Pevara’nın gücünü daha da çekti ve kullandı. Odadaki eşyalar havalanmaya başladı.
“Androl!” Panik. Annesiyle babasının öldüğünü duyduğu zaman hissettiği panikti. Yüz senedir, şal sınavına girdiği günden beri böyle bir dehşet hissetmemişti.
Yönlendirme gücü Androl’ün kontrolündeydi. Mutlak kontrolü altında. Pevara kesik kesik nefes alarak Androl’e ulaşmaya çalıştı. Androl onu serbest bırakmadan Pevara saidar kullanamazdı – ama Androl ona karşı kullanabilirdi. Adamın kendi gücünü kullanarak onu Hava’yla bağladığını hayal etti. Zincire son veremiyordu. Bunu yalnızca o yapabilirdi.
Aniden Androl fark etti ve gözleri irileşti. Zincir bir anda yok oluverdi ve Pevara gücüne geri kavuştu. Hiç düşünmeden saldırdı. Bu bir daha asla olmayacaktı. Kontrol kendisinde olmalıydı. O ne yaptığını anlamadan örgüler fırladı.
Androl dizleri üzerine çöktü, başını arkaya atarken eli masayı süpürdü ve masanın üzerindeki aletleri, deri parçalarını yere düşürdü. Androl inledi. “Ne yaptın?”
“Taim aranızdan istediğimiz kişiyi seçebileceğimizi söylemişti,” diye mırıldandı Pevara, ne yaptığını fark ettiğinde. Onunla bağ kurmuştu. Bir anlamda, Androl’ün ona yaptığının tersi. Gümleyen kalbini sakinleştirmeye çalıştı. Zihninin arkasında, Androl’e ait bir farkındalık doğdu. Zincirde hissettikleri gibi, ama bir şekilde daha kişisel. Daha mahrem.
“Taim bir canavar!” diye hırladı Androl. “Bunu biliyorsun. Ne yapabileceğin konusunda onun lafına uydun ve benim iznimi almadan yaptın, öyle mi?”
“Ben… ben…”
Androl çenesini sıktı ve Pevara o anda bir şey hissetti. Yabancı bir şey, tuhaf bir şey. Kendine bakma gibiydi. Kendi duyguları sonsuzca kendine yansıtılmış gibi.
Sonsuzluk gibi gelen bir an boyunca kendi benliği Androl’ünkine karıştı. O olmak, onun düşüncelerini düşünmek nasıl bir his, anladı. Göz açıp kapayana dek, Androl’ün hayatını gördü, anılarını içti. Pevara inledi ve Androl’ün önünde dizleri üzerine çöktü.
Duygu soldu. Tam olarak geçmedi, ama soldu. Kaynayan suda yüz fersah yüzmek ve normal duyguların nasıl olduğunu unutmuş bir halde sudan çıkmak gibiydi.
“Işık…” diye fısıldadı. “O da neydi?”
Androl sırtüstü uzandı. Ne zaman düşmüştü? Androl gözlerini kırpıştırdı ve tavana baktı. “Diğerlerinden birinin yapmasını izlemiştim. Asha’manlardan bazıları karılarıyla bağ kurmuştu.”
“Sen benimle bağ mı kurdun?” dedi Pevara dehşet içinde.
Androl homurdanarak döndü. “Önce sen benimle kurdun.”
Pevara, dehşet içinde, Androl’ün duygularını hâlâ hissedebildiğini fark etti. Onun benliğini. Düşündüklerini bile kısmen anlayabiliyordu. Düşüncelerin kendisini değil, izlenimlerini.
Androl’ün kafası karışıktı, endişeliydi ve… meraklıydı. Yeni deneyim konusunda meraklıydı. Aptal adam!
İki bağın bir şekilde birbirini iptal ettiğini ummuştu, ama etmemişti. “Buna bir son vermemiz gerek,” dedi Pevara. “Seni serbest bırakacağım. Yemin ediyorum. Ama… ama beni serbest bırak.”
“Nasıl yapıldığını bilmiyorum,” dedi Androl, ayağa kalkıp derin derin nefes alarak. “Üzgünüm.”
Doğruyu söylüyordu. “Halka kötü bir fikirdi,” dedi Pevara. Androl elini uzatarak, ayağa kalkması için yardım teklif etti. Pevara yardım almadan kalktı.
“Benden önce senin kötü fikrindi diye hatırlıyorum.”
“Öyleydi,” diye itiraf etti Pevara. “İlki değil, ama en kötüsü olabilir.” Oturdu. “Bu konuda düşünmemiz lazım. Bir yolunu bulup…”
Androl’ün atölyesinin kapısı çarpılarak açıldı.
