Trolloc leşi yığınları, hikâyeyi bir haritadan daha iyi anlatıyordu. Trolloclar Mat’in arkasında kalan vadi girişindeki savunma hattını yarıp geçmişlerdi. Mat onun üzerinden geçti ve vadi duvarlarının arasından Shayol Ghul dağına doğru uçtu.
Aşağısı tam bir kargaşaydı. Vadide Aiel ve Trolloc grupları dolaşıyor, orada burada çatışıyorlardı. Kıyamet Çukuru’na çıkan yolu Aieller değil askerler savunuyordu, ama Mat’in görebildiği tek organize grup buydu.
Vadinin kenarından zemine koyu bir sis yayılmaya başlamıştı. Başta Mat’in kafası karıştı ve Boru kahramanlarının geldiğini sandı. Ama hayır, Boru Mat’in ashandareisiyle birlikte, eyerin yanına bağlanmıştı. Ve bu sis çok… gümüşsüydü. Doğru sözcük buysa. Mat o sisi daha önce de gördüğünü düşünüyordu.
Sonra bir şey hissetti. O sisten gelen bir şey. Soğuk, diken diken bir his. Ardından, zihninin içinde fısıldadığına yemin edebileceği bir şey. Ne olduğunu hemen anladı.
Ah, Işık!
“Mat, bak!” diye seslendi Olver, işaret ederek. “Kurtlar!”
Neredeyse at kadar büyük, simsiyah hayvanlar Shayol Ghul yolunu savunan askerlere saldırıyordu. Kurtlar insanları çabucak alt ediyordu. Işık! İşler yeterince zor değilmiş gibi.
“Onlar kurt değil,” dedi Mat ciddiyetle. Vahşi Av, Thakan’dar’a gelmişti.
Belki onlar ve Mashadar birbirlerini yok ederlerdi? Çok mu iyimserdi? Zarlar kafasında takırdarken, Mat umudunu buna bağlamayacaktı. Rand’ın güçleri –Aieller, Domanlılar, Ejderyeminliler ve Tearlılardan geriye kalanlar– Karanlıktazılar tarafından ezilecekti. Hayatta kalırlarsa, Mashadar tarafından yutulacaklardı. İkisiyle de savaşamazlardı.
Oradaki ses… Yalnızca Mashadar, zihinsiz sis değildi. Fain de orada bir yerdeydi. Hançer de.
Shayol Ghul önlerinde yükseliyordu. Yüksekte, bulutlar çalkalanıyordu. Şaşırtıcı şekilde, güneyden beyaz fırtına bulutları gelmişti ve karanlıkla çarpışıyor, onunla birlikte dönüyordu. Aslında o ikisi korkunç bir şekilde şeye benziyordu…
To’raken döndü, kanatlarını çırptı ve sonra alçalarak, yerin otuz metre yükseğine geldi.
“Dikkatli olsana!” diye bağırdı Mat, şapkasını tutarak. “Bizi öldürmeye mi çalışıyorsun?”
“Özür dilerim Prensim,” diye bağırdı kadın. “Yalnızca sizi indirecek güvenli bir yer arıyorum.”
“Güvenli bir yer mi?” dedi Mat. “Sana iyi şanslar.”
“Zor olacak. Dhana güçlüdür, ama ben…”
Aşağıdan bir yerden gelen siyah tüylü bir ok Sulaan’ın kafasını sıyırıp geçti. Bir düzine başkası Mat’in çevresinde uçtu ve bir tanesi to’rakenin kanadına saplandı.
Mat bir küfür savurarak şapkasını bıraktı ve Sulaan’a uzandı. Olver şokla bağırdı. Sulaan kendinden geçti ve dizginleri bıraktı. Aşağıda, bir grup kırmızı peçeli Aiel yeni bir yaylıma hazırlandı.
Mat kayışları çözdü. Olver’e ve baygın kadına doğru atıldı –eh, süründü– ve paniğe kapılmış to’rakenin dizginlerini aldı. At sürmekten çok daha zor olamazdı, değil mi? Sulaan’ın yaptığı gibi dizginler çekerek to’raken’i çevirdi. Çevrelerinde ok yağıyordu ve bazıları yaratığın kanatlarına saplanıyordu.
Doğrudan kaya duvara döndüler ve Mat kendini ayakta buldu. Eyerde doğrulmuştu ve dizginleri sıkıca tutarak yaralı hayvanın hepsini birden öldürmesini engellemeye çalışıyordu. O dönüş sırasında neredeyse savrulup düşecekti, ama ayaklarını eyere sıkıştırarak yerinde kalmayı başardı ve dizginleri daha da sıkı tuttu.
