O, Egwene al’Vere, bu diyarın naibiydi.
O, Amyrlin Makamı, artık Gölge’nin tacizlerine izin vermeyecekti.
Geri çekilmeyecekti. Kaynakları başarısız olunca egilmeyecekti.
Savaşacaktı.
Hava yönlendirdi ve toz, duman ve ölü bitkilerden döne döne yükselen bir hortum yarattı. Onu önünde tutarak, yukarıdan onun yerini bulmaya çalışanların görüş alanını kapattı. Çevresinde şimşekler çakıyordu, ama Egwene Toprak ördü, kayaların derinliklerine indi ve bir demir püskürtüsü çıkararak, yanında bir kule şeklinde soğumasına izin verdi. Şimşekler, Egwene’i ıskalayarak kuleye çarptılar. Egwene uluyan fırtınayı yamaçtan yukarı yolladı.
Yan tarafta bir hareketlenme vardı. Leilwin’in yaklaştığını hissetti. O kadın… sadık olduğunu kanıtlamıştı. Ne sürpriz. Yeni bir Muhafız edinmek, Gawyn’in ölümünün yarattığı çaresizliği yok etmemiş, ama başka açılardan faydalı olmuştu. Egwene’in zihninin köşesindeki düğümün yerine yeni bir tane gelmişti: çok farklı, ama şok edici ölçüde sadık bir düğüm.
Egwene, Vora’nın sa’angrealini kaldırdı ve yanında Leilwin’le, yamaç yukarı ilerleyerek saldırılarını sürdürdü. İleride, Sharalılar büzülerek rüzgarlara dayanmaya çalışıyordu. Egwene onlara ateşten şeritlerle saldırdı. Yönlendiriciler fırtınayı aşarak ona ulaşmaya çalıştı, ama gözleri tozla dolunca örgüleri saptı. Üç er kenardan saldırdı, ama Leilwin etkili bir biçimde onlardan kurtuldu.
Egwene rüzgarı çevirdi ve el gibi kullanarak yönlendiricileri alıp havaya fırlattı. Yukarıdaki şimşekler adamları ateşten kucaklarına aldılar ve dumanları tüten cesetleri yamaçtan aşağı fırlattılar. Egwene, Aes Sedai ordusuyla birlikte ilerlemeye devam etti ve ışıktan oklar gibi örgüler fırlattı.
Asha’manlar onlara katıldı. Zaman zaman Beyaz Kule’nin yanında savaşmışlardı, ama şimdi tam güçleriyle burada gibiydiler. Egwene başı çekerken yüzlerce adam toplanıyordu. Hava Tek Güç’le yoğunlaşmıştı.
Rüzgarlar durdu.
Fırtına aniden, battaniyenin altında kalmış mum gibi boğuldu. Bunu doğal bir güç yapmamıştı. Egwene bir kaya çıkıntısına tırmandı ve ellerini uzatarak tepede duran siyah-kırmızılı adama baktı. Sonunda bu gücün başındaki kişiyi ortaya çıkarmıştı. Adamın Dehşetlordları Sharalıların yanında savaşıyordu, ama Egwene önderlerini aramıştı. Taim. M’Hael.
“Şimşek örüyor!” diye bağırdı arkasındaki bir adam.
Egwene hemen eriyik demirden bir kule yarattı ve soğutarak, bir an sonra düşen şimşekleri çekti. Yana baktı. Onunla konuşan Jahar Narishma’ydı, Merise’in Asha’man Muhafızı.
Egwene, Taim’e bakarak gülümsedi. “Diğerlerini üzerimden çek,” diye emretti yüksek sesle. “Narishma ve Merise dışında herkes. Narishma’nın uyarıları işime yarayacak.”
Gücünü topladı ve hain M’Hael’in üzerine bir fırtına saldı.
Ila harabelerin yakınında, savaş meydanında ölüleri gözden geçiriyordu. Savaş ırmak aşağısına kaymış olsa da, gecenin içinde uzak bağırışlar ve patlamalar duyabiliyordu.
Yerdekilerin arasında yaralı arıyordu ve bulduğu okları ve kılıçları görmezden geliyordu. Onları başkaları toplayacaktı, ama Ila toplamadıklarını diliyordu. Bunca ölüme kılıçlar ve oklar sebep olmuştu.
Kocası Raen yakında çalışıyor, her bedeni dürtüklüyor, sonra nabız arıyordu. Eldivenleri kırmızıya kesmişti ve rengarenk giysileri kanla lekelenmişti, çünkü kulağını cesetlerin göğüslerine dayıyordu. Ölü olduklarından emin olunca, genellikle cesedin kendi kanıyla, yanaklarına X çiziyordu. Bu, diğerlerinin aynı işi tekrarlamasını engelliyordu.
