Cauthon’un onu konuşlandırdığı, Mora Nehri’nin on beş kilometre kadar kuzeydoğusundaki bu kanyonu izliyordu. Merrilor’daki savaşı görebileceği bir yerde değildi.
Savaşmıyordu. Işık, zordu, ama savaşmıyordu. Buradaki ırmağı tutmaya çalışırken ölen o zavallı insanları düşünmemeye çalışarak izliyordu. Bunun için kusursuz bir yerdi – Mora burada bir kanyondan geçiyordu. Gölge burada nehri durdurabilirdi ve durdurmuştu da. Ah, Mat’in gönderdiği adamlar Dehşetlordları ve Sharalılarla savaşmaya çalışmışlardı. Ne kadar da gereksiz bir çaba! Grady, Cauthon’a duyduğu öfkeyle için için yanıyordu. Herkes onun iyi bir general olduğunu iddia ediyordu. Sonra da gidip bunu yapmıştı.
Eh, eğer o kadar büyük bir dahiyse, neden Murandy’nin beş yüz sıradan dağ köylüsünü bu ırmağı tutmaları için yollamıştı? Evet, Cauthon Birlik’ten de yüz asker yollamıştı, ama bu yeterli değildi. Adamlar ırmağı birkaç saat tuttuktan sonra ölmüşlerdi. Irmak kanyonunda yüzlerce Trolloc ve pek çok Dehşetlordu vardı!
Eh, Murandyliler son adama dek katledilmişti. Işık! O grupta çocuklar vardı. Kasabalılar ve birkaç asker iyi savaşmış, kanyonu Grady’nin hayal ettiğinden çok daha uzun süre savunmuşlardı. Ve Grady’ye onlara yardım etmemesi emredilmişti.
Eh, şimdi Grady kanyon duvarının üzerinde, karanlıkta, bir kayalığın arkasında saklanarak bekliyordu. Uzakta, belki yüz adım ötede, Trolloclar meşale ışıklarında ilerliyordu – Dehşetlordlarının görebilmesi gerekiyordu. Onlar da kanyon duvarlarındaydı, böylece aşağıdaki ırmağı görebilecek yükseklik ve pozisyondaydılar. Irmak bir göle dönüşmüştü. Üç Dehşetlordu kanyon duvarlarından büyük kayalar koparmış, ırmağın önünde kayadan bir set oluşturmuşlardı.
Böylece Mora, Merrilor’da kurumuş, Trollocların ırmağı kolaylıkla geçebilmesini sağlamıştı. Grady o seti bir anda açabilirdi – Tek Güç’le bir darbe seti yıkar, kanyondaki suyu serbest bırakabilirdi. Şimdiye dek buna cüret etmemişti. Cauthon ona saldırmamasını emretmişti, ama bunun ötesinde, kendi başına üç Dehşetlordunu yenebildiği olmamıştı hiç. Onu öldürür, sonra seti yine kurarlardı.
Grady karısının mektubunu okşadı ve sonra kendini hazırladı. Cauthon ona, şafakta aynı köye kapıyol açmasını emretmişti. Bunu yapınca yerini belli edecekti. Emrin amacını bilmiyordu.
Kanyon suyla dolmuş, ölenlerin cesetlerini kaplamıştı.
Şimdi açsam olur sanırım, diye düşündü Grady, derin bir nefes alarak. Şafak sökmek üzereydi, ama bulutlar yüzünden ortalık hâlâ karanlıktı.
Aldığı emirlere uyacaktı. Işık onu kavursun, uyacaktı. Ama Cauthon ırmak aşağısındaki savaştan canlı kurtulursa, Grady’nin ona edecek bir çift lafı vardı. Sert laflar. Cauthon gibi sıradan doğumlu bir adam, insanların canlarını boşa harcamamak gerektiğini bilmeliydi.
Derin bir nefes aldı ve sonra kapıyolu örmeye başladı. Onu, insanların dün geldiği köye açtı. Bunu neden yapması gerektiğini bilmiyordu. Köy, dün savaşan grubu oluşturmak için boşaltılmıştı. Geride kimse kaldığını sanmıyordu. Mat ne demişti oraya? Hinderstap mi?
Kapıyolun arkasında, satırlar, yabalar, paslı kılıçlar sallayan insanlar bağırıp çağırmaya başladı. Yanlarında, dünkü gibi, yüz Birlik askeri vardı. Yalnız…
Yalnız, Dehşetlordlarının ateşlerinin altında, askerlerin yüzleri, dün burada savaşan askerlerin yüzleriyle aynıydı… burada savaşan ve ölen askerlerin yüzleriyle aynı.
Grady karanlıkta, ağzı bir karış açık, durdu ve insanların saldırmasını izledi. Hepsi aynıydı. Aynı anaç kadınlar, aynı demirciler, nalbantlar, aynı köy halkı. Onların ölmesini izlemişti ve şimdi geri dönmüşlerdi.
