Выбрать главу

Emarin alçakgönüllülükle ellerini açtı. “İnsanları rahat hissettirmek konusunda her zaman yetenekli olmuşumdur. Aslında rüşvet almayı kolaylıkla kabul edeceği için Dobser’ı seçmeyi önermiştim. Onun… eh, göze çarpmayan algısal ifade gücü için seçtim onu.”

“Birini Gölge’ye döndürmek onu daha az aptal kılmıyor,” dedi Androl. “Ama madem bunu yapabiliyordun, neden adama saldırdık?”

“Durumu kontrol altına alma meselesi Androl,” dedi Emarin. “Dobser gibi bir adamla kendi ortamında, kendinden daha akıllı arkadaşlarının yanında yüzleşmemeli. Onu korkutmalı, titretmeli, sonra durumdan sıyrılması için bir yol sunmalıydık.” Emarin, Dobser’a bakarak duraksadı. “Dahası, Taim’e gitmesi riskine girmek istemezdik. Ona şiddet tehdidi olmadan, gizlice yaklaşsaydım pekala yapabilirdi bunu.”

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Pevar.

“Şimdi,” dedi Androl, “onu Bel Tine’a kadar uyutacak bir şey içireceğiz. Nalaam, Canler, Evin ve Jonneth’i toparlayacağız. Taim’in Logain’i denetlemeyi bitirmesini bekleyeceğiz. Sonra gizli odalara girip Logain’i kurtaracağız ve Kule’yi Gölge’nin elinden alacağız.”

Bir an, tek bir titrek lambanın ışığıyla aydınlanan odada sessizlik içinde durdular. Yağmur pencereyi dövüyordu.

“Pekala,” dedi Pevara. “Zor bir iş önermediğin sürece olur Androl…”

Rand, uykuya daldığına şaşarak, gözlerini düşe açtı. Aviendha sonunda uyumasına izin vermişti. Aslında, muhtemelen kendisinin uyumasına da izin vermişti. Onun kadar yorgun görünüyordu. Belki daha fazla.

Rand ölü otlarla kaplı bir çimenlikte ayağa kalktı. Aviendha’nın endişesini yalnızca bağ aracılığıyla değil, ona sarılış şeklinden de sezebiliyordu. Aviendha bir savaşçıydı, ama bazen bir savaşçının bile sarılacak bir şeye ihtiyacı olurdu. Işık biliyordu ya, kendisi de ihtiyaç duyuyordu.

Çevresine bakındı. Bu Tel’aran’rhiod gibi değildi, tam olarak değil. Ölü çimenler her yönde, muhtemelen sonsuza kadar uzanıyordu. Bu gerçek Düşler Dünyası değildi; bir düşkırıntısıydı, güçlü bir Düşgören ya da düşgezgini tarafından yaratılmış bir dünya.

Rand yürümeye başladı. Çimenler ayaklarının altında çıtırdıyordu. Hiç ağaç yoktu. Muhtemelen kendi düşlerine geri dönebilirdi. Düşlerde yürümek konusunda hiçbir zaman Terkedilmişler kadar iyi olmamışsa da o kadarını başarabilirdi. Yine de meraktan yürümeye devam etti.

Burada olmamam gerekiyordu, diye düşündü. Koruma örgüleri koymuştum. Buraya nasıl gelmişti ve burayı kim yaratmıştı? Bir tahmini vardı. Sık sık düşkırıntıları kullanan tek bir kişi vardı.

Rand yakında bir varlık hissetti. Dönmeden yürümeye devam etti, ama şimdi birinin yanında yürüdüğünü biliyordu.

“Elan,” dedi Rand.

“Lews Therin.” Elan hâlâ en yeni bedenini kullanıyordu, kırmızı-siyahlara bürünmüş uzun boylu, yakışıklı adam. “Her şey ölüyor ve yakında toz hüküm sürecek. Toz… sonra hiçlik.”

“Koruma örgülerimi nasıl aştın?”

“Bilmiyorum,” dedi Moridin. “Bu mekânı yaratırsam, senin bana katılacağını biliyordum. Benden uzak duramazsın. Desen buna izin vermez. Sen ve ben birbirimize çekiliyoruz. Her seferinde. Aynı kumsala demir atmış, her dalgada birbirine çarpan iki gemi gibi.”

“Çok şairane,” dedi Rand. “Sonunda Mierin’i tasmasından salıverdiğini görüyorum.”

Moridin durdu ve Rand da durup ona baktı. Adamın öfkesini sıcak dalgaları gibi hissedebiliyordu.

“Sana mı geldi?” diye sordu Moridin.

Rand yanıt vermedi.

“Onun hâlâ hayatta olduğunu bildiğini söylemeye kalkma. Bilmiyordun; bilemezdin.”