Raen son bir sene içinde on yaş yaşlanmıştı sanki. Ila da aynı şekilde hissediyordu. Yaprağın Yolu genellikle kolay bir efendiydi, sevinç ve barış dolu bir hayat sağlıyordu. Ama yaprak yelde de düşerdi, fırtınada da; adanmışlık, ilki kadar İkincisini de kabullenmeyi gerektirirdi. Ülkeden ülkeye sürülmüşler, toprak öldükçe açlık çekmişlerdi ve sonunda Seanchanların topraklarına gelmişlerdi… böyle bir hayatları vardı.
Bunların hiçbiri Aram’ı kaybetmek kadar acıtmamıştı canını. O, annesini Trolloclara kaybetmekten daha fazla üzmüştü.
Eski kraliçe Morgase’in yanından geçtiler. Bu işçileri o organize ediyor, emirler yağdırıyordu. Ila yürümeye devam etti. Kraliçeleri pek sevmezdi. O ve halkı için hiçbir şey yapmamışlardı.
Yakında, Raen durdu ve fenerini kaldırarak, bir askerin ölürken taşıdığı dolu sadağı inceledi. Ila tısladı ve eteklerini kaldırıp cesetlerin arasından dolanarak kocasına ulaştı. “Raen!”
“Barış, Ila,” dedi Raen. “Onu elime almayacağım. Ama merak ediyorum.” Başını kaldırdı ve ırmak aşağısında, Yayla’nın üzerinde, orduların korkunç cinayetler işlediği yerdeki uzak ışık çakmalarına baktı. Gecenin içinde, yüzlerce şimşeği andıran onca çakma vardı. Gece yarısını geçeli epey olmuştu. Saatlerdir burada canlı arıyorlardı.
“Merak mı ediyorsun?” diye sordu Ila. “Raen…”
“Ne yapmalarını isterdik Ila? Trolloclar Yaprağın Yolu’nu izlemez.”
“Kaçacak çok yer var,” dedi Ila. “Şunlara bak. Gölgedölleri Afet’ten daha yeni çıkmışken Trollocları karşılamaya geldiler. Onca enerjiyi insanları toplayıp güneye götürmek için harcarlardı…”
“Trolloclar da peşlerinden giderdi,” dedi Raen. “Sonra ne olacaktı Ila?”
“Pek çok efendi kabul ettik,” dedi Ila. “Gölge bize kötü davranabilir, ama başkalarının davrandığından daha mı kötü olur gerçekten?”
“Evet,” dedi Raen usulca. “Evet Ila. Daha kötü olur. Çok ama çok daha kötü.”
Ila ona baktı.
Raen içini çekerek başını iki yana salladı. “Yol’dan sapmayacağım Ila. O benim yolum ve benim için doğru. Belki… belki başka yol seçenler hakkında o kadar kötü düşünmeyeceğim ama. Bu zamanları canlı atlatırsak, biz fedakarlıklarını kabul etmek istesek de istemesek de, bu savaş meydanında ölenler sayesinde yapabileceğiz bunu.”
Sesi solup gitti. Yalnızca gecenin karanlığı yüzünden, diye düşündü Ila. Güneş yine parladığında onu alt edecektir Doğrusu bu. Değil mi?
Gece göğüne baktı. O güneş… doğduğunda anlayacaklar mıydı? Aşağıdaki ateşlerin aydınlattığı bulutlar gittikçe yoğunlaşıyor gibiydi Aniden ürpererek, parlak sarı şalına iyice sarındı.
Belki başka yola sapmış olanlar hakkında bu kadar kötü düşünmeyeceğim…
Gözlerini kırpıştırarak birkaç damla gözyaşı döktü. İçinde bir şey burkuldu. “Işık,” diye fısıldadı. “Ona sırtımı dönmemeliydim. Onu uzaklaştırmak yerine, aramıza dönmesine yardım etmeye çalışmalıydım. Işık, ah Işık. Onu koru…”
Yakında, bir grup paralı asker okları buldu ve aldı. “Hey, Hanlon!” diye seslendi biri. “Şuna bak!”
Kaba görünüşlü adamlar Tuatha’anların işine yardım eli uzattığında Ila onlarla gurur duymuştu. Savaştan kaçınarak yaralılara yardım etmek? Adamlar şiddet dolu geçmişlerini aşmışlardı.
Ama şimdi gözlerini kırpıştırdığında onlar hakkında başka bir şey görüyordu. Savaşmaktansa cesetlerin arasında dolaşmayı ve ceplerini karıştırmayı tercih eden korkaklar. Hangisi daha kötüydü? Ne kadar yanlış bir yolda olurlarsa olsunlar, Trolloclara direnen ve onları geri çevirmeye çalışanlar mı? Yoksa sırf bu yolu daha kolay buldukları için savaşmayı reddeden paralı askerler mi?
Ila başını iki yana salladı. Öteden beri, hayata dair soruların yanıtlarını bildiğini hissetmişti. Bugün o yanıtları bulamıyordu. Ama bir insanın hayatını kurtarmak… buna tutunabilirdi.