Androl hızla döndü ve Pevara Kaynak’a kucak açtı. Androl delik açma aletini kapıp silah gibi kaldırdı. Tek Güç’ü de kavradı. Pevara onun içindeki kızgın gücü hissedebiliyordu – yetenek düzeyi yüzünden zayıf, adeta tek bir magma fışkırtısı gibi, ama yine de sıcak ve alev alev. Ondaki huşu duygusunu hissedebiliyordu. Demek onun için de benzer bir deneyimdi. Tek Güç tutmak, ilk defa gözlerinizi açmak ve dünyanın canlanması gibiydi.
Neyse ki, ne silaha ne de Tek Güç’e ihtiyaç vardı. Kapıda genç Evin duruyordu ve yanaklarından yağmur damlaları süzülüyordu. Evin kapıyı kapattı ve Androl’ün tezgahına doğru seğirtti.
“Androl…” Pevara’yı görerek dondu.
“Evin,” dedi Androl. “Yalnızsın.”
“Nalaam’ı gözetlemeye bıraktım,” dedi Evin, hızla nefes alıp vererek. “Bu önemli Androl.”
“Asla yalnız kalmamamız gerekiyor Evin,” dedi Androl. “Asla. Her zaman ikişer ikişer gezeceğiz. Durum ne kadar acil olursa olsun.”
“Biliyorum, biliyorum,” dedi Evin. “Üzgünüm. Yalnızca… haber var Androl.” Pevara’ya baktı.
“Konuş,” dedi Androl.
“Welyn ve Aes Sedai’si geri döndü,” dedi Evin.
Pevara, Androl’ün ani gerginliğini hissetti. “O… hâlâ bizden biri mi?”
Evin hasta bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Onlardan biri. Muhtemelen Jenare Sedai de. Onu yeterince tanımadığımdan kesin olarak bilemiyorum. Ama Welyn… artık gözleri ona ait değil ve artık Taim’e hizmet ediyor.”
Androl homurdandı. Welyn, Logain’in yanındaydı. Androl ve diğerleri, Mezar ele geçmiş olsa da, Logain ile Welyn’in hâlâ özgür olduğunu umuyorlardı.
“Logain?” diye fısıldadı Androl.
“Burada değil,” dedi Evin, “ama Androl, Welyn Logain’in yakında geleceğini söylüyor – Taim’le buluştuğunu ve anlaşmazlıklarını giderdiklerini de söyledi. Welyn bunu kanıtlamak için Logain’in yarın geleceğine söz verdi. Androl… bitti. Artık itiraf etmemiz lazım. Onu ele geçirdiler.”
Pevara, Androl’ün onunla aynı fikirde olduğunu ve dehşetini hissedebiliyordu. Kendisi de aynı dehşete kapılmıştı.
Aviendha karanlık kamplardan sessizlik içinde geçiyordu.
Ne çok grup vardı. Burada, Merrilor Meydanı’nda en az yüz bin insan toplanmış olmalıydı. Hepsi bekliyordu. Sıçramadan önce nefes almış ve tutuyor gibi.
Aieller onu gördü, ama Aviendha onlara yaklaşmadı. Islaktopraklılar onu fark etmedi; Aes Sedai kampının çevresinden dolanırken onun farkına varan bir Muhafız dışında. O kamp hareketliydi. Ne olduğunu tam olarak yakalayamamış olsa da, bir şeyler olmuştu. Bir yerlere Trolloc saldırısı gibi bir şey miydi?
Saldırının Andor’da, Caemlyn şehrine yapıldığını anlayacak kadar dinledi. Trollocların şehirden çıkıp bölgeyi kasıp kavuracakları korkusu mevcuttu.
Aviendha’nın daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı; bu gece mızraklar dans edecek miydi? Belki Elayne haberleri onunla paylaşırdı. Aes Sedai kampın– dan sessizce çıktı Aviendha. Gür bitkileriyle, bu ıslak topraklarda sessiz hareket etmek için Üç Kat Topraklar’da gerektiğinden farklı yetenekler gerekiyordu. Orada, kuru zemin genellikle tozluydu ve bu da ayak seslerini boğuyordu. Burada, ıslak çimenlerin arasında açıklanamaz bir biçimde kuru bir dal saklanmış olabiliyordu.
O çimenlerin ne kadar ölü göründüğü hakkında düşünmemeye çalıştı. Eskiden olsa, bu kahverengi otları da gür bitkiler olarak görürdü. Artık bu ıslaktoprak bitkilerinin bu kadar solgun ve… ve boş görünmemesi gerektiğini biliyordu.
Boş bitkiler. Neler düşünüyordu böyle? Başını iki yana salladı ve gölgelerin arasında, Aes Sedai kampından çıktı. Bir anlığına, o Muhafızı hazırlıksız yakalamak için sessizce geri dönmeyi düşündü –adam eski, yıkılmış bir binanın molozları arasında, yosun bürümüş bir yarığa saklanmış, Aes Sedai kampının sınırını gözetliyordu– ama vazgeçti. Elayne’e ulaşmak ve ondan saldırının ayrıntılarını öğrenmek istiyordu.