“Burada olmaman gerekiyor!” dedi Min. “Sana söyledim. Gareth Bryne’ın yanından ayrılma.”
“Onun yanından ayrılmadım. Neredeyse iç çamaşırları kadar yakındım, bilmeni isterim. Sırf bu yüzden birbirimizin hayatını kurtardık, bu yüzden görülerin doğruydu sanırım. Hiç yanıldıkları oldu mu?”
“Hayır, bunu sana söylemiştim,” diye fısıldadı Min. “Asla. Siuan… Bryne’ın yanında gördüğüm hale, birlikte kalmazsanız ikinizin de öleceğini anlatıyordu. Şu anda senin de üzerinde. Ne yaptığını düşünüyorsan düşün, görü henüz tamamlanmadı. Hâlâ orada.”
Siuan bir an yerinde donakaldı. “Cauthon tehlikede.”
“Ama…”
“Umurumda değil kızım!” Yakında, yer Tek Güç’ün kuvvetiyle titredi. Damaneler saldırıya karşılık veriyorlardı. “Cauthon ölürse bu savaşı kaybederiz! Bu yüzden ikimiz de ölsek bile umurumda değil. Yardım etmek zorundayız. Yürü!”
Min başını salladı, sonra Siuan’la birlikte hasar görmüş binanın kenarında ilerledi. Dışarıdaki ateş savaşı bir patlamalar, duman ve alev kargaşasıydı. Ölümnöbetçileri, çevrelerinde katledilen yoldaşlarına aldırış etmeden kılıçlarını çekmiş, Sharalılara saldırıyorlardı. Bu en azından yönlendiricileri meşgul ediyordu.
Kumanda binası öyle bir ısıyla yanıyordu ki, Min kolunu kaldırarak gerilemek zorunda kaldı.
“Dur bir dakika,” dedi Siuan, sonra Tek Güç kullanarak yakındaki fıçıdan küçük bir su sütunu çekti ve üstlerine serpti. “Alevleri söndürmeye çalışacağım,” dedi, su sütununu kumanda binasına doğru çevirerek. “Tamam. Gidelim.”
Min başını salladı ve Siuan’la birlikte alevlerin içine daldı. İçerideki tenmi duvarların hepsi yanıyordu ve hızla tükeniyordu. Tavandan ateş damlıyordu.
“Orada,” dedi Min, sıcaklık ve dumanın getirdiği gözyaşlarına karşı gözlerini kırpıştırarak. Binanın ortasında çabalayan karanlık şekilleri ve Mat’in alevler içindeki harita masasını işaret etti. Mat’le dövüşen üç-dört kişi var gibiydi. Işık, hepsi Gri Adamlardı – tek bir tane değil! Tuon yerdeydi.
Min koşarak, pek çok korumayla birlikte, bir de sul’dam’ın yanından geçti. Siuan Tek Güç kullanarak Gri Adamlardan birini Mat’in üzerinden çekti. Korumaların cesetleri yerde, ateşe karşı gölgeler yaratıyordu. Bir damane hâlâ yaşıyordu. Dehşet içinde bir köşeye büzülmüştü ve tasması yerdeydi. Sul’damı biraz ötede, kıpırdamaksızın yerde yatıyordu. Tasma elinden düşmüştü anlaşılan; sonra damane sine ulaşmaya çalışırken öldürülmüştü.
“Bir şey yap!” diye bağırdı Min kıza, onu kolundan yakalayarak.
Damane gözyaşları içinde başını iki yana salladı.
“Kavrul…” dedi Min.
Binanın tavanı inledi. Min, Mat’in yanına koştu. Bir Gri Adam ölmüştü, ama iki tane daha vardı ve Seanchan koruma üniformaları giymişlerdi. Min canlı olanları görmekte güçlük çekiyordu. Her açıdan, doğal olamayacak kadar sıradandılar. Kesinlikle tarifi imkansız.
Mat bağırarak adamlardan birini bıçakladı, ama mızrağı yanında değildi. Min onun nerede olduğunu bilmiyordu. Mat pervasızca öne atıldı ve böğrüne bir bıçak darbesi aldı. Neden?
Tuon, diye fark etti Min, sendeleyip durarak. Gri Adamlardan biri onun kıpırtısız şeklinin yanında diz çökmüş, hançerini kaldırıyordu. Adam. ..
Min fırlattı.
Mat, Tuon’dan bir-iki metre uzakta yere devrildi. Son Gri Adam onu bacaklarından yakalamıştı. Min’in bıçağı alevleri yansıtarak döne döne gitti ve Tuon’un tepesindeki Gri Adam’ın göğsüne saplandı.
Min nefes verdi. Hayatı boyunca, bir bıçağın hedefini bulduğuna bu kadar sev inmemişti. Mat küfrederek dönmüş, ona saldıran adamın yüzünü tekmeliyordu. Adamı bıçakladı, sonra Tuon’un yanına koştu ve onu omzuna kaldırdı.
