Выбрать главу

“Kumar oynamanın tam zamanı. Elayne, sayıca ne kadar zayıf olduğumuzu görüyor musun? Demandred saldırdığında zemini hissedebiliyor musun? O doğrudan kumanda binasına Yolculuk yapıp bize saldırmadığı için şanslıyız – Rand’ın burada bir yerlerde saklandığından ve pusuya düşeceğinden korktuğunu tahmin ediyorum. Ama, kan ve lanet küller, gerçekten güçlü. Kumar oynamazsak öldük. Bittik. Gömüldük.”

Elayne sustu.

“İskambil oyunlarının özelliği şu,” dedi Mat, bir parmağını kaldırarak. “Kartlar zar gibi değildir. Zar oyunlarında, mümkün olduğunca çok atış kazanmak istersin. Çok atış, çok kazanç. Gelişigüzeldir, anladın mı? Kartlarda, diğer oyuncuların ortaya para koymasını istersin. Çok para koymasını. Bunu önce biraz kazanmalarına izin vererek yaparsın. Ya da çok kazanmalarına.

“Burada bu zor değil, çünkü sayıca azınlıktayız ve eziliyoruz. Kazanmanın tek yolu tüm paramızı doğru ele yatırmak. Kartlarda doksan dokuz kere kaybedebilirsin, ama o doğru eli kazanırsan kazançlı çıkarsın. Düşman ortaya pervasızca çok para koymaya başlarsa. Kayıplarını kullanmayı başarırsan.”

“Yaptığın şey bu mu?” diye sordu Elayne. “Kaybettiğimiz numarasını mı yapıyorsun?”

“Kanlı küller, hayır,” dedi Mat. “Böyle bir numara yapamam. Demandred kesin anlar. Gerçekten kaybediyorum, ama aynı zamanda izliyorum. O son bahsi bekliyorum, tüm kaybettiklerimi kazanacağım oyunu.”

“Ne zaman hamle yapacağız?”

“Doğru kartlar geldiği zaman,” dedi Mat. Elini kaldırarak Elayne’in itirazını engelledi. “Bileceğim Elayne. Kahrolası bileceğim. Tek söyleyebileceğim bu.”

Elayne şişkin karnının üzerinde kollarını kavuşturdu. Işık, o göbek her gün daha da büyüyor gibiydi. “İyi. Andor güçleri için planların ne?”

“Tam ve adamları ırmak boyunda, harabelerin yakınına konuşlandı,” dedi Mat. “Ordularının kalanına gelince, geçide yardım etmeni istiyorum. Demandred muhtemelen buranın kuzeyindeki Trollocların ırmağı geçebileceğini ve Shienar tarafında bizim askerlerimizi ırmak aşağı sürebileceğini düşünüyor. Bu arada, Trollocların kalanı ve Sharalılar Yayla’dan inerek, bizi geçitten karşıya ve ırmak yukarı sürecek.

“Bizi iki yandan sarıp sıkıştırmaya ve işimizi bitirmeye çalışacaklar. Yalnız, Demandred ırmağın akmasını engellemek için Mora’dan yukarı bir güç gönderdi ve yakında bu işte başarılı olacaklar. Bakalım bunu lehimize döndürmenin bir yolunu bulabilecek miyiz. Ama ırmak dindiği zaman, ırmak yatağını geçerek saldıracak Trollocları durdurmak için sağlam bir savunmaya ihtiyacımız olacak. Senin güçlerin işte bu işe yarayacak.”

“Gideceğiz,” dedi Elayne.

“Biz mi?” diye sordu Birgitte.

“Ben de birliklerimle at süreceğim,” dedi Elayne, atların bağlandığı yere doğru yürüyerek. “Burada bir şey yapamayacağım gittikçe daha fazla belli oluyor. Mat de kumanda binasından uzaklaşmamı istiyor. O zaman ben de giderim.”

“Savaşa mı?” dedi Birgitte.

“Zaten savaştayız Birgitte,” dedi Elayne. “Sharalı yönlendiriciler dakikalar içinde Dashar Tepesi’ne ve bu yarığa binlerce adamla saldırabilir. Gel. Söz veriyorum, çevreme o kadar çok Muhafız koymana izin vereceğim ki, bir düzinesinin üzerine tükürük sıçratmadan hapşıramayacağım bile.”

Birgitte içini çekti ve Mat ona teselli edercesine baktı. Birgitte başını sallayarak Mat’e veda etti ve sonra Elayne’le birlikte uzaklaştı.

Tamam, diye düşündü Mat, kumanda binasına geri dönerek. Elayne yapması gerekeni yapıyordu ve Talmanes de işaretini anlamıştı. Şimdi sıra asıl işe gelmişti.

Tuon’u istediği şeyi yapmaya ikna edebilir miydi?

