Выбрать главу

“Küçük Kumandan-Generalinin hayatta olup da izleyememesi ne yazık,” dedi Mellar. “Ne kadar budalaca olsa da, gerçekten de efsanelerin Birgitte’i olduğuna inandığını düşünüyorum.” Elayne uzakta yumuşak bir ses duydu. Yer titredi. Bir deprem.

Odaklanmaya çalıştı, ama Birgitte’in en başından beri haklı olduğunu düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Min’in öngördüğü gibi, Elayne ölse de bebeklerin güvende olması pekala mümkündü.

Çevrelerinde, yerden, ölülerin ruhları gibi, kıvrım kıvrım bir beyaz sis yükseldi.

Mellar aniden gerildi.

Elayne gözlerini kırpıştırarak ona baktı. Mellar’ın göğsünden gümüş bir şey çıkmıştı. Bir… ok başına benziyordu.

Mellar döndü ve bıçak parmaklarından düştü. Arkasında, Birgitte Gümüşyay, kafasız bedenin iki yanına ayak basmış, kendi cesedinin üzerinde duruyordu. Yeni ovalanmış gümüş gibi parlayan yayını kaldırdı ve bir ok daha salıverdi. Ok, ışıktan bir iz bırakarak Mellar’ın kafasına saplandı ve adamı yere mıhladı. Bir sonraki, Mellar’ın yönlendiricisine uçtu ve adam tepki veremeden, Dehşetlordunu gümüşten bir okla öldürdü.

Çevrelerinde, Mellar’ın adamları felç olmuş gibi durmuş, Birgitte’e boş boş bakıyorlardı. Birgitte’in üzerindeki giysiler adeta parlıyordu. Kısa beyaz ceket, bol san pantolon ve siyah bir pelerin. Altın rengi saçları, girift bir örgüyle beline kadar sarkıyordu.

“Ben Birgitte Gümüşyay,” diye bildirdi Birgitte, kuşkuları gidermek istermiş gibi. “Valere Borusu çalındı; herkesi Son Savaş’a çağırıyor. Kahramanlar geri döndü!”

Lan Mandragoran, Terkedilmişlerden birinin kafasını havaya kaldırmıştı – sözde alt edilmez olan savaş kumandanlarını.

Gölge’nin ordusu, hiçbiri, meydanın neresinde olursa olsun, yaşananları görmezden gelemezdi. Gaipten gelen o ses ilan etmişti. Seçilmiş ölmüşken saldırganın ayakta olması… onları sersemletmişti. Korkutmuştu.

Sonra, uzakta, Boru çalındı.

“İlerleyin!” diye bağırdı Mat. “İlerleyin!” Ordusu öfkeyle kendini Trolloclar’la Sharalıların üzerine fırlattı.

“Cauthon, o ses ne?” diye sordu Arganda, Zar’ın yanında sendeleyerek. Adamın tek kolu hâlâ askıdaydı. Diğer elinde kanlı bir gürz taşıyordu. Mat’in çevresinde, Ölümnöbetçileri homurdanarak savaşıyor, Trolloc biçiyordu.

Mat bağırarak kendini çatışmalara doğru fırlattı. “O lanet Valere Borusu’ydu! Bu gece hâlâ kazanmamız mümkün!”

Boru. Kahrolası Boru nasıl çalınmıştı? Eh, artık Mat o şeye bağlı değilmiş gibi görünüyordu. Rhuidean’daki ölümü bağı koparmış olmalıydı.

Artık yükü bir başka talihsiz aptal taşıyacaktı. Mat bir savaş narası patlatarak bir Trolloc’un kolunu kesti ve sonra mızrağını göğsüne sapladı. Boru sesiyle Gölge’nin tüm ordusu afallamıştı. Lan’in yakınındaki Trolloclar çaresizlik içinde, telaşla kaçıştılar. Sonuçta Trolloclar kendilerini, yedek kuvvetleri olmadan, yamaç boyunca, kalabalıklara güvenmeden savaşırken buldular. Ve ordularının başında kimse yok gibiydi.

Yakındaki Myrddraaller, kaçanları döndürmeye ve savaştırmaya çalışarak, kılıçlarını kendi Trolloclarına çevirdiler, ama gökten düşen alevli İki Nehir okları Solukların bedenlerini delik deşik etti.

Tam al’Thor, diye düşündü Mat, sana en iyi kahrolası çizmelerimi göndereceğim. Işık beni yaksın, ama yapacağım bunu. “Bana doğru!” diye bağırdı Mat. “Lanet bir silah tutabilen tüm biniciler, bana doğru!”

Mat, Zar’ı tekmeleyerek dörtnala kaldırdı ve savaşmaya devam eden Trollocları ittirip geçti. Mat’in saldırısı Furyk Karede ve kalan pek az adamının yolunu açarak, Trolloc güruhundaki deliği genişletmelerini mümkün kıldı. Ardından, kalan Sınırboylular tüm güçleriyle Mat’in peşinden, Lan’e doğru aktılar.

