Ah, Işık.
“Ondan nefret etme Galad,” diye fısıldadı Gawyn. “Ben ondan hep nefret ettim, ama artık bıraktım…. Bıraktım…”
Gawyn’in gözleri kıpırtısız kaldı.
Galad onun nabzını kontrol etti, sonra doğrulup oturdu ve ölü kardeşine baktı. Gawyn’in kendine yaptığı sargıdan, altındaki kuru toprağa kan sızıyor, toprak kanı açgözlülükle emiyordu.
Golever, Alhanra’ya yardım ederek yaklaştı. Alhanra’nın yüzü kararmıştı ve yakına düşen yıldırım giysilerini kavurmuştu. “Yaralıları güvenli bir yere taşıyın Golever,” dedi Galad, ayağa kalkarak. Uzandı ve boynundaki madalyonu yokladı. “Adamların hepsini al ve git.”
“Ya siz Lord Kumandan?” diye sordu Golever.
“Ben yapılması gerekeni yapacağım,” dedi Galad, içinde buz gibi bir hisle. Kış çeliği kadar soğuk. “Gölge’ye Işık getireceğim. Terkedilmişlere adalet getireceğim.”
Gawyn’in yaşam ipliği yok oldu.
Egwene savaş meydanına kalakaldı. İçinde bir şey koptu. Sanki bir bıçak aniden içini yarmış, Gawyn’in bir parçasını kesip almış, geriye yalnızca boşluk bırakmıştı.
Egwene çığlık atarak dizlerinin üzerine çöktü. Hayır. Hayır, olamazdı. Onu hemen ileride hissedebiliyordu! Ona doğru koşuyordu. O… o…
Gawyn gitmişti.
Egwene uluyarak kendini Tek Güç’e açtı ve çekebildiğince çekti. Dört bir yanındaki Sharalılara doğru bir ateş duvarı yolladı. Aşağıdaki Aes Sedailer önceden Yayla’yı tutmuşlardı, ama şimdi çılgınlıktı.
Vora’nın sa’angrealini kavrayarak, onlara Güç’le saldırdı. Onları yok edecekti! Işık! Canı yanıyordu. Çok canı yanıyordu.
“Anne!” diye haykırdı Silviana, kolunu tutarak. “Kontrolden çıktın Anne! Kendi insanlarını öldürüyorsun. Lütfen!”
Egwene kesik kesik nefes alıyordu. Yakında, bir grup Beyazcüppe yaralıları taşıyarak yamaç aşağı geçti.
Çok yaklaşmıştım! Ah, Işık. Gitti!
“Anne?” dedi Silviana. Egwene onu duymadı. Yüzüne dokundu ve gözyaşları buldu.
Eskiden cüretkardı. Kayıplarına rağmen savaşabileceğini iddia etmişti. Ne kadar da saftı. İçindeki saidarın ölmesine izin verdi. O da gidince, yaşam onu terk etti. Yana yığıldı ve ellerin onu alıp götürdüğünü hissetti Bir kapıyoldan geçtiler ve savaş meydanını terk ettiler.
Tam son okunu bir Beyazcüppe’yi kurtarmak için harcadı. Böyle bir şey yapacağını hiç hayal etmemişti, ama yapıyordu işte. Kurt yüzlü Trolloc gözüne saplanan okla geri geri sendeledi ve düşmeyi reddetti. Ta ki genç Beyazcüppe kendini çamurdan kurtarana ve yaratığın dizlerini biçene kadar.
Adamları kazık duvara çakılmış patikalara konuşlanmış, ırmak yatağından akan Trolloclara ok yağdırıyorlardı. Trollocların sayısı azalmıştı; yine de hâlâ çoktular.
Bu ana kadar savaş iyi gitmişti. Tam’in birleşik güçleri ırmağın Shienar tarafında iyice yayılmıştı. Irmağın aşağısında Ejder Alayı, arbalet birlikleri ve ağır süvariler Trollocların ilerlemesini engelliyordu. Burada, ırmağın daha yukansında da aynı şey oluyordu. Okçular, piyadeler ve süvariler Trolloc akınım ırmak yatağında durduruyordu. Malzemeler azalmaya başlayana ve Tam adamlarını kazık duvarın göreceli güvenliğine çekmek zorunda kalana kadar.
Tam yana baktı. Abell yayını kaldırdı ve omuzlarını silkti. Onun da okları bitmişti. Patika boyunca, İki Nehirliler yaylarını kaldırdılar. Ok yoktu.
“Başka ok gelmeyecek,” dedi Abell usulca. “Çocuk bu grubun son olduğunu söylemişti.”
Beyazcüppe ordusu, Perrin’in Kurt Muhafızlarıyla birlikte çaresizce savaşıyor, ama ırmak yatağından püskürtülüyordu. Üç tarafta savaşıyorlardı ve yeni bir Trolloc gücü çevrelerinden dolanarak onları tamamen kuşatmıştı. Ghealdan bayrağı harabelerin daha yakınında dalgalanıyordu. Arganda, Nurelle ve Kanatlı Muhafızlardan kalanlarla birlikte orayı tutuyordu.
