Выбрать главу

“Logain konusunda söylediklerine inanmıyorum,” dedi Lind. “Burada bir şeyler oluyor Androl. Bu gece Frask’ten onu takip etmesini isteyeceğim. Bakalım nereye…”

“Hayır,” dedi Androl. “Hayır. Sakın yapma.” Frask, Lind’in kocasıydı. Kara Kule’de, Henre Haslin’in öğrencilere kılıç dersi vermesine yardım ediyordu. Taim Asha’manlara kılıç dersi vermenin faydasız olduğunu düşünüyordu, ama Lord Ejder adamların kılıç öğrenmesi gerektiği konusunda ısrar etmişti.

Lind onu süzdü. “Sakın bana bunlara inandığını…”

“Benim dediğim, şu anda büyük tehlike altında olduğumuz Lind, ve Frask’in durumu daha da kötüleştirmesini istemiyorum. Bana bir iyilik yap. Bu gece Welyn’in söylediklerini dikkatle dinle. Belki bir kısmını bilmem faydalı olabilir.”

“Tamam,” dedi Lind, kuşkulu bir sesle.

Androl, Nalaam ile Canler’e başını salladı. İki adam yerlerinden kalktılar ve ona doğru geldiler. Dışarıda yağmur çatıyı ve verandayı dövüyordu. Welyn konuşmaya, adamlar da dinlemeye devam ettiler. Evet, Welyn’in bu kadar çabuk taraf değiştirmesi inanılmazdı ve bu bazılarını şüphelendirecekti. Ama pek çok adam ona saygı gösteriyordu ve adamın hafifçe yanlış olduğu da, eğer onu önceden tanımıyorsanız, çok da göze batmıyordu.

“Lind,” dedi Androl, kadın uzaklaşmaya niyetlenince.

Lind geri döndü.

“Sen… bu gece burayı sıkıca kilitle. Sonra belki de sen ve Frask yanınıza erzak alıp mahzene kapanmalısınız, tamam mı? Mahzen kapısı sağlam, değil mi?”

“Evet,” dedi Lind. “Ne işe yarayacaksa.” Tek Güç kullanan biri sizi aramaya gelmişse, kapının ne kadar kalın olduğu fark etmezdi.

Nalaam ile Canler yanlarına geldi. Androl gitmek üzere döndü, ama arkasında, kapıda duran adama çarptı. Adamın yaklaştığını duymamıştı. Asha’man’ın yüksek yakasında Kılıç ve Ejder olan ceketinden yağmur damlıyordu. Atal Mishraile baştan beri Taim’in tarafındaydı. Gözleri boş bakmıyordu; adamın kötülüğü kendine aitti. Uzun boylu, altın saçlıydı ve gözlerine asla ulaşmayan bir gülümsemesi vardı.

Pevara onu gördüğünde yerinde sıçradı ve Nalaam bir küfür sallayarak Tek Güç kavradı.

“Bak bak,” dedi bir ses. “Çatışmaya hiç gerek yok.” Mezar, Mishraile’in ardından içeri girdi. Kısa boylu Domanlı’nın saçları kırlaşmıştı ve dönüşümüne rağmen bilge bir havaya sahipti.

Androl, Mezar’ın gözlerine baktı ve derin bir mağaraya bakıyormuş gibi hissetti. Hiç ışık görmemiş bir mağara.

“Selam Androl,” dedi Mezar, ikisi eski dostlarmış gibi, elini Mishraile’in omzuna koyarak. “Neden bu iyi kadın, Lind, korkup kendini mahzene kapatacakmış? Kuşkusuz Kara Kule bulunabilecek en güvenli yer?”

“Fırtınalarla dolu karanlık bir geceye güvenmiyorum,” dedi Androl.

“Belki de bu akıllıca,” diye yanıt verdi Mezar. “Ama yine de o geceye çıkıyordun. Neden burada, bu sıcak odada kalmıyorsun? Nalaam, hikâyelerinden birini dinlemek isterim. Belki bana babanla birlikte Shara’yı ziyaret ettiğin zamanı anlatırsın.”

“Güzel bir hikâye değil,” dedi Nalaam. “O kadar iyi hatırladığımdan emin değilim.”

Mezar bir kahkaha attı ve Androl, Welyn’in arkasından yaklaştığını hissetti. “Ah, işte buradasın! Ben de onlara Arafel’deki savunmaları anlatacağını söylüyordum.”

“Gel de dinle,” dedi Mezar. “Bu Son Savaş için önemli olacak.”

“Belki sonra dönerim,” dedi Androl soğuk bir sesle. “İşim bittikten sonra.”

İkisi birbirlerine baktılar. Kenarda, Nalaam Tek Güç tutuyordu. Mezar kadar güçlüydü, ama hem o hem de Mishraile’le asla savaşamazdı – özellikle de oda muhtemelen iki tam Asha’man’ın tarafını tutacakken.

