Son pencere onu duraklattı. Eskiden Lanetli Topraklar olan bir vadiye bakıyordu. Uzun zaman önce kavrulmuş bir bedenin yattığı yerde, tek bir taş levha, yalnız başına duruyordu. Mezarın üstü yaşamla kaplanmıştı: sarmaşıklar, çimenler, çiçekler. Bir çocuğun eli büyüklüğünde tüylü bir örümcek taşların üzerinde koşturdu.
Rand’ın mezarı. Son Savaş’ın ardından, cesedinin yakıldığı yer. Uzun süre bu pencerede oyalandı ve sonra kendini devam etmeye zorladı. Galeri’den çıktı ve Saray bahçelerine ilerledi. Konuştuğu hizmetkarlar yardımseverdi. Kimse Kraliçe’yi neden görmek istediğini sormadı.
Onu bulduğunda, insanlarla kuşatılmış olacağını varsaymıştı. İsteyen herkes Kraliçe’yi görebiliyorsa bu onun tüm zamanını almaz mıydı? Ama Saray bahçelerinde, Saray’ın çora ağaçlarından birinin dallarının altında oturduğu yere yaklaştığında, Kraliçe yalnızdı.
Sorunları olmayan bir dünyaydı bu. İnsanların anlaşmazlıklarını kolaylıkla çözebildiği bir dünya. Tartışmaların değil fedakarlığın dünyası. İnsan Kraliçe’den ne isteyebilirdi ki?
Elayne, son görüştükleri günkü kadar güzeldi. Artık hamile değildi elbette. Son Savaş’ın üzerinden yüz sene geçmişti. Elayne tek bir gün bile yaşlanmamış görünüyordu.
Rand ona yaklaştı ve bir seferinde düştüğü bahçe duvarına baktı. Elayne’le o duvardan yuvarlandığında tanışmıştı. Bu bahçeler çok farklıydı, ama o duvar kalmıştı. Caemlyn’in yıkılmasından ve yeni Çağ’ın gelişinden sağlam kurtulmuştu.
Elayne oturduğu sıradan başını kaldırdı. Gözleri büyüdü ve elini ağzına götürdü. “Rand?”
Rand elini Laman’ın kılıcına koyarak bakışlarını ona dikti. Resmi bir duruş. Neden resmi bir duruş takınmıştı?
Elayne gülümsedi. “Şaka mı bu? Kızım, neredesin? Yine beni kandırmak için Aynalar Maskesi’ni mi kullanıyorsun?”
“Bu hile değil Elayne,” dedi, Elayne’in önünde diz çöküp, başlarının aynı hizada olmasını sağlayarak. Elayne’in gözlerinin içine baktı.
Yanlış bir şeyler vardı.
“Ah! Ama nasıl olabilir?” dedi Elayne.
Bu Elayne değildi… olabilir miydi? Sesi yanlıştı, tavırları yanlıştı. Bu kadar değişmiş olabilir miydi? Ama yüzlerce sene geçmişti.
“Elayne?” diye sordu Rand. “Sana ne oldu?”
“Ne mi oldu? Niye, hiçbir şey olmadı! Harika bir gün. Güzel ve huzurlu. Bahçelerimde oturup günışığının zevkini çıkarmayı nasıl da seviyorum.”
Rand kaşlarını çam. O yaltaklanan ses, o donuk tepki… Elayne asla böyle biri değildi.
“Ziyafet hazırlamamız gerek!” diye nida etti Elayne, ellerini çırparak. “Aviendha’yı davet edeceğim! Bu hafta şarkı söylemeye ara verdi, ama muhtemelen çocuk yuvası görevindedir. Genellikle orada gönüllü çalışıyor.”
“Çocuk yuvası mı?”
“Rhuidean’da,” dedi Elayne. “Herkes çocuklarla oynamaya bayılıyor. Hem orada hem burada. Çocuklara bakmak için büyük bir yarış var! Ama sırayla yapmamız gerektiğini anlıyoruz.”
Aviendha. Çocuklara bakmak ve çora ağaçlarına şarkı söylemek. Bunda yanlış bir taraf yoktu aslında. Neden Aviendha bu tür şeylerden zevk almasındı?
Ama yanlıştı da. Aviendha’nın harika bir anne olacağını düşünüyordu, ama onun bütün günü başka insanların çocuklarıyla oynayarak geçirdiğini düşünmek…
Rand, Elayne’in gözlerine, o gözlerin derinliklerine baktı. Orada, geride bir gölge saklanıyordu. Ah, masum bir gölgeydi, ama yine de bir gölgeydi. Tıpkı… tıpkı…
Tıpkı Karanlık Varlık’a Döndürülmüş birinin gözlerinin arkasındaki gölge gibi.
Rand ayağa fırladı ve geri geri sendeledi. “Sen burada ne yaptın?” diye bağırdı gökyüzüne. “Shai’tan! Yanıt ver bana!”
Elayne başını yana eğdi. Korkmamıştı. Bu dünyada korkuya yer yoktu. “Shai’tan mı? Yemin ederim bu ismi hatırlıyorum. Çok zaman oldu. Bazen unutkanlaşıyorum. ”
“SHAI’TAN!” diye bağırdı Rand.
BEN HİÇBİR ŞEY YAPMADIM DÜŞMAN. Ses uzaktı. BU SENİN YARATIMIN.