Bu sıradan bir savaş olsa, Tam adamlarına, geri çekilirken kullanmak üzere oklarını esirgemelerini emrederdi. Bugün geri çekilme olmayacaktı ve yaylım emri doğru emirdi. Delikanlılar her atışta iyi nişan almışlardı. Savaştıkları birkaç saat içinde muhtemelen binlerce Trolloc öldürmüşlerdi.
Ama oku olmayan okçu nedir? Yine de bir İki Nehirlidir, diye düşündü Tam. Ve bu savaşın kaybedilmesine izin vermeye hâlâ gönülsüzdür.
“Patikalardan inin, silahlarınızı alın ve sıra olun,” diye seslendi Tam adamlarına. “Yayları buraya bırakın. Yeni ok geldiği zaman alırız onları.”
Başka ok gelmeyecekti, ama İki Nehirliler, yaylarına geri gidebileceklerini düşünürlerse daha mutlu olacaklardı. Mızraklar, baltalar, kılıçlar, hatta tırpanlarla silahlanmış bir şekilde, Tam’in öğrettiği gibi saf tuttular. Ellerinde ne varsa. Baltaları ve kılıçları olanların kalkanları da vardı ve hepsi sağlam kösele zırhlar kuşanmışlardı. Ne yazık ki kargıları yoktu. Ağır süvariler donatıldıktan sonra, onlara kargı kalmamıştı.
“Sağlam durun,” dedi Tam onlara. “İki kazık oluşturun. Beyazcüppelerin çevresinden dolanıp Trollocların içine gireceğiz.” Yapılacak en iyi şey –en azından Tam’in aklına gelen en iyi şey– Beyazcüppelerin arkasından dolanan Trolloclara sadırmak, onları dağıtmak ve Beyazcüppelerin kurtulmasına yardımcı olmaktı.
Adamlar başlarını salladılar, ama muhtemelen taktikten pek anlamıyorlardı. Fark etmezdi. Tam’in öğrettiği gibi disiplinli saflarını korudukları sürece.
Koşmaya başladılar ve Tam’in aklına bir başka savaş meydanı geldi. Yüzüne çarpan, korkunç rüzgarların süpürdüğü kar. Bir açıdan, her şeyi o savaş başlatmıştı. Şimdi burada bitiyordu.
Tam ilk kazığın ucuna yerleşti. Diğerinin başına da Deoan’ı getirdi. Deven Yolu’ndan, Andor ordusunda hizmet etmiş bir adamdı. Tam adamlarını hızla ilerletiyor, onların ya da kendisinin neler olacağı konusunda fazla düşünmesine izin vermiyordu.
Kılıçları, mızrakları ve savaş baltalarıyla, iriyarı Trolloclara yaklaştıklarında, Tam alev ve boşluğu aradı. Endişesi yok oldu. Tüm duyguları buharlaştı. Rand’ın verdiği, kınına ejderhalar resmedilmiş kılıcı çekti. Tam’in gördüğü en iyi silahtı. Metaldeki kıvrımlar, kadim zamanlardan kaldığını fısıldıyordu. Tam’e yakışmayacak kadar kaliteli bir silah gibi geliyordu. Tam, kullandığı her kılıç için aynı şeyi hissetmişti.
“Safları koruyacaksınız, unutmayın!” diye bağırdı adamlarına. “Bizi dağıtmalarına izin vermeyin. Biri düşerse, biri yerini dolduracak ve bir başkası da düşen adamı kazığın ortasına çekecek.”
Adamları başlarını salladılar ve sonra ırmak kıyısında, Işığın Çocuklarını kuşatmış olan Trolloclara arkadan saldırdılar.
Safları vurdu ve ilerlemeye başladı. Dev Trolloclar dönüp savaştılar.
Fortuona, resmi kıyafetlerini giydirmeye çalışan so’jhini kovaladı. Ateş yüzünden duman kokuyordu ve kolları pek çok yerde yanmıştı. Damane Şifasını kabul etmeyecekti. Fortuona Şifanın faydalı bir gelişme olduğunu düşünüyordu –halkından bazıları da ona karşı yaklaşımlarını değiştiriyorlardı– ama İmparatoriçe’nin kendini Şifanın ellerine bırakmasının doğru olacağından emin değildi. Dahası, yaraları ciddi değildi.
Önünde diz çökmüş Ölümnöbetçilerinin bir şekilde cezalandırılması gerekiyordu. İkinci seferdir bir suikastçının yanına kadar sokulmasına izin veriyorlardı ve Fortuona başarısızlıkları için onları suçlamasa da, onları cezalandırmayı reddetmek şereflerini reddetmek olurdu. Yüreğini burksa da, ne yapması gerektiğini biliyordu.