“Sen!” dedi Graendal tükürürcesine. “Seni haşere, seni iğrenç çocuk!” Kadın, yaralı olmasına rağmen hâlâ güçlüydü.
Aviendha’nın yardıma ihtiyacı vardı. Amys, Cadsuane ve diğerleri. Çaresizlik içinde, ıstırabına rağmen Tek Güç’e tutunarak, biraz önce bulunduğu yere bir kapıyol ördü. Çok yakında olduğundan bölgeyi iyi bilmesi gerekmiyordu.
Graendal bu örgüye müdahale etmedi. Kadının parmaklarının arasından kan akıyordu. Aviendha çalışırken, Graendal ince bir Hava sızıntısı ördü ve onu kullanarak kanamayı durdurdu. Sonra kanlı parmaklarını Aviendha’ya uzattı. “Kaçmaya mı çalışıyorsun?”
Kadın bir kalkan örmeye başladı.
Gücü solan Aviendha, çaresizlik içinde örgüsünü bağladı ve kapıyolu açık tuttu. Lütfen Amys, gör bunu! diye düşündü, Graendal’ın kalkanına karşılık verirken.
Onu bloke etmeyi zar zor başardı; çok zayıflamıştı. Graendal tüm savaş boyunca ödünç enerji kullanmıştı, ama Aviendha kendi gücünü kullanıyordu. Angreale rağmen, bu durumdayken Graendal’la boy ölçüşemezdi.
Graendal, yüzü acıyla çarpılarak doğruldu. Aviendha kadının ayaklarına tükürdü, sonra arkasında kandan bir iz bırakarak uzağa sürüklendi.
Kapıdan kimse gelmedi. Yanlış yere mi açmıştı?
Çıkıntının kenarına gelerek, Thakan’dar savaş meydanına yukarıdan baktı. Biraz daha ilerlerse düşecekti. Onun gözdelerinden biri olmaktan iyidir…
Hava iplikleri Aviendha’nın bacaklarına dolandı ve onu geri çekti. Aviendha dişlerini sıkarak bağırdı, sonra döndü. Ayakları paramparça olmuş et parçaları gibi görünüyordu. Acıya boğuldu ve gözleri karardı. Tek Güç’e uzanmaya çalıştı.
Graendal onu engelledi, ama Aviendha duraksadı, hırladı, sonra nefes nefese yere çöktü. Yarasını kapatan örgü hâlâ yerindeydi, ama kadının yüzü solmuştu. Bayılacakmış gibi duruyordu.
Yanındaki kapıyol Aviendha’ya davetkar görünüyordu, bir kaçış yolu – ama bir kilometre uzaktaydı sanki. Aviendha, zihni bulutlanarak, bacakları acıyla alev alev, bıçağını kınından çekti.
Bıçak titrek parmaklarından düştü. Onu tutamayacak kadar zayıftı.
44
İKİ ZANAATKAR
Perrin bir şeyin hışırtısına uyandı. Gözlerini ihtiyatla araladı ve kendini karanlık bir odada buldu.
Berelain’in sarayındayım, diye düşündü. Dışarıda, dalgaların sesi yumuşamış, martı çığlıkları dinmişti. Uzakta gök gürlüyordu.
Saat kaçtı? Sabah gibi kokuyordu, ama dışarısı hâlâ karanlıktı. Odada, ona doğru gelen karanlık silueti seçmekte güçlük çekiyordu. Gerildi, ama sonra kokusunu aldı.
“Chiad?” diye sordu doğrulup oturarak.
Aiel yerinde sıçramadı, ama olduğu yerde kalakalmasından, şaşırdığını anlayabiliyordu. “Burada olmamam gerek,” diye fısıldadı Chiad. “İzin verilen şeylerin sınırlarını zorlayarak şerefimin de sınırlarını zorlamış oluyorum.”
“Bu Son Savaş, Chiad,” dedi Perrin. “Bazı sınırlar zorlanmak içindir… henüz kazanmadığımızı varsayarak.”
“Merrilor savaşı kazanıldı ama büyük savaş –Thakan’dardaki– hâlâ sürüyor.”
“İşimin başına dönmem gerek,” dedi Perrin. Üzerinde yalnızca iç çamaşırları vardı. Bunun onu rahatsız etmesine izin vermedi. Chiad gibi bir Aiel’in yüzü kızarmazdı. Battaniyeyi ittirdi.
Ne yazık ki, iliklerine işleyen yorgunluk pek az dinmişti. “Bana yatakta kalmamı söylemeyecek misin?” diye sordu, yorgun argın gömleğini ve pantolonunu ararken. Katlanıp ayak ucuna konmuşlardı ve çekici de üstlerindeydi. “Yorgun argın savaşamayacağımı söylemeyecek misin? Tanıdığım bütün kadınlar başlıca görevlerinin bu olduğunu düşünüyor gibi.”
“Aptallıklarına işaret etmenin erkekleri daha da aptal kıldığını öğrendim,” dedi Chiad kuru kuru. “Dahası, ben gai’shain’ım. Seni uyarmak haddimi aşar.”