“Saçma!” dedi Rand. “Onu değiştirmişsin! Hepsini değiştirmişsin!”
BENİ HAYATLARINDAN YOK ETTİĞİN ZAMAN ONLARIN DEĞİŞMEYECEĞİNİ MI SANIYORDUN?
Sözler Rand’ın içinde gürledi. Elayne onun için endişelenerek ayağa kalkarken, Rand dehşet içinde geriledi. Evet, şimdi onun gözlerinin ardındaki şeyi görebiliyordu. Elayne kendisi değildi… çünkü Rand onun kendisi olma yeteneğini elinden almıştı.
BEN İNSANLARI KENDİME DÖNDÜRÜRÜM, dedi Shai’tan. BU DOĞRU. ONLARI BU ŞEKİLDE KENDİMİN KILDIKTAN SONRA, İYİ OLANI SEÇEMEZLER. SENİN YAPTIĞIN BUNDAN FARKLI MI DÜŞMAN?
SEN BUNU YAPARSAN AYNIYIZ DEMEKTİR.
“Hayır!” diye haykırdı Rand, elini başına götürerek ve dizleri üzerine çökerek. “Hayır! Dünya sensiz kusursuz olur!”
KUSURSUZ. DEĞİŞMEZ. MAHVOLMUŞ. İSTİYORSAN YAP BUNU DÜŞMAN. BENİ ÖLDÜRÜRSEN BEN KAZANIRIM.
NE YAPARSAN YAP, BEN KAZANIRIM.
Rand çığlık attı ve Karanlık Varlık’ın bir sonraki saldırı dalgası gelirken tortop oldu. Rand’ın yarattığı kâbus dışa doğru patladı, ışık kurdeleleri duman gibi saçıldı.
Çevresindeki karanlık sarsılıyor, titriyordu.
ONLARI KURTARAMAZSIN.
Parlak, canlı Desen yine Rand’ı kuşattı. Gerçek Desen. Olanların gerçekliği. Rand, Karanlık Varlıksız bir dünya yaratarak korkunç bir şey üretmişti. Dehşet verici bir şey. Daha önce olandan çok daha kötü bir şey.
Karanlık Varlık yine saldırdı.
Mat savaştan geri çekildi ve ashandareisini omzuna dayadı. Karede savaşma şansı istemişti – durum ne kadar umutsuzsa o kadar iyiydi. Eh, adam bundan çok memnun kalacaktı. Kahkahalar atarak dans ediyor olmalıydı! Dileği yerine gelmişti. Işık, gerçekten gelmişti.
Mat ölü bir Trolloc’un üzerine, yani bulabildiği tek oturağa çöktü ve su tulumundan uzun uzun su içti. Savaşın nabzını tutuyordu, ritmini biliyordu. Yaslı bir tempo tutuyordu. Demandred zekiydi. Geçitte Mat’in yemine gelmemişti. Mat oraya daha küçük bir ordu yerleştirmişti. Demandred oraya Trolloc göndermişti, ama Sharalıları geride tutmuştu. Demandred Yayla’dan inip Elayne’in ordusuna saldırırsa, Mat kendi ordularıyla batıdan ve kuzeydoğudan Yayla’ya tırmanacak, Gölge’ye arkadan saldırarak ordusunu ezecekti. Şu an Demandred birliklerini Elayne’in güçlerinin arkasına geçirmeye çalışıyordu ve Mat şimdilik onu durdurmuştu. Ama daha ne kadar dayanabilirdi?
Aes Sedailerin durumu iyi değildi. O savaşı Sharalı yönlendiriciler kazanıyordu. Şans, diye düşündü Mat. Bugün bize senden bol bol lazım. Beni şimdi terk etme.
Bu Matrim Cauthon için uygun bir son olurdu. Desen ona gülmeyi seviyordu. Aniden Desen’in büyük eşek şakasını gördü; bir anlamı yokken ona şans sunması, sonra gerçekten önemli olduğu bir anda hepsini geri alması.
Kan ve lanet küller, diye düşündü, Karede’nin taşıdığı meşalenin ışığında boş su tulumunu kaldırarak. Mat şu anda şansını hissedemiyordu. Bu bazen oluyordu. Şansının yanında olup olmadığını bilmiyordu.
Eh, şanslı bir Matrim Cauthon’ları olamayacaksa, en azından inatçı bir Matrim Cauthon’ları olabilirdi. Bugün ölmeye niyeti yoktu. Daha edilecek danslar vardı; daha söylenecek şarkılar ve öpülecek kadınlar vardı. En azından bir kadın.
Ayağa kalktı ve Ölümnöbetçilerine, Ogierlere, Tam’in ordusuna, Birlik’e ve Sınırboylulara katıldı – buraya gönderdiği herkese. Savaş yeniden başlamıştı ve tüm güçleriyle savaşıyorlardı, hatta Sharalıları birkaç yüz adım geri itmeyi başarmışlardı. Ama Demandred, Mat’in ne yaptığını görmüştü ve ırmaktaki Trollocları yamaçtan yukarıya, tepedeki çatışmaya kaydırmaya başlamıştı. Dik bir yamaçtı –tırmanılması en zor yamaç– ama Demandred, Mat’e baskı yapması gerektiğini biliyordu.