“Zamanını uşak için harcama Welyn,” dedi Coteren arkadan. Mishraile kenara çekilerek dışarıdan gelen üçüncü kişiye yer açtı. İriyarı, boncuk gözlü adam elini Androl’ün göğsüne dayadı ve onu kenara iterek geçti. “Ah, bir dakika. Artık uşak rolü yapamıyorsun, değil mi?”

Androl boşluğa büründü ve Kaynak’ı kavradı.

Aynı anda odada gölgeler hareket etmeye, uzamaya başladı.

Yeterince ışık yoktu! Neden daha fazla lamba yakmıyorlardı? Karanlık o gölgeleri davet ediyordu ve Androl onları göremiyordu. Bunlar gerçekti, her biri bir karanlık kol, ona doğru uzanıyordu. Onu içlerine çekmek, yok etmek için.

Ah, Işık. Delirdim. Delirdim…

Boşluk yıkıldı ve gölgeler –neyse ki– çekildi. Kendini duvara yaslanmış, nefes nefese kalmış, titrerken buldu. Pevara onu ifadesiz bir yüzle izliyordu, ama Androl onun endişesini hissedebiliyordu.

“Ah, bu arada,” dedi Coteren. Taim’in en nüfuzlu yardakçılarından biriydi. “Duydun mu?”

“Neyi duydum mu?” demeyi başardı Androl.

“Rütben söküldü uşak çocuk,” dedi Coteren, kılıç iğnesini göstererek. “Taim’in emri. Bugün itibariyle. Yine er oldun Androl.”

“Ah, evet,” diye seslendi Welyn odanın ortasından. “Bahsetmeyi unuttuğum için özür dilerim. Lord Ejder’den de onay alındı korkarım. Zaten hiç terfi etmemeliydin Androl. Üzgünüm.”

Androl yakasındaki iğneye uzandı. Onun için fark etmemeliydi; ne anlamı vardı ki sahiden?

Ama fark ediyordu. Hayatı boyunca aramıştı. Bir düzine farklı meslekte çıraklık yapmıştı. İsyanlarda savaşmış, iki denizde yelken açmıştı. Arayış içinde olduğu bunca zaman, tarif edemediği bir şeyi aramıştı.

Aradığını, Kara Kule’ye geldiğinde bulmuştu.

Korkuyu uzaklaştırdı. Gölgeler kavrulsun! Yine Saidini kavradı ve içini Güç doldurdu. Sırtını dikleştirdi ve Coteren’in gözlerinin içine baktı.

İriyarı adam gülümsedi ve o da Tek Güç kavradı. Mezar ona katıldı ve odanın ortasında Welyn ayağa kalktı. Nalaam endişe içinde bakınarak kendi kendine söyleniyordu. Canler pes etmiş gibi bir ifadeyle Saidini kavradı.

Androl’ün tutabildiği her şey– toplayabildiğince Tek Güç– içini doldurdu. Diğerlerininkiyle karşılaştırıldığında pek azdı. Androl odadaki en zayıf adamdı; en yeni Askerler bile ondan daha fazla tutabiliyordu.

“Şansını mı deneyeceksin?” diye sordu Coteren usulca. “Seninle ilgilenmemelerini söyledim, çünkü eninde sonunda deneyeceğini biliyordum. Bu tatmini istedim uşak çocuk. Hadi. Saldır. Görelim bakalım.”

Androl uzandı ve yapabildiği bir şeyi yapmaya, kapıyol açmaya çalıştı. Onun için bu örgülerin ötesinde bir şeydi. Yalnızca o ve Güç içeren bir şeydi, mahrem bir şey, içgüdüsel bir şey.

Şimdi kapıyol açmaya çalışmak, tırnaklarından başka tutunacak hiçbir şeyi olmadan otuz metrelik cam duvara tırmanmaya çalışmak gibiydi. Sıçradı, tırmaladı, çabaladı. Hiçbir şey olmadı. Çok yakın hissediyordu; biraz daha zorlasa belki…

Gölgeler uzadı. Yine içinde panik yükseldi. Androl dişlerini sıkarak yakasına uzandı ve iğneyi koparıp aldı. Onu bir tıngırtıyla Coteren’in önüne attı. Odadaki kimse konuşmadı.

Sonra, utancını bir kararlılık dağının altına gömerek, Tek Güç’ü salıverdi ve Mezar’ı itip geceye çıktı. Nalaam, Canler ve Pevara da endişeli adımlarla peşinden gittiler.

Yağmur Androl’ü sırılsıklam etti. O iğneyi kaybetmek, elini kaybetmek gibi gelmişti.

“Androl…” dedi Nalaam. “Üzgünüm.”

Gök gürledi. Toprak sokaklarda, çamurlu birikintilerin arasından yürüdüler. “Fark etmez,” dedi Androl.