Perrin ona baktı ve karanlıkta kızardığını göremese de, utancının kokusunu alabildi. Kadın pek de gai’shain gibi davranmıyordu. “Rand sizi tüm yeminlerinizden azat etmeliydi. ”
“Öyle bir güce sahip değil,” dedi Chiad hararetle.
“Karanlık Varlık Son Savaş’ı kazanırsa şerefin ne önemi kalır?” diye terslendi Perrin, pantolonunu çekerek.
“Çok önemi kalır,” dedi Chiad usulca. “Ölmeye, dünyanın kendisini riske atmaya değer. Şerefimiz yoksa, kaybetsek daha iyi.”
Eh, Perrin kendisinin de benzer bir yaklaşım sergileyeceği şeyler olduğunu düşünüyordu. Aptal beyaz cüppeler giymek değil tabii – ama ucunda dünyanın kaderi bile olsa, Beyazcüppelerin yaptığı bazı şeyleri yapmazdı. Daha fazla ısrar etmedi.
“Neden buradasın?” diye sordu gömleğini giyerek.
“Gaul,” dedi Chiad. “O…”
“Ah, Işık!” dedi Perrin. “Sana daha önce söylemeliydim. Son zamanlarda beyin yerine atık demir taşıyorum Chiad. Onun yanından ayrıldığımda iyiydi. Hâlâ düşte ve orada zaman daha yavaş geçiyor. Muhtemelen onun zamanıyla yalnızca bir saat kadar geçti, ama yanına dönmeliyim.”
“Bu durumda mı?” diye sordu Chiad, bu yüzden onu paylamayacağını söylemiş olmasına aldırmadan.
“Hayır,” dedi Perrin, yatağın kenarına oturarak. “Son seferinde neredeyse boynumu kırıyordum. Aes Sedailerden birinin yorgunluğumu yok etmesi lazım.”
“Bu şey tehlikeli,” dedi Chiad.
“Rand’ın ölmesine izin vermekten daha mı tehlikeli?” dedi Perrin. “Gaul’ü, yanında tek bir müttefiki olmadan, Car’a’carn’ı korumak üzere Düşler Dünyası’nda yalnız bırakmaktan daha mı tehlikeli?”
“O adamı tek başına savaşa göndersen kendi mızrağını kendine saplar,” dedi Chiad.
“Kastettiğim…”
“Sus Perrin Aybara. Deneyeceğim.” Giysilerini hışırdatarak çıktı.
Perrin yatağa uzandı ve gözlerini ovaladı. Katil’le son mücadelesinde kendinden daha emindi, ama yine de başarısız olmuştu. Chiad’ın çabuk döneceğini umarak dişlerini sıktı.
Odada bir şey hareket etti. Perrin canlanarak, doğrulup oturdu.
Kapıda iri bir şekil belirdi, sonra bir fenerin gömleğini çıkardı. Luhhan Efendi örs gibi bir adamdı, sıkı –ama güçlü– bir gövdesi vardı ve kolları kaslarla şişmişti. Perrin’in anılarında, saçları fazla kırlaşmamıştı. Luhhan Efendi yaşlanmış, ama zayıflamamıştı. Perrin onun yaşlansa da zayıf düşeceğini sanmıyordu.
“Lord Altıngöz?” diye sordu.
“Işık, lütfen,” dedi Perrin. “Luhhan Efendi, bana Perrin demesi gereken ilk insan sensin. ‘Benim beş para etmez çırağım’ demediğin zamanlarda.”
“Bak şimdi,” dedi Luhhan Efendi, odaya girerek. “Sana bir kez hariç hiç öyle demedim. ”
“Al’Moor Efendi’nin tırpanının yepyeni bıçağını kırdığımda demiştin,” dedi Perrin gülümseyerek. “Yapabileceğimden emindim halbuki.”
Luhhan Efendi güldü. Perrin’in hâlâ yatağın ayak ucundaki sehpada bulunan çekicinin yanında durdu ve elini çekicin üzerine koydu. “Zanaatın ustası olmuşsun.” Luhhan Efendi yatağın yanındaki tabureye oturdu. “Bir zanaatkardan diğerine, etkilendiğimi söylemeliyim. O çekiç kadar güzel bir şey yapabileceğimi hiç sanmıyorum.”
“Balta yaptın.”
“Yaptım sanırım,” dedi Luhhan Efendi. “Güzel bir eşya değildi. Öldürmek için bir silahtı.”
“Bazen öldürmek gerekli oluyor.”
“Evet, ama asla güzel olmuyor. Asla.”
Perrin başını salladı. “Teşekkür ederim. Beni bulduğun ve buraya getirdiğin için. Hayatımı kurtardığın için.”
“Sırf kendimi düşündüğüm için yaptım evlat!” dedi Luhhan Efendi. “Eğer bu işten kurtulursak, sırf siz delikanlılar sayesinde olacak, bak buraya yazıyorum.” İnanamazmış gibi, başını iki yana salladı. En azından bir adam o üçünün çocukluğunu biliyordu – en azından Mat’in durumunda, ikide bir başlarını belaya sokan çocuklar.