Выбрать главу

Evet… uykuya dalmak üzere… ve orada bir patika vardı. Kurt düşüne bedenen girmesini sağlayan yolu seçti ve dünyalar arasında sekerken Masuri’nin inlemesini duydu.

Gözlerini açtı ve sert rüzgarların içine düştü. Havanın sakin olduğu bir kabarcık yarattı ve güçlenmiş bacaklarla yere indi. Bu tarafta, Berelain’in sarayından geriye yalnızca birkaç dengesiz duvar kalmıştı. O duvarlardan biri yıkıldı, taşlar parçalandı ve rüzgarlar tarafından gökyüzüne savruldu. Ötedeki şehir neredeyse yok olmuştu; orada burada kalan taş yığınları, eskiden binaların yükseldiği yerleri gösteriyordu. Gökyüzü, bükülen metal gibi inliyordu.

Perrin çekicini eline çağırdı ve son bir defa ava çıktı.

Thom Merrilin isle kararmış büyük bir kayanın üzerine oturmuş, piposunu tüttürerek dünyanın sona ermesini izliyordu.

Bir gösteriyi izlemek için en iyi yeri bulmak konusunda bir-iki şey biliyordu. Bunun dünyadaki en iyi yer olduğunu düşünüyordu. Kaya, Kıyamet Çukuru’nun girişinin hemen yanındaydı; o kadar yakındaydı ki, eğilip gözlerini kısarsa içeriye bakabilir ve içerideki ışıkların ve gölgelerin oynaşmasını izleyebilirdi. İçeriye baktı. Hiçbir şey değişmemişti.

Orada güvende ol Moiraine, diye düşündü. Lütfen.

Aşağıdaki vadiye bakan patikanın kenarına da yakındı. Bıyıklarını sıvazlayarak piposunu çekiştirdi.

Birinin bütün bunları kaydetmesi gerekiyordu. Tüm zamanını Moiraine hakkında endişelenerek geçiremezdi. Bu yüzden, gördüklerini tarif edecek doğru sözcükleri zihninde aradı. ‘Destansı’ ve ‘ihtişamlı’ sözcüklerini bir kenara ayırdı. Fazla kullanılmaktan yıpranmışlardı.

Vadide bir rüzgar eserek, kızıl peçeli düşmanlarıyla savaşan Aiellerin cadin’sorlarını savurdu. Şimşekler kabararak, mağara girişine çıkan patikayı tutan Ejderyeminlileri dövdü. O ışık çakmaları insanları havaya fırlattı. Sonra, şimşekler bu kez Trollocların üzerine düşmeye başladı. Bulutlar bu şekilde ileri geri gidiyor, Rüzgarbulanlar hava durumunun kontrolünü alıyor, sonra Gölge’ye kaybediyorlardı. Henüz iki taraf da avantajlarını uzun süre koruyamamıştı.

İriyarı yaratıklar vadiyi kasıp kavuruyor, kolaylıkla öldürüyorlardı. Birlikte çalışan düzinelerce insana rağmen Karanlıktazıları kolay kolay ölmüyordu. Vadinin sağ tarafı, fırtınanın bir sebepten yerinden kıpırdatamadığı yoğun bir sisle kaplıydı.

“Heyecanın doruğunda?” diye düşündü Thom, piposunu sapını kemirerek. Hayır. Fazla tahmin edilebilir Sözcükleri onların beklediği gibi kullanırsa insanlar sıkılırdı. Büyük bir destanın beklenmedik olması gerekirdi.

Asla beklenmeyecek bir şey. İnsanlar ne diyeceğini tahmin edebilmeye başlamışsa –süslemelerine alışmışlarsa, el çabukluğuyla sakladığın topu arıyorlarsa ya da hikâyenin can alıcı cümlesine gelmeden gülümsüyorlarsa– pelerinini toplamanın, son bir kez eğilmenin ve yürüyüp gitmenin zamanı gelmiş demekti. Ne de olsa, her şey iyi giderken yapmanı hiç beklemeyecekleri bir şeydi bu.

Yine eğildi ve tünelin içine baktı. Moiraine’i göremiyordu elbette. O çok derinlerdeydi. Ama bağ sayesinde onu zihninde hissedebiliyordu.

Moiraine, metanet ve kararlılıkla dünyanın sonuna bakıyordu. Thom elinde olmadan gülümsedi.

Aşağıda, savaş bir kıyma makinesi gibi çalkalanıyor, insanları ve Trollocları ölü et parçaları gibi paralıyordu. Aieller savaş meydanının kıyılarında savaşıyor, Gölge’nin ele geçirdiği kuzenlerine karşı koyuyorlardı. Güçleri denk gibiydi. Daha doğrusu, Karanlıktazılar gelmeden önce öyleydi.