Rand hiç kıpırdamadı. Lanfear’la –ya da artık kendine ne isim veriyorsa onunla– ilgili duyguları karmaşıktı. Lews Therin onu küçümsüyordu, ama Rand onu ilk Selene olarak tanımıştı ve sevmişti – en azından Selene, Egwene ile Aviendha’yı öldürmeye kalkışana kadar.

Onu düşününce aklına Moiraine geldi. Moiraine, asla ummaması gereken şeyleri ummaya teşvik etmişti onu.

Eğer Lanfear hâlâ yaşıyorsa… Moiraine de yaşıyor olabilir mi?

Sakin bir özgüvenle Moridin’e döndü. “Şimdi onu salıvermek anlamsız olur,” dedi Rand. “Artık üzerimde gücü yok.”

“Evet,” dedi Moridin. “Sana inanıyorum. Senin üzerinde gücü yok, ama hâlâ seçtiğin kadına karşı bir tür… hınç beslediğini düşünüyorum. Adı ne demiştin? Kendine Aiel diyen, ama silah taşıyan kadın?”

Rand, Moridin’in kışkırtmasına kanmadı.

“Zaten artık Mierin senden nefret ediyor,” diye devam etti Moridin. “Başına gelenler için seni suçluyor sanırım. Ona Cyndane diye hitap etmen gerek. Kendi aldığı ismi kullanması yasaklandı.”

“Cyndane…” dedi Rand, sözcüğü deneyerek. “Son Şans mı? Görüyorum ki efendin mizah anlayışı edinmiş.”

“Komik olması hedeflenmemişti,” dedi Moridin.

“Hayır, hedeflenmemiştir herhalde.” Rand ölü çimenler ve yapraklardan oluşan sonsuz manzaraya baktı. “İlk günlerde senden bu kadar çok korktuğuma inanmak zor. O zamanlar düşlerime mi giriyordun, yoksa beni bu düşkırıntılarından birine mi getiriyordun? Bunu hiç çözemedim.”

Moridin hiçbir şey söylemedi.

“Bir tanesini hatırlıyorum…” dedi Rand. “Ateşin yanında oturuyordum ve Tel’aran’rhiod hissi veren kâbuslarla çevrilmiştim. Birini tamamen Düş Dünyası’na çekemiyor olman lazım, ama ben de düşgezgini değilim, kendi kendime Düş Dünyası’na giremem.”

Moridin, pek çok Terkedilmiş gibi, genellikle Tel’aran’rhiod’a bedenen giriyordu ve bu tehlikeliydi. Bazıları bedenen girmenin kötü bir şey olduğunu, insanlığınızın bir kısmını kaybetmenize sebep olduğunu söylüyordu. Aynı zamanda, sizi daha güçlü kılıyordu.

Moridin o gece ne olduğuna dair herhangi bir ipucu vermedi. Rand, Tear’da yolculuk ettiği o günleri zar zor hatırlayabiliyordu. Gece gördüğü görüleri, ailesinin ve dostlarının onu öldürmeye çalıştığı görüleri hatırlıyordu. Moridin… İshamael… isteği hilafına onu Tel’aran’rhiod’la kesişen düşlere çekiyordu.

“O günlerde deliydin,” dedi Rand usulca, Moridin’in gözlerine bakarak. Orada yanan ateşleri görebiliyordunuz neredeyse. “Hâlâ delisin, değil mi? Yalnızca kontrol altına aldın. Kimse en azından birazcık delirmeden ona hizmet edemez.”

Moridin bir adım attı. “İstediğin kadar sataş Lews Therin. Son yaklaşıyor. Her şey Gölge’nin büyük boğuculuğuna teslim edilecek, gerilecek, yırtılacak, boğulacak.”

Rand da bir adım atarak Moridin’in dibine geldi. Aynı boydaydılar. “Kendinden nefret ediyorsun,” diye fısıldadı. “Bunu hissedebiliyorum Elan. Eskiden güç için hizmet ediyordun ona. Şimdi ise onun zaferi –ve her şeyin sona ermesi– bulabileceğin tek özgürlük olacağı için. Kendin olmaktansa, var olmamayı tercih ederdin. Ama onun serbest bırakmayacağını biliyor olman lazım. Asla. Seni değil.”

Moridin alayla güldü. “Bu iş bitmeden önce seni öldürmeme izin verecek Lews Therin. Sen ve altın saçlı kadını, ve Aiel kadını, ve ufak tefek siyah saçlı…”

“Bu ikimizin arasındaki bir yarışmış gibi davranıyorsun Elan,” diye sözünü kesti Rand.

Moridin başını arkaya devirerek kahkaha attı. “Elbette öyle! Hâlâ görmedin mi? Kan çağlayanları adına Lews Therin! İkimiz hakkında. Tıpkı geçmiş Çağlarda, tekrar tekrar savaştığımız gibi. Sen ve ben.”

“Hayır,” dedi Rand. “Bu sefer değil. Seninle işim bitti. Benim verecek daha büyük bir savaşım var.”