Выбрать главу

Kargı safları geri itilirken Elayne can sıkıntısı içinde izledi. Birgitte’in onu çatışmalardan uzaklaşmaya ikna edebilmiş olması –Trolloclar her an savunmalarını aşıp geçebilirdi– hiç hoşuna gitmiyordu.

Elayne neredeyse harabelere kadar çekilmişti ve şu an doğrudan tehlike altında değildi. İki Muhafız halkası tarafından kuşatılmıştı. Adamların çoğu oturmuş, yemek yiyordu – çatışmalar arasındaki molalarda, ne kadar güç toplayabilirlerse topluyorlardı.

Elayne sancağını açmamıştı, ama hâlâ yaşadığını bilmeleri için kumandanlarına ulaklar yollamıştı. Trolloclara karşı birliklerine rehberlik etmeye çalışmıştı, ama çabalan yeterli olmamıştı. Güçlerinin zayıfladığı açıktı.

“Geri dönmemiz lazım,” dedi Birgitte’e. “Beni görmeleri gerek Birgitte.”

“Bunun herhangi bir şeyi değiştireceğinden emin değilim,” dedi Birgitte. “Trolloclar ve kahrolası yönlendiricilerin karşısında o saflar dayanamaz, o kadar. Ben…”

“Ne oldu?” diye sordu Elayne.

Birgitte sırtını döndü. “Yemin ederim bir zamanlar böyle bir durum hatırlıyordum.”

Elayne çenesini çıkardı. Birgitte’in hafıza kaybını çok acı buluyordu, ama bu yalnızca tek bir kadının sorunuydu. Halkından binlercesi ölmekteydi.

Caemlyn mültecileri hâlâ çevrede yaralı ve ok arıyordu. Pek çok grup Elayne’in korumalarına yaklaştı ve alçak sesle konuşarak savaşı ya da Kraliçe’yi sordu. Elayne mültecileri ve dirençleriyle gurur duydu. Şehir yıkılmıştı, ama bir şehir yeniden inşa edilebilirdi. Caemlyn’in gerçek yüreği, insanları, o kadar kolay yenilmeyecekti.

Bir başka ışık mızrağı savaş meydanına düşerek insanları öldürdü, kargılı asker saflarını bozdu. Onun ötesinde, Yayla’nın uzak tarafında, kadınlar vahşi bir savaşın içinde yönlendiriyordu. Elayne gece çakan şimşekleri görebiliyordu, ama hepsi buydu. Elayne onlara katılmalı mıydı? Buradaki kumandası, askerlerini kurtarmaya yetmemişti, ama rehberlik ve önderlik sağlamayı başarmıştı.

“Ordumuz için korkuyorum Elayne,” dedi Birgitte. “Korkarım bugünü kaybettik.”

“Günü kaybedemeyiz,” dedi Elayne, “çünkü kaybedersek hepimiz kayboluruz. Yenilgiyi kabullenmeyi reddediyorum. Sen ve ben geri döneceğiz. Bırak Demandred bizi vurmaya çalışsın. Belki beni görünce askerler canlanır ve…”

Yakında, bir grup Caemlyn mültecisi Elayne’in Muhafızlarına saldırdı.

Elayne bir küfür savurarak Aygölgesi’ni çevirdi ve Tek Güç’e kucak açtı. Başta mülteci sandığı grubun kirli, is lekeli giysilerinin altında zincir zırh vardı. Muhafızlarıyla savaştılar; balta ve kılıçla öldürdüler. Bunlar mülteci değil, paralı askerdi.

“İhanet!” diye bağırdı Birgitte, yayını kaldırıp bir paralı askeri boğazından vurarak. “Silah başına!”

“Bu ihanet değil,” dedi Elayne. Ateş ördü ve üç kişilik bir grubu vurdu. “Bunlar bizden değil! Dilenci kılığındaki hırsızlara dikkat et!”

Bir başka ‘mülteci’ grubu zayıflamış olan Muhafız saflarına saldırırken Elayne döndü. Her yerdeydiler! Bütün dikkatler uzaktaki savaş meydanına odaklanmışken, sessizce yaklaşmışlardı.

Bir grup paralı asker korumaları aşarken, Elayne bir Aes Sedaiye saldırmanın saçmalığını göstermek için saidar ördü. Güçlü bir Hava örgüsü salıverdi.

Örgü ona saldıran adamlardan birine çarptığı zaman çözülüp dağıldı. Elayne küfretti ve kaçmak için atını döndürdü, ama saldırganlardan biri öne atıldı ve kılıcını Aygölgesi’nin boynuna sapladı. At acıyla çığlık atarak şahlandı ve Elayne panik içinde bebeklerini düşünerek yere düşerken çevresinde savaşan Muhafızları gördü. Kaba eller onu omuzlarından yakaladı ve yere mıhladı.

