Выбрать главу

Kenara çekildiler ve grubun geri kalanının kapıyoldan geçmesine izin verdiler. Kılıçları vardı, ama onları oklar gibi demetlenmiş halde, aralarındaki birkaç erkeğin sırtlarındaki bohçalarda, savaş meydanı için bohçalanmış malzemeymiş gibi taşıyorlardı.

“Kan ve küller,” diye fısıldadı Mandevwin, ikisine katılarak. Yakındaki bir ağılda tutsaklar inliyordu. “Belki bizi de oraya koyarlar? Geceleyin kaçabiliriz.”

Faile başını iki yana salladı. “Bohçalarımızı alırlar. Bize zarar vermezler.”

“Sonra ne yapacağız?” diye sordu Mandevwin, ön saflardan topladıkları cesetleri sürükleyerek geçen Trolloclara bakarak. “Savaşmaya mı başlayacağız? Lord Mat’in bizi göreceğini ve yardım göndereceğini umarak?”

Olver bu planı pek beğenmemişti. Savaşmak istiyordu, ama bu Trolloclar gerçekten iriydi. Biri yakından geçti ve kurt yüzlü kafası Olver’e döndü. Bir adama ait olabilecek gözler, açmış gibi, onu tepeden tırnağa süzdü. Olver geriledi, sonra bıçağını sakladığı bohçaya uzandı.

“Kaçacağız,” diye fısıldadı Faile, Trolloc geçip gittikten sonra. “Bir düzine ayrı yöne dağılacağız ve böyle yaparak onların dikkatini dağıtmaya çalışacağız. Belki birkaçımız kaçmayı başarabilir.” Kaşlarını çattı. “Aravine nerede kaldı?”

O bunu söyler söylemez Aravine kapıyoldan geçti. Yönlendiren beyazlı kadın da onu takip etti ve sonra Aravine, Faile’i gösterdi.

Faile havalandı. Olver inledi, Mandevwin bir küfür savurarak bohçasını yere attı ve kılıcını aradı. Arrela ve Selanda bağırdılar. Bir an sonra üçü birden örgülerle havaya asılmıştı ve kızıl peçeli Aieller silahlarını çekerek kapıyoldan geçmişlerdi.

Ardından bir kargaşa oldu. Faile’in askerlerinin birkaçı yumruklarıyla savaşmaya çalışırken öldüler. Olver yere atlayarak bıçağını aradı, ama bıçağın kabzasını kavradığında çatışma sona ermişti. Diğerlerinin tamamı alt edilmiş, havaya asılmıştı.

Ne kadar da hızlı! diye düşündü Olver çaresizlik içinde. Neden kimse onu savaşın bu kadar çabuk olup bittiği konusunda uyarmamıştı?

Onu unutmuş gibiydiler, ama Olver ne yapacağını bilemiyordu.

Aravine, hâlâ havada asılı duran Faile’e yaklaştı. Neler oluyordu? Aravine… onlara ihanet mi etmişti?

“Üzgünüm Leydim,” dedi Aravine, Faile’e. Olver zar zor duyabiliyordu. Kimse ona dikkat etmiyordu. Aieller askerleri izliyor, onları iterek başında nöbet tutacakları bir grup oluşturuyorlardı. Askerlerden birkaçı yerde, kan kaybediyordu.

Faile havada çırpınıyordu ve kasıldıkça yüzü kızarıyordu. Ağzının tıkandığı belliydi. Faile böyle bir zamanda asla sessiz kalamazdı.

Aravine, Faile’in sırtından Boru’nun torbasını çözdü ve içini kontrol etti. Gözleri büyüdü. Çuvalın ağzını kapattı ve göğsüne bastırdı. “Eski hayatımı geride bırakabileceğimi ummuştum,” diye fısıldadı Faile’e. “En baştan başlayacaktım. Saklanabileceğimi ya da unutulacağımı, Işık’a dönebileceğimi ummuştum. Ama Yüce Efendi unutmaz ve kimse ondan saklanamaz. Andor’a vardığımız gece beni buldular. Niyetim bu değildi, ama yapmam gereken şey bu.”

Aravine sırtını döndü. “At!” diye seslendi. “Bu paketi, emredildiği gibi şahsen Lord Demandred’e teslim edeceğim.”

Beyazlı kadın ona yaklaştı ve ikisi alçak sesle tartışmaya başladı. Olver çevresine bakındı. Kimse ona bakmıyordu.

Parmakları titremeye başladı. Trollocların iri olduklarını, çirkin olduklarını biliyordu. Ama… bu şeyler kâbustu. Tamamen kâbus. Ah, Işık!

Mat olsa ne yapardı?

“Dovie’andi se tovya sagain,” diye fısıldadı Olver, bıçağını kınından çekerek. Haykırarak kendini beyazlı kadının üzerine fırlattı ve bıçağı beline sapladı.

Kadın çığlık attı. Faile Hava bağlarından kurtuldu. Sonra aniden tutsak ağılları açıldı ve bir grup adam bağırarak özgürlüğe koştu.

