Выбрать главу

Ne aptalmışım.

Rand bağırarak Karanlık Varlık’ı geldiği çukura geri soktu. Kollarını iki yana uzattı, zihniyle birer saidar ve saidin sütunu yakaladı ve Moridin aracılığıyla çektiği Gerçek Güç’le kapladı. Moridin gözleri açık, yerde diz çöküyordu, içinden o kadar çok güç geçiyordu ki hareket edemiyordu.

Rand Güçleri zihniyle fırlattı ve birbirine ördü. Önce saidin ve saidar, ve sonra onları kuşatan, Delik üzerinde bir kalkan oluşturan Gerçek Güç.

Görkemli bir şey dokudu, en saf biçimlerinde saidar ve saidinin birbirine geçmiş halinden bir desen. Ateş değil, Ruh değil, Su değil, Toprak değil, Hava değil. Saflık. Işığın kendisi. Bu, onarmıyordu, yamamıyordu, yeniden oluşturuyordu.

Bu yeni Güç biçimiyle, Rand uzun zaman önce aptal adamlar tarafından yapılmış yırtığı çekerek birleştirdi.

Sonunda düşmanın Karanlık Varlık olmadığını anlamıştı.

Düşman hiçbir zaman o olmamıştı.

Moiraine, Nynaeve’i yanına çekti. El yordamıyla hareket ediyordu, çünkü o ışık kör ediciydi.

Nynaeve’i çekerek ayağa kaldırdı. Birlikte koştular. İleride yanan ışıktan uzağa kaçtılar. Koridordan yukarı tırmandılar. Moiraine fark etmeden açık havaya fırladı ve neredeyse patikanın kıyısına kadar koşacak, aşağıdaki dik yamaca düşecekti. Biri onu yakaladı.

“Tuttum seni,” dedi Thom’un sesi. Tamamen tükenmiş olan Moiraine, onun kollarına yığıldı. Nynaeve yakında, nefes nefese, yere düştü.

Thom, Moiraine’i mağaranın aksi yönüne çevirdi, ama Moiraine gözlerini kaçırmayı reddetti. Işığın fazla şiddetli olduğunu bilmesine rağmen gözlerini açtı ve bir şey gördü. Rand ve Moridin, dışarı doğru genişleyen ve dağı kaplayan ışığın ortasında duruyordu.

Rand’ın önündeki karanlık, bir delik gibi orada asılıydı ve her şeyi içine çekiyordu. Yavaş yavaş, parça parça, delik küçüldü ve iğne başı kadar minik oldu.

Sonra kayboldu.

SONSÖZ

YANITI GÖRMEK

Rand kana basıp kaydı.

Göremiyordu. Bir şey taşıyordu. Ağır bir şey. Bir beden. Sendeleyerek tünelden yukarı çıktı.

Kapanıyor, diye düşündü. Kapanıyor. Tavan, kapanan bir çene gibi alçalıyordu. Kayalar kapanan çeneler gibi birbirine kavuşurken Rand son bir inlemeyle açık havaya fırladı.

Ayağı takıldı. Kollarındaki beden çok ağırdı. Yere kaydı.

Belli belirsiz görebiliyordu. Yanında bir şekil diz çökmüştü. “Evet,” diye fısıldadı bir kadın. Sesi tanımıyordu. “Evet, bu iyi. Yapman gereken bu.”

Rand gözlerini kırpıştırdı. Bulanık görüyordu. Aiel giysileri miydi onlar? Kır saçlı yaşlı bir kadın? Kadın geri çekildi ve yalnız kalmak istemeyen Rand ona uzandı. Açıklamak istiyordu. “Yanıtı şimdi görebiliyorum,” diye fısıldadı. “Aelfinnlere yanlış soruyu sordum. Seçmek bizim kaderimiz. Seçeneğin yoksa insan değilsin. Yalnızca bir kuklasın…”

Bağırışlar.

Rand ağır hissediyordu. Kendinden geçti.

Mashadar’ın sisleri kavrularak uzaklaşır, yok olurken Mat ayakta duruyordu. Araziye derileri delik deşik Trolloc leşleri saçılmıştı. Başını kaldırıp gözden kaybolan sis parçalarına baktı ve güneşi tam tepesinde buldu.

“Eh, görülecek manzarasın,” dedi ona. “Yüzünü daha sık göstermen lazım. Güzel bir yüzün var.” Gülümsedi, sonra ayaklarının dibindeki ölü adama baktı. Padan Fain bir demet sopa ve yosun gibi görünüyordu, etki kemiklerinden kayıp gidiyordu. Hançerin siyahlığı çürüyen derisine yayılmıştı. Leş gibi kokuyordu.