Elayne gecenin içinde parlayan gümüşi bir şey gördü. Bir tilki başı madalyonu. Yeni bir çift el onu, göğüslerinin hemen üzerinde, derisine yasladı. Metal buz gibiydi.

“Selam Kraliçem,” dedi Mellar, yanına çömelerek. Eski Muhafız –çoğu kişinin çocuklarının babası olduğunu sandığı adam– alayla sırıttı. “Seni bulmak çok zor oldu.”

Elayne ona tükürdü, ama adam bunu bekliyordu. Elini kaldırıp tükürüğü yakaladı. Gülümsedi, sonra ayağa kalktı ve Elayne’i iki paralı asker tarafından yere mıhlanmış halde bıraktı. Muhafızlarının bazıları hâlâ savaşıyordu, ama çoğu püskürtülmüş ya da öldürülmüştü.

İki adam Birgitte’i sürükleyerek getirirken Mellar döndü. Birgitte ellerinde kıvranıyordu ve üçüncü bir adam onu tutmalarına yardım etmek için yaklaştı. Mellar kılıcını çekti, bir an yansımasını incelermiş gibi çeliğine baktı. Sonra kılıcı Birgitte’in karnına sapladı.

Birgitte inleyerek dizleri üzerine çöktü. Mellar kılıcı şiddetle elinin tersine savurarak Birgitte’in kafasını uçurdu.

Biıgitte’in cesedi öne yıkılır, boynundan kaç fışkırırken, Elayne hiç kıpırdamadan, tepki gösteremeden oturdu. Aralarındaki bağ söndü ve yerine… acı geldi. Korkunç bir acı.

“Uzun zamandır bunu yapmayı bekliyordum,” dedi Mellar. “Kan ve lanet küller, pek güzel bir hismiş.”

Birgitte… Muhafızı ölmüştü. Muhafızı öldürülmüştü. O sert ama cömert yürek, o muazzam sadakat – yok edilmişti. Kayıp yüzünden… düşünmek zordu.

Mellar, Birgitte’in cesedini tekmelerken, eyerinin arkasına bir beden yatırmış biri yaklaştı. Adamın üzerinde Andor üniforması vardı ve yüzüstü yatırılmış bedenin sarı saçları yere doğru sarkıyordu. Zavallı kadın her kimse, tıpkı Elayne’inkine benzer bir elbise giymişti.

Ah, hayır…

“Git,” dedi Mellar. Adam, çevresini alan birkaç sahte Muhafızla uzaklaştı. Elayne’in sancağını taşıyorlardı. Biri bağırmaya başladı: “Kraliçe öldü! Kraliçe öldü!”

Mellar, Elayne’e döndü. “Halkın savaşmaya devam ediyor. Eh, bu saflarını bozmaya yetmeli. Sana gelince… eh, görünüşe göre çocukların Yüce Efendi’nin işine yarayabilir. Onları Shayol Ghul’e götürmem emredildi. O sırada onların yanında olman gerekmediğini düşünüyorum.” Arkadaşlarından birine baktı. “Bunu sağlayabilir misin?”

Diğer adam Elayne’in yanında diz çöktü ve ellerini karnına bastırdı. Ani bir korku dalgası Elayne’in uyuşukluğunu ve şokunu aştı. Bebekleri!

“Hamileliği yeterince ilerlemiş,” dedi adam. “Karnını kesip çocukları çıkarabilirsen, bir örgüyle onları hayatta tutabilirim sanırım. Doğru yapmak zor olacak. Daha küçükler. Altı aylık. Ama Seçilmişler tarafından gösterilen örgülerle… evet, onları bir saat kadar yaşatabilirim. Ama Shayol Ghul’e götürmesi için M’Hael’e teslim etmen lazım onları. Artık oraya normal bir kapıyolla Yolculuk edilmiyor.”

Mellar kılıcını kınına soktu ve kemerindeki avcı bıçağını çekti. “Bana uyar. Yüce Efendi’nin istediği gibi çocukları göndereceğiz. Ama sen, Kraliçem… sen benimsin.”

Elayne çabaladı, ama adamlar sıkıca tutuyordu. Elayne tekrar tekrar saidara uzandı, ama madalyon çatalkök görevi görüyordu. Saidar, saidin kadar imkansızdı.

“Hayır!” diye çığlık attı, Mellar yanında diz çökerken. “HAYIR!”

“Güzel,” dedi Mellar. “Sonunda çığlık atacağını umuyordum.”

Hiçlik.

Rand döndü. Dönmeye çalıştı. Cismi ya da şekli yoktu.

Hiçbir şey.

Konuşmaya çalıştı, ama ağzı yoktu. Sonunda sözcükleri düşünmeyi ve bu şekilde var etmeyi başardı.