Ama bu Aieller pes etmeyi bilmiyordu. Hiç yorulmuş görünmüyorlardı. Halbuki saat… Thom ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordu. Shayol Ghul’e geldiklerinden beri beş-altı kez uyumuşlardı, ama bunun kaç gün geçtiğini belirlediğinden emin değildi. Gökyüzüne baktı. Güneşten iz yoktu, ama Rüzgarbulanların –ve Rüzgarlar Çanağı’nın– yönlendirmesiyle, büyük bir beyaz bulut çizgisi siyah bulutlara dalmıştı. Bulutlar da, aşağıdaki savaşı yansıtarak, kendi savaşlarını veriyor gibiydiler. Siyaha karşı beyaz.

“Vahim?” diye düşündü. Hayır, bu doğru sözcük değildi. Bundan kesinlikle bir destan çıkaracaktı. Rand bunu hak ediyordu. Moiraine de. Bu Rand kadar onun da zaferi olacaktı. Sözcüklere ihtiyacı vardı. Doğru sözcüklere.

Aiellerin mızraklarını kalkanlarına vurarak savaşa koşmalarını dinlerken sözcük aradı. Tünelin içinde uluyan rüzgarın sesini dinlerken ve Moiraine’in dünyanın sonunda dikildiğini hissederken.

Aşağıda, Domanlı arbaletçiler çılgın gibi silah kuruyordu. Önceden binlercesi vardı. Şimdi bir avuç kalmışlardı.

Belki… ‘dehşet verici’.

Bu doğru bir sözcüktü, ama doğru sözcük değildi. Beklenmedik olmayabilirdi, ama çok, çok doğruydu. Bunu iliklerinde hissediyordu. Karısı canını kurtarmak için savaşıyor. Işık’ın güçleri neredeyse ölümün kıyısında. Işık, Thom korkuyordu. Moiraine için. Herkes için.

Ama sözcük yavandı. Daha iyi bir şeye ihtiyacı vardı. Kusursuz bir şeye.

Aşağıda, Tearlılar kargılarını uzatarak Trolloclara çaresizce saldırıyorlardı. Ejderyeminliler farklı farklı silahlarla savaşıyorlardı. Son kapıyolla Baerlon’dan ok getirmiş olan son buharlı araç, yakında kırık halde yatıyordu. Saatlerdir yeni malzeme gelmemişti. Buradaki zaman çarpıklığı, bora, Tek Güç’e bir şeyler yapıyordu.

Thom arabayı inceledi – onu hayret verici biçimde kullanması gerekecekti; onun soğuk, demir kenarlarının düşmeden önce nasıl okları savuşturduğunu gösterecekti.

Her satırda, kirişin her çekilişinde, silah tutan her elde kahramanlık vardı. Bunu nasıl aktarmalıydı? Ama aynı zamanda, bütün bunlardaki korkuyu, yıkımı, tuhaflığı nasıl anlatmalıydı? Bir önceki gün –tuhaf, kanlı bir tür ateşkesle– her iki taraf da durup cesetleri temizlemişti.

Kaosu, ölümü, kargaşayı, salt yiğitliği anlatan bir sözcüğe ihtiyacı vardı.

Aşağıda, yorgun bir grup Aes Sedai patikada, Thom’un beklediği yere doğru tırmanmaya başladı. Keskin bakışlarla savaş meydanında Soluk arayan okçuların önünden geçtiler.

’Enfes,’ diye düşündü Thom. Sözcük bu. Beklenmedik, ama doğru Görkemli bir biçimde enfes. Hayır. Görkemli olmaz. Bırak sözcük kendi başına dursun. Doğru sözcükse, yardımsız da iş görür Yanlış sözcükse, başka sözcükler eklemek yalnızca daha çaresiz görünmesine sebep olur.

Son böyle olmalıydı. İki taraf doğanın unsurlarının kontrolünü ele geçirmeye çalışırken, farklı uluslardan insanlar son güçleriyle direnirken, gökyüzü paramparça oluyordu. Işık kazanırsa, kılpayı kazanmış olacaktı.

Bu elbette Thom’u dehşete düşürüyordu. İyi bir duygu. Destana girmesi gerekirdi. Piposunu çekiştirdi ve bunu sırf titrememek için yaptığını anladı. Yakında, vadinin tüm bir yamacı patladı ve aşağıda savaşan insanların üzerine taş yağdırdı. Thom bunu yönlendiricilerden hangisinin yaptığını bilmiyordu. Bu savaş meydanında Terkedilmişler vardı. Thom onların yoluna çıkmamaya çalışıyordu.

Ne zaman vazgeçeceğini bilmemenin sonu budur ihtiyar, diye hatırlattı kendine. Kaçamadığı için, Rand, Mat ve diğerlerini terk etme girişimleri başarısız olduğu için memnundu. Son Savaş verilirken sahiden de bir yerlerde, sessiz bir handa oturmak ister miydi? Moiraine tek başına savaşa girerken?

Başını iki yana salladı. Thom da herkes kadar aptaldı. Bunu fark edecek kadar deneyim kazanmıştı sadece. Bir insanın bunu kavraması için birkaç mevsim yaşaması gerekiyordu.