Bedenlerin arasına döndü ve ölülerin arasında canlı aramaya devam etti.
Leydi Faile atının sırtında uzaklaşırken, Olver Boru’yu göğsüne bastırarak arabanın altına geri döndü. Düzinelerce atlı ve yüzlerce Trolloc, Faile’in peşine düşmüştü. Hava ne kadar da kararmıştı!
Yalnız. Yine yapayalnız kalmıştı.
Gözlerini sıkı sıkı yumdu, ama bu pek işe yaramadı. Uzaktan gelen çığlıkları ve bağırışları hâlâ duyabiliyordu. Kaçmaya çalışırken Trolloclar tarafından öldürülen insanların kanlarının kokusunu alabiliyordu hâlâ. Kanın ötesinde, yoğun, genzini gıcıklayan duman kokusu vardı. Tüm dünya yanıyordu sanki.
Yakında bir yere ağır bir şey düşünce toprak sarsıldı. Gökyüzünde gök gürültüsü patladı. Yayla’dan gelen şimşeklerin çatırtıları da ona eşlik etti. Olver inledi.
Kendini ne kadar da cesur sanıyordu. İşte şimdi buradaydı; sonunda savaşın ortasındaydı. Ama ellerini titremekten zar zor alıkoyabiliyordu. Toprağın içine girip saklanmak istiyordu.
Faile ona saklanacak başka bir yer bulmasını, çünkü Boru’yu aramak için geri gelebileceklerini söylemişti.
Buradan çıkmaya cesaret edebilir miydi? Burada kalmaya cesaret edebilir miydi? Olver gözlerini araladı ve neredeyse çığlığı basacaktı. Arabanın yanında toynaklarla biten iki bacak duruyordu. Bir an sonra, hayvan burunlu bir yüz eğildi ve ona baktı. Boncuk gözler kısıldı ve burun delikleri kokladı.
Olver bağırdı ve Boru’yu göğsüne bastırarak geri geri gitti. Trolloc bir şeyler bağırarak arabayı kaldırdı ve Olver’in diğer yanına devirerek kırdı. Arabanın içindeki oklar yere saçılırken Olver yerinden fırladı ve güvenli bir yer aradı.
Güvenli bir yer yoktu. Düzinelerce Trolloc ona dönmüştü ve Olver’in bilmediği bir dilde birbirlerine sesleniyorlardı. Olver, bir elinde Boru, diğerinde bıçak, çılgınlar gibi bakındı. Hiçbir yer güvenli değildi.
Yakında bir at hıhladı. Bela’ydı, bir malzeme arabasından dökülen tahılları çiğniyordu. At başını kaldırdı ve Olver’e baktı. Eyeri yoktu, yalnızca başlığı ve dizginleri vardı.
Kan ve küller, diye düşündü Olver, atın yanına koşarak, keşke Rüzgar burada olsaydı. Bu tombul kısrak yüzünden sonu yemek kazanı olacaktı. Olver bıçağını kınına soktu ve Bela’nın sırtına sıçradı. Bir elinde Boru’yu taşıdığından, dizginleri tek eline aldı.
Arabanın yanındaki domuz burunlu Trolloc hızla silahını savurdu ve Olver’in kolunu uçurmasına ramak kaldı. Olver bağırarak Bela’yı tekmeledi ve kısrak Trollocların arasında dörtnala kalktı. Yaratıklar ulumalar ve bağırışlarla peşine takıldı. Kampta başka sesler de yükseldi. Kamptaki herkes oğlanın peşine düşmüştü.
Olver, ona öğretildiği gibi, eğilerek at sürdü ve hayvanı dizleriyle yönetti. Ve Bela koştu. Işık, ama ne koşuydu. Mat pek çok atın Trolloclardan korktuğunu ve atı onlara yaklaşmaya zorlarsa biniciyi sırtlarından atabileceklerini söylemişti, ama bu at bunların hiçbirini yapmıyordu. Gürleyerek Trollocların arasından, kampın tam ortasından geçti.
Olver omzunun üzerinden geriye baktı. Peşinde yüzlerce Trolloc vardı. “Ah, Işık!”
Yayla’nın tepsinde Mat’in bayrağını görmüştü, bundan emindi. Ama yol üzerinde o kadar çok Trolloc vardı ki. Olver, Bela’yı Aravine’in gittiği yöne çevirdi. Belki Trolloc kampının çevresinden dolaşıp o taraftan çıkabilir, sonra Yayla’ya arka taraftan tırmanabilirdi.
Boru’yu Mat’e götür, yoksa her şeyi kaybederiz.
Olver, Bela’yı topuklayarak tüm gücüyle at sürdü.
Başka kimse yok.
İleride büyük bir Trolloc gücü yolunu kesti. Olver diğer tarafa döndü, ama oradan da gelenler vardı. Olver bağırarak Bela’yı yine çevirdi, ama kalın, siyah bir Trolloc oku atın böğrüne saplandı. Bela haykırarak sendeledi ve düştü.