Min onu karşıladı. “Siuan da burada. O…”
Mat işaret etti. Siuan binanın zemininde yatıyordu. Gözleri donmuştu ve başının üzerindeki tüm imgeler yok olmuştu.
Ölmüştü. Min, yüreği burkularak yerinde dondu. Siuan! Öldüğüne inanmakta güçlük çekerek yanına gitti. Siuan’ı ve yanındaki duvarın yarısını etkileyen ateş patlaması yüzünden giysileri yanmıştı.
“Dışarı!” dedi Mat öksürerek ve Tuon’a sarılarak. Yarı yanmış bir duvarı omuzladı ve dışarı çıktı.
Min inleyerek Siuan’ın cesedini bıraktı. Üzüntüsü ve duman yüzünden dolan gözlerini kırpıştırdı. Öksürerek, Mat’in peşinden açık havaya çıktı. Dışarısı o kadar tatlı, o kadar soğuk kokuyordu ki. Arkalarında, bina gıcırdadı ve sonra yıkıldı.
Birkaç saniye sonra Min ve Mat, Ölümnöbetçileri tarafından kuşatıldılar. Teki bile Tuon’u Mat’ten almaya çalışmadı – Tuon, sığ bir şekilde olsa da, hâlâ nefes alıyordu. Mat’in yüzündeki ifadeye bakarak, bunu başarabileceklerini de sanmıyordu Min.
Elveda Siuan, diye düşündü Min, Ölümnöbetçileri onu Dashar Tepesi’nin dibindeki savaştan uzağa götürürlerken dönüp arkasına bakarak. Yaratıcı ruhuna kucak açsın.
Diğerlerine haber gönderip Bryne’ı korumalarını isteyecekti, ama içten içe bunun boşuna olacağını biliyordu. Siuan öldüğü anda Bryne intikam gazabına kapılmış olmalıydı ve o olmasa bile, görü vardı.
Min asla yanılmamıştı. Bazen bundan nefret ediyordu. Ama hiç yanılmamıştı.
“Siz örgülerini hedef alın,” diye bağırdı Egwene. “Ben saldırırım!”
Emirlerine uyulup uyulmadığını görmek için beklemedi. Vora’nın sa’angreali aracılığıyla çekebildiğince güç çekti ve saldırdı. Yamaç yukarı üç ayrı ateş şeridini, siper almış Sharalılara doğru fırlattı.
Çevresinde, Bryne’ın eğitimli birlikleri, savaş hatlarını korumaya çalışarak Sharalı askerlerle savaşıyorlar, Yayla’nın batı yamacına tırmanıyorlardı. Yamaç, iki tarafın fırlattığı örgüler yüzünden, yüzlerce çukurla delik deşik olmuştu.
Egwene çaresizce savaşarak ilerlemeye çalışıyordu. Gawyn’in yukarıda olduğunu hissedebiliyordu, ama onun baygın olduğunu düşünüyordu. Gawyn’in hayat kıvılcımı o kadar hafifti ki yönünü güçlükle sezebiliyordu. Tek umudu, savaşa savaşa Sharalıları aşmak ve ona ulaşmaktı.
Egwene yukarıdaki Sharalı kadını buharlaştırırken yer sarsıldı. Saerin, Doesin ve diğer Aes Sedailer düşman örgülerini savuşturmaya odaklanırken, Egwene saldırılar göndermeye devam etti. Öne adım attı. Bir adım daha.
Geliyorum Gawyn, diye düşündü çılgına dönerek. Geliyorum.
“Rapor vermeye geldik Wyld.”
Demandred bir anlığına habercileri görmezden geldi. Bir atmacanın kanatlarında uçarak, kuşun gözleriyle savaşı inceliyordu. Kuzgunlar daha iyiydi, ama ne zaman onlardan birini kullanmaya kalksa, Sınırboylulardan biri kuşu vurup düşürüyordu. Çağlar boyunca hatırlanacak onca başka şey varken neden bunu hatırlıyorlardı?
Fark etmez. Atmaca onun kontrolüne direniyor olsa da iş görürdü. Kuşu savaş meydanının üzerinde uçurarak safları, güç dağılımını ve birliklerin ilerleyişini inceledi. Başkalarının raporlarına güvenmesi gerekmiyordu böylece.
Neredeyse aşılmaz bir avantaj olmalıydı. Lews Therin böyle bir hayvanı kullanamazdı. Yalnızca Gerçek Güç’ün bahşettiği bir armağandı bu. Demandred sadece ince bir Gerçek Güç sızıntısı yönlendirebiliyordu – yıkıcı örgülere yetecek kadar değil, ama tehlikeli olmanın başka yolları da vardı. Ne yazık ki Lews Therin’in de kendi avantajı vardı. Savaş meydanını gören kapıyollar? Bu çağın insanlarının neler keşfettiği huzursuz ediciydi. Efsaneler Çağı’nda bilinmeyen şeyler.