Выбрать главу

O geçerken adamlar dönüyordu. Bazıları bunu yaparken Trolloclar tarafından biçildi. Yaratıklar savunmalarını aşıyor, dağılan saflara ve katliama seviniyordu.

Adamlarım fazla zayıfladı, diye düşündü Elayne. Ah, Işık. Zavallı askerlerim. Gördüğü, bir ölüm ve çaresizlik hikâyesiydi. Andorlu ve Cairhienli kargı sıraları, korkunç kayıplar verdikten sonra dağılmıştı. Şimdi askerler küçük kümeler halinde savaşıyorlardı ve çoğu dağılıp canlarını kurtarmak için kaçıyordu. “Direnin!” diye bağırdı Elayne. “Kraliçenizle direnin!”

Daha fazla adam kaçmayı bıraktı, ama savaşa geri dönmediler. Ne yapmalıydı?

Savaşmalıydı.

Elayne bir Trolloca saldırdı. Daha biraz önce onunla hiçbir şey yapamayacağını düşünmüş olmasına rağmen, kılıcı kullandı. Gerçekten de hiçbir şey yapamadı. Yabandomuzu kafalı Trolloc, Elayne kılıcı sallayınca şaşırmış göründü.

Neyse ki Birgitte oradaydı ve silahını Elayne’e sallayan yaratığı kolundan vurdu. Bu Elayne’in hayatını kurtardı, ama yine de lanet şeyi öldürmesine yaramadı. Atı –askerlerin birinden almıştı– dans ederek, Elayne kılıcını sallarken Trollocun onu biçmesini engelledi. Kılıç Elayne’in istediği yöne gitmiyordu. Tek Güç çok daha rafine bir silahtı. Gerekirse onu kullanacaktı, ama şu anda dövüşmeyi tercih ediyordu.

Uzun süre çabalaması gerekmedi. Askerleri çevresini alarak yaratığı öldürdüler ve Elayne’i, yaklaşmaya başlayan dört diğer yaratıktan korudular. Elayne alnını sildi ve geriledi.

“O da neydi?” diye sordu Birgitte, yanına gelip, askerlerden birini öldürmeye niyetlenen bir Trollocu okuyla vurarak. “Ratliff’in tırnakları Elayne! Budalalığının sınırını öğrendim sanıyordum.”

Elayne kılıcını kaldırdı. Yakında, adamları bağırmaya başladı. “Kraliçe yaşıyor!” diye bağırdılar. “Işık ve Andor adına! Kraliçenizle direnin!”

“Sen kaçarken Kraliçenin kılıcıyla Trolloc öldürmeye çalıştığını görsen ne hissederdin?” diye sordu Elayne usulca.

“Başka bir lanet ülkeye taşınmam gerektiğini hissederdim,” diye terslendi Birgitte, bir ok daha bırakarak, “hükümdarların sütlaç yerine beyin taşıdıkları bir ülkeye.”

Elayne burnunu çekti. Birgitte ne isterse söyleyebilirdi, ama manevrası işe yaramıştı. Bir parça maya gibi, topladığı adamların gücü büyüdü, iki yanına yayıldı ve yeni bir saf oluşturdu. Elayne kılıcını havada tutarak bağırmaya devam etti ve –bir anlık kararsızlıktan sonra– Tek Güç’le, başlarının üzerinde yüzen devasa bir Andor bayrağı oluşturdu. Kırmızı aslan geceyi aydınlatıyordu.

Bu, Demandred ve yönlendiricilerinin doğrudan ateşini çekecekti, ama adamlarının bir işaret ateşine ihtiyacı vardı. Elayne gelen saldırılan savuştururdu.

Saldırı gelmedi. Elayne hat boyunca at sürerken, adamlarına umut veren sözler bağırdı. “Işık ve Andor adına! Kraliçeniz yaşıyor! Direnin ve savaşın!”

Mat, eskiden muazzam olan bir ordunun kalıntılarıyla, Yayla’da güneybatıya doğru at koşturuyordu. Trolloclar ileride, solda toplanmıştı. Shara ordusu ise sağdaydı. Düşmanın karşısında kahramanlar, Sınırboylular, Karede ve adanılan, Ogierler, İki Nehir okçuları, Beyazcüppeler, Ghealdanlılar ve Mayeneliler, paralı askerler, Tinna ve Ejderyeminli mültecileri vardı. Ve Kızıl El Birliği. Kendi adamları.

Kendine ait olmayan anılardan, çok daha görkemli ordulara kumanda ettiğini hatırlıyordu. Parçalanmış, yan eğitimli, yaralı ve bitkin olmayan ordular. Ama Işık ona yardım etsin, hiç bu kadar gururlanmamıştı. Yaşanan her şeye rağmen, adamları savaş naralarını tekrarlamış, yenilenmiş bir şevkle savaşa atılmışlardı.