Dönerken maruz kaldıkları hava akıntısı Olver’in sözlerini yuttu. Yaratık acıyla haykırarak, fena yaralanmış kanatlarını çılgınca çırpıyordu. Hayvan kıvranarak alçalırken, Mat ne kendisinin ne de yaratığın kendini kontrol edebildiğinden emin değildi.
Bir yığın halinde vadi zeminine düştüler. Kemikler çatırdadı –Işık, Mat çatırtıların to’rakenden geldiğini umuyordu– ve Mat tepetaklak yuvarlandı.
Sonunda durdu ve düştü.
Sersemlemiş bir halde, derin derin nefes alıp verdi. “Bu,” diye homurdandı sonunda, “aklıma gelen kahrolası en kötü fikirdi.” Duraksadı. “Belki en kötü ikinci fikir.” Ne de olsa, Tuon’u kaçırma fikri de onundu.
Sallanarak ayağa kalktı. Bacakları hâlâ çalışıyor gibiydi. Seğiren to’rakene doğru koşarken çok da kötü aksamıyordu. “Olver? Olver!”
Oğlanı hâlâ eyere bağlı, gözlerini kırpıştırır ve başını iki yana sallarken buldu. “Mat,” dedi Olver, “bir dahaki sefere benim uçurmama izin versen iyi olur bence. Pek iyi bir iş çıkardığını düşünmüyorum.”
“Bir dahaki sefer olursa,” dedi Mat, “koca bir torba Tar Valon altını yerim.” Ashandareiyi ve Olver’in Boru’sunu tutan kayışları çözdü ve sonra aleti oğlana verdi. Belinde taşıdığı, Rand’ın bayrağını sardığı pakete uzandı, ama gitmişti.
Mat panik içinde çevresine bakındı. “Bayrak! Lanet bayrağı düşürdüm!”
Olver dönen bulutların oluşturduğu simgeye bakarak gülümsedi. “Sorun değil – zaten bayrağın altındayız,” dedi ve sonra Boru’yu kaldırıp güzel bir nota üfledi.
46
UYANMAK
Rand karanlıktan sıyrıldı ve Desen’e yine tüm varlığıyla girdi.
Desen’i izlerken, içeri girmesinden bu yana yalnızca birkaç dakika geçmiş olmasına rağmen, bu mağaranın dışındaki vadide günler, daha uzaklarda daha da uzun zaman geçtiğini biliyordu.
Rand, Moridin’i kılıç kılıca durdukları o gergin dakikalardaki pozisyondan ittirdi. Hâlâ öylesine tatlı Tek Güç’le dolu, Rand Callandor’un kenarının eski dostuna doğru savurdu.
Moridin kılıcını tam zamanında kaldırarak bloke etti, ama zar zor. Hırlayarak kemerinden bir bıçak çekti ve kılıç-hançer duruşu aldı.
“Artık sen önemli değilsin Elan,” dedi Rand, saidin seli içinde kabarırken. “Bitirelim şu işi!”
“Değil miyim?” diye güldü Moridin.
Döndü ve bıçağını Alanna’ya fırlattı.
Bıçak havada döne döne gelirken Nynaeve dehşet içinde izledi. Bir sebepten, rüzgarlar bıçağa dokunmuyordu.
Hayır! Kadını güçlükle hayata döndürdükten sonra. Onu şimdi kaybedemem! Nynaeve bıçağı yakalamaya ya da bloke etmeye çalıştı, ama kılpayıyla kaçırdı.
Bıçak Alanna’nın göğsüne saplandı.
Nynaeve bıçağa dehşet içinde baktı. Dikmenin ve şifalı bitkilerin iyileştirebileceği bir yara değildi. O çelik, kalbe denk gelmişti.
“Rand! Tek Güç’e ihtiyacım var!” diye haykırdı Nynaeve.
“Sorun… değil…” diye fısıldadı Alanna.
Nynaeve kadının gözlerine baktı. Parlaktılar. Andilay olduğunu fark etti Nynaeve, kadına güç vermesi için kullandığı bitkiyi hatırlayarak. Onu baygınlıktan uyandırdı. Kendine getirdi.
“Ben…” dedi Alanna. “Onu serbest bırakabilirim…”
Gözlerindeki ışık soldu.
Nynaeve, Moridin’le Rand’a baktı. Rand ölü kadına acıma ve hüzünle baktı, ama Nynaeve o gözlerde öfke görmedi. Rand ölümünün etkisini hissetmesin diye Alanna bağı salıvermişti.
Moridin, sol elinde yeni bir bıçakla Rand’a döndü. Rand Callandor’u kaldırarak Moridin’e saldırdı.
Moridin kılıcını indirdi ve bıçakla kendi sağ elini yaraladı.
Rand aniden seğirdi ve Moridin’in saldırısında kendi eli yaralanmış gibi Callandor’u düşürdü.
Kılıcın parıltısı söndü ve kristal kılıç çınlayarak yere düştü.