Mat neredeyse hançere uzanacaktı. Sonra tükürdü. “Bu sefer,” dedi, “dokunmak istemediğim bir kumar bu.” Sırtını döndü ve yürüyüp gitti.

Üç adım sonra şapkasını buldu. Sırıttı, şapkayı aldı ve kafasına oturttu, sonra ıslık çalarak ashandareiyi omzuna dayadı ve yürümeye başladı. Kafasının içindeki zarlar susmuştu.

Arkada, yakutlu hançer eriyip, eskiden Padan Fain olan yığına karıştı.

Perrin yorgun argın, savaş bittikten sonra Shayol Ghul’ün dibine kurdukları kampa yürüdü. Ceketini bıraktı. Çıplak göğsüne vuran hava güzeldi. Mah’alleiniri kemerine taktı. İyi bir demirci aletlerini asla ihmal etmezdi, bazen onu mezara götürecek kadar ağır gelseler de taşımaya devam ederdi.

Yüz gün durmadan uyumayı düşünüyordu. Ama daha değil. Daha değil.

Faile.

Hayır. İçten içe, Faile hakkında korkunç bir gerçekle yüzleşmesi gerektiğini biliyordu. Ama daha değil. Şimdilik, endişeyi –dehşeti– bastırmıştı.

Son kurt ruhları da kurt düşüne dönüp kayboldu.

Elveda Genç Boğa.

Aradığın bulasın Genç Boğa.

Av bitti, ama yine avlanacağız Genç Boğa.

Perrin yaralı insanların ve Gölgedöllerini yenmelerini kutlayan Aiellerin arasından geçti. Bazı çadırlar inlemelerle, diğerleri zafer naralarıyla doluydu. Şimdi çiçeğe durmuş olan Thakan’dar vadisinde her çeşit insan koşuyordu. Bazıları yaralı arıyor, diğerleri o son, karanlık anlardan canlı kurtulan arkadaşlarını görüp sevinçle bağırıyorlardı.

Aieller Perrin’e seslendi: “Hey, demirci, bize katıl!” Ama Perrin onların kutlamasına katılmadı. Muhafızları arıyordu. Başıboş Myrddraaller ya da intikam alma fırsatını kaçırmayacak Draghkarlar hakkında endişelenecek kadar sağduyulu birileri olmalıydı buralarda. Gerçekten de, kampın ortasında, büyük bir çadırı koruyan bir grup savunucu buldu. Rand’a ne olmuştu?

Gözlerinin önünde renkler dönmedi. Rand’ın imgesi belirmedi. Perrin artık belli bir yöne çekiştirildigini hissetmiyordu.

Bunlar çok kötü işaretler gibi geliyordu.

Uyuşmuş bir halde korumaları itti ve çadıra girdi. Bu savaş meydanında bu kadar büyük çadırı nasıl bulmuşlardı? Her şey ezilmiş, patlamış ya da yanmıştı.

İçerisi şifalı ot kokuyordu ve pek çok bez parçasıyla küçük odalara bölünmüştü.

“Her şeyi denedim,” diye fısıldadı bir ses. Damer Flinn’in sesi. “Olanları hiçbir şey değiştiremez. O…”

Perrin devam ettiği zaman Nynaeve’le Flinn’i bölmelerden birinde, bir şiltenin yanında buldu. Rand, temizlenmiş ve giydirilmiş bir halde orada yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Moiraine yanında diz çökmüş, elini yüzüne dayamış, Rand dışında kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldıyordu. “İyi iş başardın Rand. İyi iş başardın.”

“Yaşıyor mu?” diye sordu Perrin, eliyle yüzündeki teri silerek.

“Perrin!” dedi Nynaeve “Ah, Işık. Korkunç görünüyorsun. Otur, seni hödük! Yoksa düşeceksin. İki kişiye hastabakıcılık etmek istemiyorum.”

Nynaeve’in gözleri kızarmıştı. “O ölüyor, değil mi?” diye sordu Perrin. “Onu canlı çıkardınız, ama yine de ölecek.”

“Otur,” diye emretti Nynaeve, bir tabure göstererek.

“O emre köpekler uyar Nynaeve,” dedi Perrin, “kurtlar değil.” Çömeldi ve elini Rand’ın omzuna koydu.

Beni çekiştirdiğini hissetmedim, görüler de görmedim, diye düşündü Perrin. Artık ta’veren değilsin. Ben de değilim sanırım. “Üçünü çağırdınız mı?” diye sordu Perrin. “Min, Elayne ve Aviendha. Onu son bir kez ziyaret etmeleri lazım.”

“Tek söyleyebildiğin bu mu?” diye azarladı onu Nynaeve.