“Daha yükseğe kaldır!” diye bağırdı Doesine. “Kahrolası çabuk ol!”

Leane itaat etti ve diğer Aes Sedailerle birlikte Toprak ördü. Önlerinde yer sarıldı ve buruşmuş bir hah gibi kayarak toplandı. İşlerini bitirdiler ve sonra yamaçtan aşağı ateş yağarken tümseğin arkasına saklandılar.

Farklı farklı üyelerden oluşan grubun önderi Doesine’di. Bir düzine kadar Aes Sedai, birkaç Muhafız ve asker. Adamlar silahlarını kavramıştı, ama son zamanlarda bunlar ekmek somunları kadar etkisizdi. Havada Güç çıtırdayıp cızırdıyordu. Doğaçlama oluşturdukları set, Sharalıların fırlattığı ateşlerle gümbürdüyordu.

Leane, Tek Güç’e sarılarak setin üzerinden baktı. Terkedilmiş Demandred’le yüzleşmesinin etkisinden kurtulmuştu. Sarsıcı bir deneyim olmuştu – tamamen Demandred’in avcundaydı ve hayatı bir anda sona erebilirdi. Adamın sayıklamalarındaki yoğunluk da onu ürkütmüştü. Demandred’in Yenidendoğan Ejder’e duyduğu nefret kadar büyük bir nefrete tanık olmamıştı hiç.

Yamaçtan aşağı bir grup Sharalı iniyordu ve doğaçlama sete örgüler gönderiyorlardı. Leane, kurumuş eti kesen bir cerrah titizliğiyle, bir örgüyü havadayken kesti. Leane artık Tek Güç’te, öncekine göre çok daha zayıftı.

Yönlendirme konusunda daha verimli çalışması gerekiyordu. Bir kadının daha azıyla neler başarabildiği olağanüstüydü.

Set patladı.

Toprak kesekleri yere yağarken Leane kendini kenara fırlattı. Saidara tutunarak ve öksürerek, kıvrılan dumanların arasından yuvarlandı. O Sharalı adamlar yapmıştı! Örgülerini görememişti. Patlamada lime lime olmuş elbisesi içinde yerden kalktı. Kolları çizik içindeydi. Yakındaki hendekte mavi bir şey gördü. Doesine. O tarafa koştu.

Kadının bedenini orada buldu. Ama başı yoktu.

Leane yıkıcı bir kayıp ve acı duygusuna kapıldı aniden. Doesine ve o çok yakın değildiler, ama burada birlikte savaşmışlardı. Yaşadığı kayıplar ve yıkım Leane’i yıpratıyordu. Daha ne kadarını kaldırabilirdi? Daha kaç kişinin ölümüne seyirci kalacaktı?

Kendini güçlükle toparladı. Işık, bu bir felaketti. Düşman Dehşetlordları olacağını beklemişlerdi, ama burada o Sharalılardan yüzlercesi vardı. Hepsi savaş eğitimli, koskoca bir yönlendirici ulus. Savaş meydanına renkler saçılmıştı: düşmüş Aes Sedailer. Muhafızları, Aes Sedailerini kaybettikleri zaman kapıldıkları gazapla yamaç yukarıya saldırıyorlar ve orada Güç patlamalarıyla biçiliyorlardı.

Leane sendeleyerek batı yamacındaki bir çukurdan savaşan bir Kızıl ve Yeşil grubuna doğru yürüdü. Arazi şimdilik onları koruyordu, ama bu kadınlar daha ne kadar tutunabilirdi?

Yine de gurur duyuyordu. Sayıca azdılar ve alt ediliyorlardı, ama Aes Sedailer savaşmaya devam ediyordu. Bu, Seanchanların saldırdığı gecenin yanında bir hiçti. O gün içten bölünmüş bir Kule yıkılmıştı. Bu kadınlar sağlam duruyorlardı. Ne zaman bir grup dağılsa, yeniden bir araya geliyor ve savaşmaya devam ediyorlardı. Yukarıdan ateş yağıyordu, ama neredeyse aynı miktarda ateş topu geri uçuyordu ve karşı tarafın üzerine şimşek yağıyordu.

Leane gruba dikkatle yaklaştı ve Raechin Connoral’e katıldı. Kadın bir kayanın yanında çömelmiş, yaklaşan Sharalılara Ateş örgüleri fırlatıyordu. Leane karşıdan gelen örgülere gözünü açık tuttu ve bir Su örgüsüyle bir tanesini savuşturarak, ateş topunun minik kıvılcımlar saçarak sönmesini sağladı.

Raechin ona başını salladı. “Ben de erkeklere göz süzmek dışında faydalı bir şey yapmaktan vazgeçtiğini sanmıştım.”

“Doman sanatı istediğin şeyi elde etmek hakkındadır Raechin,” dedi Leane serinkanlılıkla, “hem de mümkün olan en az çabayla.”