaşırtıcı bir şekilde– diz kırarak Elayne’e selam verdi. Belki Fortuona denen kadın onlara yabancı hükümdarlara saygı gösterme emri vermişti.
Elayne duraksadı, ama ne yapabilirdi? Şifa için kendi kampına dönebilirdi, ama bu zaman alırdı ve Mat’le hemen konuşması şarttı. Mat her şeyi çöpe atacaksa, günlerce savaş planı yapmanın ne anlamı vardı? Elayne ona güveniyordu –Işık, güvenmek zorundaydı– ama yine de, ne yapmayı planladığını bilmesi gerekiyordu.
İçini çekti, sonra ayağını damaneye uzattı. Kadın kaşlarını çattı, sonra sul’dam’a baktı. İkisi de bunu hakaret kabul etmiş gibiydi. Elayne kesinlikle hakaret olsun diye yapmıştı zaten.
Sul’dam başını salladı ve damanesi Elayne’in bacağına, tam botunun üzerine denk gelen yere dokundu. Elayne’in sağlam botları bir kraliçenin değil, bir askerin giyeceği türdendi, ama savaşa terlikle girmeye niyeti yoktu.
İçinden küçük, buz gibi bir şok dalgası geçti ve işitme duyusu yavaş yavaş geri geldi. İlk önce pes sesleri duydu. Patlamalar. Ejder ateşlerinin uzak gümlemeleri, yakında akan ırmak. Konuşan Seanchanlar. Sonra orta derecedeki sesler geldi, sonra da bir ses seli. Hışırdayan çadır kapakları, askerlerin çığlıkları, boru sesleri.
“Söyle diğerlerine de Şifa versinler,” dedi Elayne, Birgitte’e.
Birgitte tek kaşını kaldırdı. Elayne’in emri neden bizzat vermediğini merak ediyordu muhtemelen. Eh, bu Seanchanlar kimlerin kimlerle konuşabileceğine çok dikkat ediyordu. Elayne bu kadınlara onlarla doğrudan konuşma şerefini bahşetmeyecekti.
Birgitte emri iletti ve suldamın dudakları gerildi. Saçlarının iki yanı tıraşlanmıştı; asil bir kadındı. Işık izin verdiyse, Elayne ona yine hakaret etmeyi başarmıştı.