Çeşmenin ortasındaki heykelde tanıdık yüzler gördü ve sırtını döndü.
Daha bitmedi, diye düşündü. Bu henüz gerçek değil. Bu gerçekliği olasılık ipliklerinden örmüştü, dünyanın aynalarından. Henüz kesinleşmemişti.
Kendi yarattığı imgeye girdiğinden beri ilk defa özgüveni sarsıldı. Son Savaş’ın bir başarısızlık olmadığını biliyordu. Ama insanlar ölüyordu. Tüm ölümleri, tüm acıları bitirmeyi mi düşünmüştü?
Bu benim savaşım olmalı, diye düşündü. Onların ölmesi gerekmemeli. Kendi fedakarlığı yeterli değil miydi?
Aynı soruyu defalarca sormuştu kendine.
İmge titredi, ayaklarının altındaki güzel taşlar sallandı, binalar dalgalandı. İnsanlar yerlerinde dondular ve sesler soldu. Küçük bir yan sokakta, iğne ucu kadar karanlık belirdi ve yayıldı, yakınındaki her şeyi içine çekerek yuttu. Ev boyutuna geldi ve yayılmaya devam etti.
DÜŞÜN ZAYIF, DÜŞMAN.
Rand iradesini bastırdı ve titreme durdu. Donmuş olan insanlar yürümeye devam ettiler ve rahat gevezelikleri geri döndü. Kaldırımda yumuşak bir rüzgar esti ve direklerdeki, kutlamayı ilan eden flamaları hışırdattı.
“Bunun olmasını sağlayacağım,” dedi Rand karanlığa. “Bu senin başarısızlığın. Mutluluk, büyüme, sevgi…”
BU İNSANLAR ARTIK BENİM. ONLARI BEN ALACAĞIM.
“Sen karanlıksın,” dedi Rand yüksek sesle. “Karanlık, Işık’ı süremez. Karanlık yalnızca Işık olmadığında, kaçtığında vardır. Ben başarısız olmayacağım. Kaçmayacağım. Ben yolunu tıkadığım sürece kazanamazsın Shai’tan.”
GÖRECEĞİZ.
Rand karanlığa sırtını döndü ve çeşmenin çevresinde kararlılıkla yürümeye devam etti. Meydanın diğer yanında, görkemli beyaz basamaklar dört katlı ve inanılmaz bir ustalıkla yapılmış bir binaya çıkıyordu. Rölyeflerle bezenmiş bakır çatılı bina flamalarla süslenmişti. Yüz sene. Yaşamla dolu, barışla geçen yüz sene.
Basamakların tepesinde duran kadının yüz hatları tanıdıktı. Saldaea kanı ima ediyordu, ama kesinlikle İki Nehirli görünen siyah kıvırcık saçları da vardı. Perrin’in torunu, Emond Meydanının valisi Leydi Adora. O anma söylevini verirken Rand basamakları tırmandı. Kimse onu fark etmedi. Rand imgeyi, onların kendisini fark etmeyeceği şekilde tasarlamıştı. Kadın kutlama gününü ilan ederken, Rand bir Gri Adam gibi arkasına geçti. Sonra binaya girdi.
Önden öyle görünse de, bir hükümet binası değildi. Çok daha önemli bir yerdi.
Bir okul.
Sağda, geniş koridorlara saraydakilerle yarışan tablolar ve süsler asılmıştı – ama bunlar, Anla’dan Thom Merrilin’e, geçmişin büyük öğretmenlerini ve öykücülerini betimliyordu. Rand koridorda gezinerek, en fakir çiftçiden Vali’nin çocuklarına kadar herkesin gelip bilgi edinebileceği sınıflara baktı. Öğrenmek isteyen herkesi kabul edebilmek için, binanın büyük olması gerekiyordu.
CENNETİN KUSURLU, DÜŞMAN.
Rand’ın sağındaki ayna karanlıkla doluydu. Koridoru değil, ONUN varlığını yansıtıyordu.
ACIYI YOK EDEBİLECEĞİNİ Mİ DÜŞÜNÜYORSUN? KAZANSAN BİLE YOK EDEMEZSİN. O KUSURSUZ CADDELERDE, YİNE GECELERİ İNSANLAR ÖLDÜRÜLECEK. HİZMETKARLARININ ÇABALARINA RAĞMEN ÇOCUKLAR AÇ KALACAK. ZENGİNLER İSTİSMAR EDECEK VE YOZLAŞTIRACAK; YALNIZCA, BUNU SESSİZCE YAPACAKLAR.
“Böylesi daha iyi,” diye fısıldadı Rand. “Böylesi iyi.”
YETERLİ DEĞİL VE ASLA YETERLİ OLMAYACAK, DÜŞÜN KUSURLU. DÜŞÜN BİR YALAN. DÜNYANIN TANIDIĞI TANIYACAĞI TEK DÜRÜSTLÜK BENİM.