Muhtemelen Trolloclar bir insanı diğerinden ayırt edemiyorlardı, ama Dehşetlordları bunu gördü – ve bunların aynı insanlar olduklarını anladı. O üç Dehşetlordu sersemlemiş görünüyordu. İçlerinden biri, Karanlık Varlık’ın onları terk ettiğini haykırdı. İnsanlara örgüler fırlatmaya başladı.
İnsanlar, aralarından pek çok kişi paramparça edilirken, tehlikeye aldırmadan saldırmaya devam ettiler. Dehşetlordlarının üzerine çullandılar ve mutfak bıçakları, çiftçi aletleriyle onları biçtiler. Trolloclar saldırana kadar, Dehşetlordları ölmüştü. Şimdi Grady…
Grady sersemliğini üzerinden atarak gücünü topladı ve kanyonu tıkayan seti yok etti.
Böylece ırmağı serbest bıraktı.
41
BİR TEBESSÜM
“Cauthon ejderleri geri aldı ve yine savaşmaya başladı,” dedi Jonneth, dumanların içinden görmeye çalışarak. “Dinlesene!”
Yayla’da gümlemeler yankılanıyordu. Pevara gülümsedi. O, Androl, Jonneth, Emarin ve Canler, Logain ve diğer Asha’manlara katılmıştı. Asha’manlarla bağ kurmuş Aes Sedailer de oradaydı. Dashar Tepesi’nin karşısındaki dik yamaçların kenarında, Demandred’in kafasız cesedinin yattığı yerin sekiz yüz metre kadar yukansındaydılar.
Yayla’da bir başka ejder ateşi yaylımı duyuldu, ama karanlık ve duman yüzünden göremiyorlardı. “Bu ejderler fazla dayanmaz. Taim’in adamlarının arasında Sharalılar varsa değil,” dedi Pevara. “Ejderciler yönlendiricilere karşı kendilerini savunamaz ve gürültü yüzünden yerlerini bulmak çok kolay olur.”
“Cauthon’un onları kullanmaktan başka çaresi olduğunu sanmıyorum,” dedi Androl. “Artık tüm gücünü kullanmak zorunda.”
“Asha’manlar!” Logain dumanların içinde belirdi ve yanında Gabrelle’le, aralarında yürüdü. “Harekete geçme zamanı.”
“O ejderleri mi savunacağız?” diye sordu Androl. Çevrelerinde, düzinelerce bitkin Asha’man güçlükle ayağa kalktı ve Logain’e döndü.
“Hayır,” dedi Logain. “Batıya kayacağız.”
“Batıya mı?” Pevara kollarını kavuşturdu. “Savaştan uzağa demek bu!”
“Amyrlin’inizin Taim’le savaştığı yer,” dedi Logain, ona sırtını dönerek. “Oradaki toprak ve pek çok Sharalı kristalle kaplandı. Başka emir vermediğim her Asha’man, her asker ve Adanmışın aramaya başlamasını istiyorum. Orada…”
Yer, uğursuz bir biçimde gürleyerek sarsıldı ve Pevara tökezledi. Androl onu kolundan yakaladı. Pevara onun bağında kendisininkine denk bir bitkinlik seziyordu. Fazla güçleri kalmamıştı.
Titreme dindiğinde Logain sözlerine devam etti. “O kristal kütlelerinin içinde bir yerde altın bir asa var. Egwene al’Vere’ye yenildiği sırada Taim’in elindeymiş. Onu bulacağız. Gören olursa sakın dokunmasın. Beni çağırtsın.”
Logain aynı emirleri bir sonraki Asha’man grubuna da verdi. Androl onun uzaklaşmasını izlerken, Pevara adamın can sıkıntısını hissetti.
“O asa bir angreal ya da bir sa’angreal ise,” dedi Emarin, “çok işimize yarayabilir.”
“Belki,” dedi Pevara. “Bence o ejderleri korumak, asayı bulmaktan daha önemli. Yemin ederim o boru sesinde bir şey var. Şu anda savaş ganimeti aramak yerine saldırıyor olmamız gerekirdi…”
“Bunu diğer Asha’manlar yapabilir,” dedi Androl. “Bizim yapmamız gerekmiyor.”
“Ne?” dedi Canler, kaşlarını çatarak. “Emirlere itaatsizlik mi edeceksin?”
“Hayır,” dedi Androl. “Başka emir almamış olanlar için dedi. Biz başka emir aldık. Savaşın başında bize, Taim’in yardakçılarını izlememizi ve onlar hakkında bir şeyler yapmamızı söylemişti.”
“O emri hatırladığından emin değilim Androl,” dedi Emarin, çenesini ovarak. “Hatırlasa da şu an o emre uymamızı istediğinden de emin değilim. O asayı bulmak konusunda kararlı görünüyor.”