“Harabelerin yakınındaki savaşı kaybedeceksin Demandred,” dedi M’Hael kibirli bir gülümsemeyle. “Oradaki Trollocların ezilecek. Düşmana karşı sayıca çok üstündün, ama yine de seni yenecekler! Bizim en büyük kumandanımız olduğunu sanıyordum, ama bu güruha karşı savaş kaybediyorsun, öyle mi? Hayal kırıklığına uğradım.”
Demandred iki parmağını kayıtsızca kaldırdı.
Yakındaki iki düzine Sharalı yönlendirici onunla Tek Güç arasına kalkanlar oturtunca M’Hael irkildi. Onu Hava’yla sardılar ve geriye çektiler. M’Hael çabaladı, Gerçek Güç’ün havayı çarpıtan halesi onu kuşattı, ama Demandred daha hızlıydı. Yanan Ruh ipliklerinden Gerçek Kalkan’a karşı bir kalkan ördü.
İplikler havada titriyordu. Her biri minicik, çarpık enerji dikenlerinden oluşmuştu ve uçları hiçlikte sona eriyordu.
Demandred’in kalkanı M’Hael’in gücünü çalıyor ve adamı bir kanal olarak kullanıyordu. Demandred Gerçek Güç’ü toparladı ve elinin üzerinde asılı duran, güçle çıtırdayan bir küre ördü. Onu yalnızca M’Hael görebiliyordu ve Demandred onu tüketirken adamın kibirli gözleri iri iri açıldı.
Bir halka kurmaya benziyordu. Demandred’in Ayyadlarının örgüleriyle tutsak edilmişken enerjisinin çekilmesi M’Hael’in titremesine ve terlemesine sebep oluyordu. Bu akış, eğer kontrol altında tutulmazsa, M’Hael’i tüketirdi – tıpkı kıyılarından taşan bir ırmak gibi, Gerçek Güç’ün akışıyla ruhu lime lime olurdu. Demandred’in ellerindeki kıvranan iplikler kütlesi zonklayıp çıtırdıyor, havayı çarpıtıyor, Desen’i çözmeye başlıyordu.
Yerde, Demandred’den dışarı doğru minik çatlaklar yayılmaya başladı. Hiçliğe açılan çatlaklar.
Demandred, M’Hael’e doğru yürüdü. Adam spazm geçirmeye başlamıştı, dudaklarından tükürükler damlıyordu.
“Beni iyi dinleyeceksin M’Hael,” dedi Demandred alçak sesle. “Ben diğer Seçilmişler gibi değilim. Sizin siyasi oyunlarınız zerre umurunda değil. Yüce Efendi’nin hanginize iltimas geçtiği, Moridin’in hanginizin kafasını okşadığı umurumda değil. Ben yalnızca Lews Therin’e aldırıyorum.
“Bu benim savaşım. Sen benimsin. Seni Gölge’ye ben getirdim ve seni ben yok edebilirim. Burada yaptıklarıma müdahale edersen, seni mum gibi söndürürüm. Çalıntı Dehşetlordların ve eğitimsiz yönlendiricilerinle kendini güçlü saydığının farkındayım. Sen bir çocuk, bir bebeksin. Adamlarını al ve istediğin gibi kargaşa yarat, ama benim yoluma çıkma. Ganimetimden de uzak dur. Düşman generali benimdir.”
Vücudu titreyerek ona ihanet ediyor olsa da, M’Hael’in gözleri korku değil nefretle doluydu. Evet, bu adam her zaman umut vaat etmişti.
Demandred elini çevirdi ve toparladığı Gerçek Güç’le bir şerateş seli salıverdi. Kor beyaz yıkım akışı aşağıdaki orduları delip geçti ve dokunduğu her erkeği ve kadını yok etti. Biçimleri ışık beneklerine ve sonra toza dönüştü ve yüzlercesi buharlaştı. Tıpkı dev bir satırın bıraktığı yarık gibi, yerde uzun bir yanık çizgi bıraktı.
“Onu bırakın,” dedi Demandred, Gerçek Güç kalkanının yok olmasına izin vererek.
M’Hael ayakta kalmayı başararak geri geri sendeledi. Yüzünden ter damlıyordu. İnleyerek elini göğsüne götürdü.
“Bu savaştan canlı çık,” dedi Demandred ona. Sırtını döndü ve atmacasını geri çağıracak bir örgüye başladı. “Bunu başarırsan, belki sana biraz önce yaptığım şeyi öğretirim. Şu anda beni öldürmek istediğini düşünüyor olabilirsin, ama bil ki Yüce Efendi izliyor. Onun ötesinde, şunu düşün. Yüz evcil Asha’manın olabilir. Benim ise dört yüzden fazla Ayyad’ım var. Ben bu dünyanın kurtancısıyım.”