Shara ordusu zayıflama işaretleri gösteriyordu, ama saldırmaya devam ettiler. Yüreklerinin son vermelerini istediği şeye karşı, disiplinin zoruyla hareket ediyorlardı. Lan’in zaferi savaşı kazanmaya yetmezdi –çok fazla düşman vardı– ama Demandred olmadan, Gölge yönünü kaybetmişti. Soluklar bile öndersiz kalmanın etkilerini gösteriyordu. Trolloclar geri çekilmeye ve toparlanmaya başladı.

Mat ve Sınırboylular Yayla üzerinde güneybatıya aktılar ve Lan’in durduğu yere geldiler. Mat atından aşağı atladı ve afallamış görünen Malkier kralını omzundan yakaladı. Lan, Mat’e haşin bir minnetle baktı, sonra gözleri devrildi ve Demandred’in kafasını yere bırakarak düşmeye başladı.

Siyah ceketli bir adam yaklaştı. Mat, Narishma’nın hâlâ orada, Sınırboyluların arasında savaşmakta olduğunu fark etmemişti. Kandorlu Asha’man kendini atından aşağı fırlattı ve Lan’in diğer kolunu tutup odaklandı.

Kısa Şifa, Lan’i ayıltmaya yetti.

“Onu bir ata bindir Narishma,” dedi Mat. “Ordumuzun yanına döndüğümüzde üzerinde çalışabilirsin. Aşağıdaki Trolloclar Yayla’ya çıkmaya karar verirse, düşman hatlarının arkasında kısılı kalmak istemiyorum.”

Atlarını kuzeydoğuya sürdüler ve geçerken kılıç ve mızraklarla Trollocların sağ kanatlarını arkadan süpürdüler. Bu, yaratıkları daha da huzursuz etti. Trollocları geçtikten sonra Sınırboylular atlarını çevirdiler ve bir kez daha, doğrudan Trolloc sürülerinin üzerine sürdüler. Trolloclar, bir sonraki saldırının nereden geleceğini bilemeyerek, her yöne bakmaya çalışıyorlardı. Mat ve Narishma, Lan’in atını çekerek kendi arka saflarına yöneldiler. Narishma Malkierli’yi atından indirdi ve yere yatırdı. O Şifa verirken, Mat durumlarını değerlendirdi.

Arkalarında, sis toplanıyordu. Mat’in aklına korkunç bir düşünce geldi. Korkunç bir olasılığı göz ardı etmişti. Valere Borusu hâlâ çalınıyordu: uzak, ama tanınmaması imkansız bir ses. Ah, Işık, diye düşündü Mat. Ah, savaş meydanındaki kahrolası ağaç kütükleri. Boru’yu kim çaldı? Hangi taraftan?

Sis, yağmurun ardından yerden çıkan solucanlar gibi biçimlendi. Yerden fışkıran fırtına bulutları gibi dalga dalga kabardı ve içinde at şekilleri koştu. Efsanelerden kahramanlar. Tüm kraliçelerden daha azametli, Albhainli Buad. Parlak kılıcını kaldıran Amaresu. Bir elinde çekiç diğerinde kazıkla, esmer tenli Vurucu Hend.

Kahramanların önünde, sislerin içinde bir şekil yürüyordu. Uzun boylu ve buyurgan, gaga burunlu Artur Şahinkanadı, kılıcı Adalet’i omzunda taşıyarak at sürüyordu. Yaklaşık yüz kahraman Şahinkanadı’nın peşinden gelse de, bir tanesi sisler sürükleyerek aralarından ayrıldı ve dörtnala uzaklaştı. Mat biniciyi tam olarak görememişti. Kimdi o ve böyle hızla nereye gidiyordu?

Mat şapkasını çekiştirerek kafasına iyice oturttu ve Zar’ı tekmeleyerek kadim kralı karşılamaya çıktı. Beni öldürmeye çalışırsa onu hangi tarafın çağırdığını anlarım herhalde, diye düşündü. Ashandareiyi eyerden kaldırdı. Artur Şahinkanadı’yla savaşabilir miydi? Işık, Boru kahramanlarını yenebilecek adam çıkar mıydı?

“Selam Şahinkanadı,” diye seslendi Mat.

“Kumarbaz,” diye yanıtladı Şahinkanadı. “Sana emanet edilene daha iyi göz kulak olman lazım. Bu savaşa çağrılmayacağımızdan korkmaya başlamıştım.”

Mat rahat bir nefes aldı. “Kanlı küller Şahinkanadı! Bu kadar oyalanmasanız da olurdu, seni lanet keçi öpücü. Bizim için mi savaşıyorsunuz yani?”

“Elbette Işık için savaşıyoruz,” dedi Şahinkanadı. “Gölge için asla savaşmayız.”

“Ama bana dediler ki…” diye başladı Mat.