Demandred’in ölümü Mat’e bir şans vermişti. Orduların aktığını hissedebiliyordu. Onlarla birlikte, savaşın içgüdüsel ritmi de akıyordu. Beklediği an buydu. Sahip olduğu her şeyi üzerine yatıracağı kart buydu. Ona bir şansı vardı, ama Shara ordusu, Trolloclar ve Soluklar öndersizdi. Onlara rehberlik edecek bir generalleri yoktu. Soluklar ve Dehşetlordları emirler vermeye çalışırken, farklı birlikler farklı eylemlere girişiyordu.

O Sharalılara karşı gözümü açık tutmam lazım, diye düşündü Mat. Onlarda kumanda yapısını tekrar kurabilecek generaller vardır.

Şimdilik, sertçe ve kuvvetle saldırması gerekiyordu. Sharalıları ve Trollocları Yayla’dan aşağı püskürtmesi. Aşağıda, Trolloclar bataklıklarla Yayla arasındaki koridoru doldurmuşlar, ırmak yatağındaki savunuculara baskı yapıyorlardı. Elayne’in ölümü yalan çıkmıştı. Birlikleri dağılmıştı –askerlerinden üçte birinden fazlasını kaybetmişlerdi– ama tam Trolloclar tarafından bozguna uğratılacakken, Elayne ortalarında belirmiş, askerlerini tekrar toplamıştı. Şimdi, Shienar topraklarına sürülmüş olmalarına rağmen, mucizevi bir biçimde saflarını koruyorlardı. Ama, Elayne olsa da olmasa da, daha fazla dayanamazlardı. Gittikçe daha fazla kargılı asker kuşatılıyordu, meydanın her yerinde askerler düşüyordu ve Elayne’in süvarileriyle Aieller düşmanı tutmak için gittikçe daha büyük zorlukla, hırsla savaşıyorlardı. Işık, Gölge’yi bu lanet Yayla’dan aşağıdaki yaratıkların üzerine itebilirsem, hepsi birbirinin ayağına dolanır!

“Lord Cauthon!” diye bağırdı Tinna yakından. At sırtından kanlı mızrağını uzatarak güneyi gösterdi.

Uzakta, Erinin Nehri yönüne doğru ışık parlıyordu. Mat alnını sildi.

Gökyüzünde kapıyollar. Düzinelercesi. Ve içlerinden, fenerler taşıyarak uçan to’rakenler geçiyordu. Yaratıklar saf tutarak geçidin üzerinden uçtular ve ötedeki koridorun üzerine geldiler.

Mat savaş gürültülerinin üzerinden, düşmanın kanını dondurmuş olması gereken sesler duydu: gecenin içinde yüzlerce, binlerce boynuz boru haykırarak savaş çağrısı yaptı. Bir davul gümbürtüsü hep birlikte ritim tutmaya başladı ve sesleri yükseldikçe yükseldi. Ve ilerleyen bir ordudaki insan ve hayvan ayak seslerinin gürlemesi karanlıkta yavaş yavaş Polov Yaylası’na yaklaşmaya başladı. Şafak öncesi karanlığında kimse onları göremiyordu, ama savaş meydanındaki herkes kim olduklarını biliyordu.

Mat bir sevinç narası kopardı. Zihin gözüyle Seanchanların hamlelerini görebiliyordu. Ordunun yarısı Erinin’den, doğrudan kuzeye yürüyecek, Elayne’in Mora’daki perişan ordusuna katılacak, Shienar’a girmeye çalışan Trollocları ezecekti. Diğer yarı batıya gidip bataklıkların çevresinden dolanacak, Yayla’nın batı kenarına ilerleyecek, koridordaki Trollocları arkadan ezecekti.

Şimdi ok yağmuruna havada beliren parlak ışıklar eşlik ediyordu – damaneler ordunun görebilmesi için daha fazla ışık yaratıyorlardı. Havaifişekçileri bile gururlandıracak bir ışık gösterisi! Sahiden de, dev Seanchan ordusu Merrilor Meydanı’ndan geçerken yer sarsılıyordu.

Mat’in Yayla’daki sağ kanadının üzerinde gök gürledi – daha gür bir gök gürültüsü. Talmanes ve Aludra ejderleri onarmışlardı ve kapıyollar kullanarak, mağaradan direkt Shara ordusunun üzerine ateş ediyorlardı.

Bütün parçalar yerli yerinde sayılırdı. Zarlar son bir defa atılmadan, ilgilenilmesi gereken tek bir iş kalmıştı.

Mat’in orduları ilerlemeye başladı.

Jur Grady karısından gelen mektubu evirip çeviriyordu. Karısı mektubu Kara Kule’den, Androl eliyle yollamıştı. Karanlıkta mektubu okuyamıyordu, ama onu elinde tutabildiği sürece fark etmezdi. Sözleri ezbere biliyordu zaten.