“Yanlış demişler,” dedi Şahinkanadı.
“Dahası,” dedi Hend gülerek, “diğer taraf bizi çağırmış olsa, şimdiye kadar çoktan ölmüştün!”
“Öldüm zaten,” dedi Mat, boynundaki yara izini ovuşturarak. “Görünüşe göre, beni öldüren bir ağaçmış.”
“Ağaç değil Kumarbaz,” dedi Şahinkanadı. “Bir başka an; hatırlayamadığın bir an. Pek de uygun, çünkü her iki seferde de hayatını Lews Therin kurtardı.”
“Onu hatırla,” diye terslendi Amaresu. “Onun deliliğinden korktuğunu mırıldandığını gördüm, ama aldığın her nefesin –attığın her adımın– onun izniyle olduğunu unutuyorsun. Hayatın Yenidendoğan Ejder’in armağanıdır Kumarbaz. Hem de iki kere.”
Kan ve lanet küller. Ölü kadınlar bile ona Nynaeve gibi davranıyordu. Bunu nereden öğreniyorlardı? Gizli dersler mi alıyorlardı?
Şahinkanadı başını yakındaki bir şeye doğru salladı. Rand’ın bayrağı; Dannil onu hâlâ taşıyordu. “Bayrak çevresinde toplanmak için geldik buraya. Bayrak sayesinde senin için savaşacağız Kumarbaz, çünkü önderin Ejder – önderliğini uzaktan yapsa da. Bu yeterli.”
“Eh,” dedi Mat, bayrağa bakarak, “madem buradasınız, savaşa katılabilirsiniz sanırım. Adamlarımı geri çekeceğim.”
Şahinkanadı güldü. “Biz, yüz kişi, tüm bu savaşı halledebilir miyiz sanıyorsun?”
“Kahrolası Boru kahramanları sizlersiniz,” dedi Mat. “İşiniz bu, değil mi?”
“Biz de alt edilebiliriz,” dedi Matuchinli güzel Blaes, atını Şahinkanadı’nın yanına getirerek. Mat bir kahramana azıcık baksa Tuon kızmazdı, değil mi? İnsanların onlara bakması gerekiyordu zaten. “Kötü yaralanırsak, geri çekilmemiz ve Düşler Dünyası’nda iyileşmemiz gerekir.”
“Gölge bizi nasıl etkisiz duruma düşürebileceğini biliyor,” diye ekledi Hend. “Elimizi kolumuzu bağlayabilir ve o zaman savaşa yardım etmek için hiçbir şey yapamayız. Hareket edemediğinde, ölümsüz olup olmamanın önemi kalmaz.”
“İyi savaşırız,” dedi Şahinkanadı Mat’e. “Ve gücümüzü size ödünç vereceğiz. Ama bu yalnız bizim savaşımız değil. Biz onun sadece bir parçasıyız.”
“Harika,” dedi Mat. O Boru hâlâ çalınıyordu. “O zaman bana şunu söyleyin. Eğer o şeyi ben çalmadıysam, Gölge de çalmadıysa… kim çaldı?”
Kalın Trolloc tırnakları Olver’in kolunu çiziyordu. Olver, bir kaya çıkıntısındaki küçük yarığa sıkışmış, gözlerini sıkı sıkı yumarak, gözyaşları içinde Boru’yu çalmaya devam ediyordu.
Üzgünüm Mat, diye düşürdü, siyah kıllı bir el Boru’yu elinden almaya çalışırken. Bir başkası onu omzundan yakaladı, tırnaklarını etine batırdı ve kolu boyunda kan boşandı.
Boru ellerinden koparılıp alındı.
Çok üzgünüm!
Trolloc, Olver’i yukarı çekti.
Sonra bıraktı.
Olver sersem sersem yere yuvarlandı ve sonra Boru kucağına düşünce yerinde sıçradı. Titreyerek ve yaşlı gözlerini kırpıştırarak Boru’yu kucakladı.
Yukarıda gölgeler çalkalanıyordu. Homurtular. Neler oluyordu? Olver başını ihtiyatla kaldırdı ve birinin, iki ayağını iki yanına basmış, tepesinde dikilmekte olduğunu gördü. Şekil, bir düzine Trolloc karşısında, değneğini bir o yana bir bu yana çevirerek, bir bulanıklık halinde savaşıyor, oğlanı koruyordu.
Olver adamın yüzünü gördü ve nefesi kesildi. “Noal?”
Noal bir Trolloc’un koluna vurdu, yaratığı geri çekilmeye zorladı ve sonra Olver’e bakıp gülümsedi. Noal hâlâ yaşlı görünse de, gözlerindeki bitkinlik gitmişti. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı sanki. Yakında, altın bir eyeri ve dizginleri olan beyaz bir at duruyordu; Olver’in gördüğü en muhteşem hayvan.
“Noal, öldüğünü söylemişlerdi!” diye bağırdı Olver.