Karanlık Varlık ona saldırdı.
Bir fırtına gibi geldi. Öyle korkunç bir rüzgar ki, Rand’ın derisini kemiklerinden koparmakla tehdit etti. Rand hiçliğe bakarak dimdik durdu ve kollarını arkasında çaprazladı. Saldırı imgeyi parçaladı – güzel şehir, gülen insanlar, eğitim ve barışa adanmış anıt. Karanlık Varlık onu yuttu ve bir kez daha, yalnızca bir olasılığa dönüştü.
Silviana Tek Güç tuttu, onun içini doldurduğunu, dünyayı aydınlattığını hissetti. Saidar tuttuğunda her şeyi görebiliyormuş gibi hissediyordu. Muhteşem bir duyguydu. Yalnızca bir duygu olduğunu hatırladığı sürece. Gerçeklik değildi. Saidarın cazibesi pek çok kadını aptalca şeyler yapmaya teşvik etmişti. Pek çok Mavi bir noktada bunu yapmıştı kesinlikle.
Silviana atının sırtında ateş ördü ve Sharalı askerleri yerle bir etti. İğdiş atı Akrep’i, yönlendirilirken huzursuz olmayacak şekilde eğitmişti.
“Okçular, geri çekilin!” diye bağırdı Chubain hemen arkasından. “Gidin, gidin! Ağır süvari birlikleri, ileri!” Zırhlı piyadeler, yamaçlardaki şaşkın Sharalılarla karşılaşmak üzere, baltalar ve gürzlerle ilerlediler. Kargı daha iyi olurdu, ama herkese yetecek kadar kargıları yoktu.
Düşmana bir ateş topu daha fırlatarak yolu açtı, sonra dikkatini yamacın yukarısındaki Sharalı okçulara çevirdi.
Egwene’in güçleri bataklıkların çevresinden dolandıktan sonra iki saldırı grubuna bölünmüştü. Aes Sedailer, Beyaz Kule piyadeleriyle hareket ediyor, Yayla’daki Sharalılara batıdan saldırıyorlardı. Artık yangınlar söndürülmüştü ve çoğu Trolloc aşağıda saldırmak için Yayla’dan inmişti.
Egwene’in ordusunun, daha çok süvarilerden oluşan diğer yarısı, bataklıkların kenarından geçide doğru giden koridora gönderilmişti. Elayne’in geçidin çevresindeki bölgeyi savunan birliklerine saldırmak için yamaçtan aşağı inen Trollocların savunmasız arka saflarına saldırmışlardı.
İlk grubun ana hedefi batı yamacına tırmanmaktı. Silviana onları püskürtmek için yaklaşan Sharalılara dikkatle nişan alarak bir dizi şimşek yolladı.
“Piyadeler yamacı tırmanmayı başardığında,” dedi Chubain, Egwene’in yanından, “Aes Sedailer başlayacak… Anne?” Chubain sesini yükseltmişti.
Silviana atının sırtında döndü ve Egwene’e korkuyla baktı. Amyrlin yönlendirmiyordu. Yüzü solmuştu ve titriyordu. Bir örgünün saldırısına mı uğramıştı? Silviana örgü göremiyordu.
Yamacın tepesinde toplanan şekiller Sharalı piyadeleri sürüyordu. Yönlendirmeye başladılar ve Beyaz Kule ordusunun üzerine yıldırımlar düştü. Her biri havayı çatırdatarak, insanları sersemletecek kadar parlak ışık çakmaları yarattılar.
“Anne!” Silviana atını dürtükleyerek Egwene’e yaklaştı. Demandred ona saldırıyor olmalıydı. Silviana ek güç için Egwene’in ellerindeki sa’angreale dokunarak bir kapıyol ördü. Egwene’in arkasından gelen Seanchan kadın Amyrlin’in dizginlerini yakaladı ve atı çekerek kapıyoldan güvenli bir yere götürdü. Silviana da, “O Sharalılara karşı direnin! Erkek yönlendiricileri uyarın; Demandred, Amyrlin Makamı’na saldırdı!” diye bağırarak takip etti.
“Hayır,” dedi Egwene zayıfça. Atlar geniş çadıra girerken eyerinde sallandı. Silviana onu daha da uzağa götürmek isterdi, ama bölgeyi uzun bir sıçrayışa yetecek kadar tanımıyordu. “Hayır, bu…”
“Sorun ne?” diye sordu Silviana. Atını Egwene’inkine yaklaştırdı ve kapıyolu kapattı. “Anne?”
“Gawyn,” dedi Egwene, solgun, titreyerek. “Yaralandı. Fena yaralandı. Ölüyor Silviana.”
Ah, Işık, diye düşündü Silviana. Muhafızlar! O aptal çocuğu gördüğünden beri böyle bir şeyden korkuyordu.
“Nerede?” diye sordu.