Arkasına döndüğü zaman M’Hael gitmişti, Gerçek Güç kullanarak Yolculuk etmişti. Demandred’in yaptığı şeyden sonra bunun için gerekli gücü bulabilmiş olması şaşırtıcıydı. Demandred onu öldürmek zorunda kalmayacağını diliyordu. Adam işine yarayabilirdi.
ENİNDE SONUNDA KAZANACAĞIM.
Rand esen rüzgarların önünde dikiliyor, sağlam duruyordu, ama karanlığın içine bakarken gözleri yaşanyordu. Ne zamandır bu mekândaydı? Bin sene mi? On bin?
Şimdilik sadece meydan okumakla ilgileniyordu. Bu rüzgarın önünde egilmeyecekti. Bir yürek atımı kadar bile pes edemezdi.
SONUNDA ZAMAN GELDİ.
“Senin için zamanın bir anlamı yok,” dedi Rand.
Doğruydu ve aynı zamanda doğru değildi. Rand çevresinde yüzen ve Desen’i oluşturan iplikleri görebiliyordu. O oluşurken, aşağıda savaş meydanlarını gördü. Sevdikleri canları için savaşıyordu. Bunlar olasılıklar değildi; gerçekti, gerçekte olanlardı.
Karanlık Varlık, Desen’in etrafına dolanmıştı; onu ele geçiremiyor, yok edemiyordu, ama ona dokunabiliyordu. Karanlık dokunaçlar, dikenler, boylu boyunca dünyanın her yerine dokunuyordu. Karanlık Varlık bir Gölge gibi Desenin üzerine uzanmıştı.
Karanlık Varlık Desen’e dokunduğunda, zaman onun için de geçerli oluyordu. Ve bu yüzden, Karanlık Varlık için zamanın bir anlamı olmasa da, ancak zamanın sınırları dahilinde çalışabiliyordu. Tıpkı… tıpkı harika hayalleri olan, ama çalıştığı malzemelerin gerçekliğiyle sınırlanmış olan bir heykeltıraş gibi.
Rand, Karanlık Varlık’ın saldırılarına direnerek Desen’e baktı. Kıpırdamıyor, nefes almıyordu. Burada nefes almaya gerek yoktu.
Aşağıda insanlar ölüyordu. Rand çığlıklarını duyabiliyordu. Onca insan düşüyordu.
ENİNDE SONUNDA KAZANACAĞIM DÜŞMAN. ÇIĞLIK ATMALARINI İZLE. ÖLMELERİNİ İZLE.
ÖLÜLER BENİMDİR.
“Yalan,” dedi Rand.
HAYIR. SANA GÖSTERECEĞİM.
Karanlık Varlık yine olasılık eğirdi, olabilecekleri toparladı ve Rand’ı bir başka imgenin içine soktu.
Juilin Sandar bir kumandan değildi. O bir hırsız avcısıydı, asil bir adam değil. Kesinlikle asil bir adam değil. O yalnız çalışırdı.
Görünüşe göre, kendini bir savaş meydanında bulduğu ve bir manganın başına getirildiği zamanlar dışında. Sırf hırsız avcısı olarak pek çok tehlikeli adam yakaladığı için getirilmişti bu pozisyona. Sharalılar Aes Sedailere ulaşmak için adamlarını zorluyordu. Yayla’nın batı tarafında savaşıyorlardı ve mangasının işi Aes Sedaileri Sharalı piyadelerden korumaktı.
Aes Sedailer. Aes Sedailere ne zaman bulaşmıştı? Hem de iyi bir Tearlı olan Juilin.
“Dayanın!” diye bağırdı Juilin adamlarına. “Dayanın!” Kendisi için de bağırıyordu. Mangası mızrakları ve kargıları kavrayarak Sharalı piyadeleri yamaç yukarı gerilemeye zorladı. Juilin neden burada olduğundan, neden bu bölgede savaştıklarından emin değildi. O yalnızca ölmemek istiyordu!
Sharalılar yabancı bir dilde bağırıp küfrediyorlardı. Bir sürü yönlendiricileri vardı, ama Juilin’in karşısındaki birlik, değişik el silahları kullanan, daha çok kılıç ve kalkan taşıyan düzenli askerlerden oluşuyordu. Yere cesetler saçılmıştı ve bu her iki tarafın da işini güçleştiriyordu. Juilin ve adamları aldıkları emre uyarak Sharalı askerleri ittirirken, Aes Sedailer ve düşman yönlendiriciler örgülerle birbirlerine saldırıyorlardı.
Juilin mızrak kullanıyordu, çok da usta olmadığı bir silah. Zırhlı bir Shara mangası Myk ile Charn’ın kargılarının arasına girdi. Subaylar plaka zırhlar takmışlardı ve üstlerine tuhaf, renkli bezler sarmışlardı. Sıradan askerler metal bantlar takılmış deri zırhlar taşıyordu. Hepsinin sırtına tuhaf desenler boyanmıştı.