Galad, Işığın Çocukları’nın süvarilerinin başında, Mora boyunda, harabelerin yakınında geniş bir saldırıya geçmişti. Trolloclar burada daha fazla sal köprü kurmuşlardı ve ırmaktaki cesetler bir göletteki güz yaprakları kadar yoğundu. Okçular işlerini iyi yapmışlardı.

Irmağı geçmeyi başaran Trolloclar da Işığın Çocukları’yla karşı karşıya geleceklerdi. Galad mızrağını sıkıca tutarak eğildi ve iriyarı, ayı suratlı bir Trolloc’un boynunu yardı. O mızrağının ucundan kan akarak yoluna devam ederken Trolloc arkasında dizleri üzerine çöktü.

Galad atı Sidama’yı Trolloc yığınının içine doğru sürerek devrilmelerine ya da sıçrayarak kaçışmalarına sebep oldu. Bir süvari saldınsının gücü sayısal üstünlükteydi ve Galad’ın kenara kaçırttığı Trolloclar arkadan gelen atların altında ezilecekti.

Saldırısını Tam’in adamlarından bir ok yaylımı izledi. Sendeleyerek ırmak kıyılarına çıkan ana Trolloc ordusunu ok yağmuruna tuttular. Arkadakiler öndekileri ittiler ve yaralıları ezdiler.

Golever ve pek çok Işığın Çocuğu, Galad’a katılırken saldırı –Trollocların ön saflarını tarayarak boylu boyunca ilerliyorlardı– düşman sırasının sonunu buldu. Galad ve adamları atlarını şahlandırarak durdular, mızraklarını kaldırarak döndüler ve dörtnala kalkarak ana güçten ayrılmış, tek başlarına savaşan küçük insan gruplarını aramaya başladılar.

Buradaki savaş meydanı devasaydı. Galad bir saatten fazla zamanı bu tür gruplar bulup kurtarmaya ve onları harabelere yollamaya ayırdı. Orada, Tam ya da kumandanlarından biri onlardan yeni birlikler oluşturacaktı. Sayıları yavaş yavaş azaldı ve önceki saflar birbirine kanştı. Artık Işığın Çocukları’na yalnızca paralı askerler eşlik etmiyordu. Galad’ın Ghealdanlılardan, Kanatlı Muhafızlardan adamları vardı. İki de Muhafız vardı: Kline ve Alix. İkisi de Aes Sedaisini kaybetmişti. Galad o ikisinin çok uzun sûre hayatta kalmasını beklemiyordu, ama korkunç bir vahşetle savaşıyorlardı.

Bir grup adamı daha harabelere gönderdikten sonra, Galad Sidama’yı yavaşlattı ve atının sık nefeslerini dinledi. Irmak kenarındaki bu alan kanlı bir ceset ve çamur yığınına dönüşmüştü. Cauthon burayı Işığın Çocukları’na bırakmakta haklı çıkmıştı. Belki de Galad adama biraz güvenmiş olmalıydı.

“Ne zamandır savaşıyoruz, ne dersin?” diye sordu Golever, yanından. Diğer Çocuk’un önlüğü yırtılmış, altından zırhı görünüyordu. Bir Trolloc kılıcı zırhın yan tarafındaki halkaları ezmişti. Zırh dayanmıştı, ama kan lekesi oradaki pek çok halkanın Golever’in kapitone ceketini yırtıp böğrüne gömüldüğünün göstergesiydi. Kanama çok kötü görünmüyordu, bu yüzden Galad bir şey söylemedi.

“Öğlen oldu,” diye tahmin yürüttü Galad, ama bulutlar yüzünden güneşi göremiyordu. Dört-beş saattir savaştıklarından emin sayılırdı.

“Sence gece dururlar mı?” diye sordu Golever.

“Bundan kuşkuluyum,” dedi Galad. “Bu savaş o kadar sürerse.”

Golever ona endişeyle baktı. “Sence…”

“Neler olduğunu takip edemiyorum. Anlayabildiğim kadarıyla Cauthon buraya bir sürü birlik gönderdi ve Yayla’daki herkesi geri çekti. Neden bilmiyorum. Ve ırmaktaki su… sence de kesik kesik akmıyor mu? Irmak yukarısındaki savaş kötü gidiyor olmalı…” Başını iki yana salladı. “Belki savaş meydanının daha geniş bir kısmını görsem Cauthon’un planını anlayabilirdim.”

Galad bir askerdi. Bir askerin emirleri uygulamak için tüm savaşı görmesi gerekmezdi. Ama Galad genelde aldığı emirlere bakarak stratejiyi çıkartabilirdi.

“Hiç bu kadar büyük bir savaş hayal etmiş miydin?” diye sordu Golever, başını çevirerek. Arganda’nın piyadeleri ırmaktaki Trolloclara saldırıyordu. Gittikçe daha fazla Gölgedölü karşıya geçiyordu – Galad korkuyla, ırmağın akmayı bıraktığını fark etti.