Olver attan yere yuvarlandı. Yere çarptığında ciğerlerindeki tüm hava boşaldı ve gözlerinin önünde şimşekler uçuştu. Kendini zorlayarak elleri ve dizleri üzerinde emekledi.
Boru Matrim Cauthon’a ulaşmak zorunda…
Olver, Boru’yu kaptı ve ağladığını fark etti. “Üzgünüm,” dedi Bela’ya. “Sen iyi bir attın. Rüzgar’ın koşamayacağı gibi koştun. Çok üzgünüm.” Bela usulca kişnedi, son bir nefes aldı ve öldü.
Olver onu bıraktı ve gelen ilk Trolloc’un bacaklarının arasından geçerek kaçtı. Onlarla savaşamazdı. Savaşamayacağını biliyordu. Bıçağı çekmedi. Dik yamaçtan yukarı koşmakla yetindi ve Mat’in bayrağının düştüğünü gördüğü yere ulaşmaya çalıştı.
Bir başka kıtada olsa da olurdu. Bir Trolloc giysilerinin tutarak onu aşağı çekti, ama Olver giysilerini yırtarak Trolloc’un kalın tırnaklarında bıraktı. Kırık zeminde tırmanmaya devam etti ve çaresizlik içinde, yamacın dibinde, bir kaya çıkıntısında küçük bir yarık gördü. Sığ yarık siyah gökyüzüne bakıyordu.
Olver kendini o tarafa fırlattı ve Boru’yu kucaklayarak yarığa süründü. Zar zor sığdı. Trolloclar çevresinde dolaşıyorlardı, sonra ona uzanmaya, giysilerini tırmalamaya başladılar.
Olver inledi ve gözlerini yumdu.
Logain örgüler hazırlayarak kendini kapıyolun diğer tarafına fırlattı ve Demandred’e saldırdı.
Adam kuru nehir yatağına ve baskı altında dağılmak üzere olan Andorlu kargı sıralarına bakan, yanık yamacın tepesinde durmuyordu. Aieller, Cairhienliler ve Ejder Lejyonu da orada savaşıyordu; kuşatılma tehlikesi altındaydılar.
Kargıların hemen hemen tamamı dağıtılmıştı. Yakında tam biz bozgun olacaktı.
Logain, Demandred’e doğru iki ateş sütunu yolladı, ama Sharalılar kendilerini önüne attılar ve saldırısını engellediler. Etleri yanıp gitti, kemikleri kömürleşip toza döndü. Onların ölümleri, Demandred’e dönecek ve bir Su ve Hava örgüsüyle karşılık verecek zamanı tanıdı. Logain’in ateşi saldırıyı karşıladı, su buhara döndü ve sonra uçup gitti.
Logain, bu kadar çok yönlendirdikten sonra, Demandred’in zayıflamış olacağını umuyordu. Ama yorulmamıştı. Adamın önünde karmaşık bir örgü oluştu, Logain’in hiç görmediği türden bir örgü. Havada dalgalanan bir alan oluştu ve Logain bir daha saldırdığında, örgüsü tuğla duvara fırlatılmış sopa gibi sekti.
Gökyüzünden yıldırım düşünce Logain yana sıçradı ve yuvarlandı. Kaya parçaları üzerine yağarken Ruh, Ateş ve Toprak örerek o tuhaf duvarı biçti. Duvarı yıktı, sonra Demandred’in ateşini karşılamak için yerden havaya taş parçaları fırlattı.
Dikkatimi dağıtıyor, diye düşündü Logain, Demandred’in ateşin arkasında daha karmaşık bir şey ördüğünü fark ederek. Bir kapıyol açıldı ve uçtu. Kapıyol kıpkırmızı bir şeye açılmıştı. Logain kendini kenara fırlatırken Ölümkapısı geçti, ama peşinde alev alev yanan lavlardan bir iz bıraktı.
Demandred’in bir sonraki saldırısı, Logain’i geriye, lavlara doğru sürükleyen bir hava püskürtüsüydü. Logain çaresizce Su örerek lavı soğutmaya çalıştı. Omzu üzerine düştü, buhar patlaması derisini kavurdu, ama lavı yeterince soğutmayı başarmıştı, altı hâlâ eriyik olan lavın üzerindeki kabuğa çarptı. Bir dizi şimşek gelince, buhara karşı nefesini tutarak kendini kenara fırlattı ve şimşekler biraz önce durduğu yeri toza çevirdi.
O şimşekler, oluşturduğu kabuğu da parçaladı ve eriyik kayaya erişti. Lav damlaları Logain’in üzerine yağdı, derisini kavurdu ve kollarını, yüzünü delik deşik etti. Logain çığlık atarak, gazapla ördü ve düşmanına şimşek yolladı.