“Öldüm de,” dedi Noal. Sonra kahkaha attı. “Desen in benimle işi bitmemiş evlat. O Boru’yu çal! Gururla çal Borazancı!”
Olver söyleneni yaptı ve Noal küçük bir halka halinde Olver’in çevresini almış Trolloclarla savaşırken, Boru’yu çaldı. Noal. Noal Boru Kahramanlarından biriydi! Dörtnala koşan at nallarının sesi, Olver’i Gölgedöllerinden kurtarmaya gelen başkaları olduğunu haber verdi.
Aniden Olver derin bir sıcaklık hissetti. Çok kişiyi kaybetmişti, ama içlerinden biri… bir tanesi… onun için geri dönmüştü.
40
KURTKARDEŞ
Elayne’i yakalayanlar Birgitte’e sersem sersem baktılar. Elayne fırsattan istifade ederek kenara kaçtı. Dönerek dizleri üzerinde doğruldu. Hamileliği yüzünden hantaldı, ama çaresiz de değildi. Mellar’ın derisine yapıştırdığı madalyon yere kaydı. Elayne saidarın parıltısının onu beklediğini gördü. Kendini Güç’le doldurdu ve karnını tuttu.
Bebekleri içeride kıpırdanıyordu. Elayne Hava akışları ördü ve onu tutsak alanları geriye devirdi. Yakında, Elayne’in Korumaları toplu halde Mellar’ın askerlerine saldırdılar. Birkaçı Birgitte’i görünce durdu.
“Savaşmaya devam edin sizi keçi çocukları!” diye bağırdı Birgitte, paralı askerlerin üzerinde ok yağdırarak. “Ölmüş olabilirim, ama hâlâ kahrolası kumandanınızım ve siz de emirlere uyacaksınız!”
Bu onları harekete geçirdi. Yükselen sis kıvrılıyor, savaş meydanını puslandırıyordu. Karanlıkta hafif hafif parlıyor gibiydi. Birkaç dakika içinde, Elayne’in yönlendirmesi, Birgitte’in yayı ve Korumalarının güçleri sayesinde, Mellar’ın kalan Karanlıkdostu askerleri kaçmaya başladı.
Birgitte kaçanların altısını oklarıyla devirdi.
“Birgitte,” dedi Elayne gözyaşları içinde. “Üzgünüm.”
“Üzgün mü?” Birgitte ona döndü. “Üzgün mü? Neden yas tutuyorsun Elayne? Hepsini geri aldım! Anılarım geri döndü.” Güldü. “Bu harika! Son birkaç hafta boyunca bana nasıl dayandın bilmiyorum. En sevdiği yayı kırılmış çocuk gibi surat asıyordum.”
“Ben… Ah, Işık.” Elayne’in içi ona yine de Muhafız’ını kaybettiğini söylüyordu ve bağın kopuşunun acısı mantıklı bir şey değildi. Birgitte’in önünde durması fark etmiyordu. “Belki seninle yine bağ kurmam lazım?”
“İşe yaramaz,” dedi Birgitte, elini aldırışsızca sallayarak. “Yaralandın mı?”
“Gururumdan başka hiçbir şey incinmedi.”
“Şanslısın, ama Boru tam zamanında çalındığı için daha da şanslısın.”
Elayne başını salladı.
“Ben diğer kahramanlara katılacağım,” dedi Birgitte. “Sen burada kal ve kendine gel.”
“Işık kavursun!” dedi Elayne, güçlükle ayağa kalkarak. “Şimdi geride kalacak değilim. Bebekler iyi. Ben gidiyorum.”
“Elayne…”
“Askerlerim öldüğümü sanıyor,” dedi Elayne. “Saflarımız dağılıyor, adamlarımız ölüyor. Hâlâ umut olduğunu anlamaları için beni görmeleri lazım. Bu sisin anlamını bilmiyorlardır. Kraliçelerine ihtiyaç duydukları bir zaman olmuşsa, o an bu andır. Karanlık Varlık’tan başka hiçbir şey beni geri dönmekten alıkoyamaz.”
Birgitte kaşlarını çattı.
“Artık Muhafızım değilsin,” dedi Elayne. “Ama hâlâ dostumsun. Benimle gelir misin?”
“İnatçı budala.”
“Ölü kalmayı reddeden ben değilim. Birlikte?”
“Birlikte,” dedi Birgitte, başını sallayarak.
Aviendha yeni ulumaları dinleyerek durdu. Bunlar pek kurt sesine benzemiyordu.
Shayol Ghul’deki fırtına devam ediyordu. Hangi tarafın kazandığını bilmiyordu. Her yer cesetlerle kaplanmıştı, bazıları kurtlar tarafından parçalanmıştı, diğerleri hâlâ Tek Güç saldırılarının ardından tütüyordu. Rüzgar esip gürlüyordu, ama yağmur yağmıyordu ve toz ve taş dalgaları Aviendha’yı süpürüyordu.