Выбрать главу

“Balı,” dedi Nalaam ve Logain’i duvara yasladı. “Daha önce bundan daha zor durumlarda kaldığım oldu!” Kapıda diğerlerine katıldı ve koridora örgüler fırlatmaya başladı. Duvarlar patlamalarla sarsılıyordu ve tavandan toprak yağıyordu.

Pevara kapının önüne atladı, bir örgü salıverdi, sonra Androl’ün yanında diz çöktü. Androl görmeyen gözlerle önüne bakıyordu ve yoğunlaşma çabasıyla yüzü bir maskeye dönüşmüştü. Pevara bağdan gelen kararlılığı ve hayal kırıklığını hissedebiliyordu. Onun elini tuttu.

“Yapabilirsin,” diye fısıldadı.

Kapı patladı ve kolu yanan Jonneth geriye devrildi. Yer sarsılıyordu; duvarlar dağılmaya başladı.

Androl’ün yüzünden ter damlıyordu. Dişlerini sıktı, yüzü kızardı ve gözleri iri iri açıldı. Kapıdan içeri duman doluyordu. Emarin öksürdü. Nalaam, Jonneth’e Şifa veriyordu.

Androl bağırdı ve Pevara onun zihnindeki duvarı aşacak gibi olduğunu hissetti. Başarmak üzereydi! Başara…

Bir örgü odaya çarparak gümledi, yer dalgalandı ve zorlanan tavan sonunda çöktü. Üstlerine toprak yağdı ve her şey karardı.

5

BİR İYİLİK İSTEMEK

Rand al’Thor uyandı ve derin bir nefes aldı. Çadırında, battaniyelerden sıyrıldı, Aviendha’yı orada uyurken bıraktı ve sabahlığını üzerine aldı. Hava ıslak kokuyordu.

Gençliğindeki sabahlar geldi aklına. Şafaktan önce inekleri sağmak için kalkması. İneklerin günde iki kez sağılması gerekiyordu. Gözlerini kapattı ve ondan önce kalkmış, ahırda yeni çit direkleri kesen Tam’in gürültüsünü hatırladı. Soğuk havayı, çizmelerini ayağına geçirmesini, yüzünü ısınması için sobanın yanına bırakılmış suyla yıkamasını.

O günlerde çiftçiler sabahları kapılarını açıp yepyeni bir dünyaya bakabilirdi. Gevrek kırağı. Kuşların ilk çekingen ötüşleri. Dünya sabah sabah esniyormuş gibi, ufku kızartan güneş ışığını.

Rand çadır kapaklarına gitti, onları geri çekti ve nöbet tutan kısa boylu, kızıl saçlı Mızrağın Kızı Katerin’e başını sallayarak selam verdi. Yeni olmakla uzaktan yakından alakası olmayan bir dünyaya baktı. Bu dünya, ta Dünyanın Omurgası’na kadar yaya olarak gidip dönmüş bir çerçi gibi yaşlı ve yorgundu. Merrilor Meydanı çadırlarla kaplıydı. Ateşlerden hâlâ karanlık olan sabah göğüne doğru dumandan sütunlar yükseliyordu.

Her yerde, insanlar çalışıyordu. Askerler zırhlarını yağlıyordu. Demirciler mızrak başlarını bileyliyordu. Kadınlar oklar için tüy hazırlıyordu. Daha iyi uyumuş olması gereken adamlara yemek arabalarından kahvaltı dağıtılıyordu. Herkes bunun fırtına patlamadan önceki son anlar olduğunu biliyordu.

Rand gözlerini yumdu. Soluk bir Muhafız bağından gelirmiş gibi, toprağın kendisini hissedebiliyordu. Ayaklarının altında, toprağın içinde solucanlar sürünüyordu. Çimenlerin kökleri, yavaşça yayılarak besin arıyordu. İskeletsi ağaçlar ölü değildi, çünkü içlerinde su dolaşıyordu. Ağaçlar uyuyordu. Yakındaki ağaçta mavikuşlar toplanmıştı. Söken şafakla cıvıldaşmıyorlardı. Sıcaklık ararmış gibi birbirlerine sokulmuşlardı.

Toprak hâlâ yaşıyordu. Parmak uçlarıyla bir uçurum kenarına tutunmuş bir adam gibi yaşıyordu.

Rand gözlerini açtı. “Katiplerim Tear’dan döndü mü?”

“Evet Rand al’Thor,” dedi Katerin.

“Diğer hükümdarlara haber yollayın,” dedi Rand. “Onlarla bir saat sonra meydanın ortasında, çadır dikilmemesini emrettiğim yerde buluşacağım.”

Katerin emrini iletmek için uzaklaştı ve yakındaki üç diğer Kız’ı nöbete bıraktı. Rand çadır kapaklarının önünde kapanmasına izin verdi ve döndü, sonra Aviendha’yı doğduğu günkü kadar çıplak, çadırın içinde dikilirken bulunca yerinde sıçradı.

“Sana gizlice yaklaşmak çok zor Rand al’Thor,” diye bildirdi Aviendha gülümseyrek. “Bağ sana çok fazla avantaj veriyor. Geceyarısı gezen kertenkele gibi çok ağır hareket etmem gerekiyor ki, bulunduğum yer çok hızlı değişmesin.”

“Işık, Aviendha! Neden bana gizlice yaklaşmak isteyesin ki?”

“Bunun için,” dedi Aviendha, sonra öne atıldı, Rand’ın kafasını yakaladı ve bedenini onunkine yaslayarak öptü.

Rand gevşedi ve öpücüğün sürmesine izin verdi. “Şaşırtıcı değil, ama,” diye mırıldandı Aviendha’nın dudaklarına, “nerelerimin donacağı konusunda endişelenmezken bu daha eğlenceli oluyor.”

Aviendha geriledi. “O olaydan bahsetmemelisin Rand al’Thor.”

“Ama…”

Toh’umu ödedim ve artık Elayne’le birincil-kardeşim. Unutulmuş bir utancı hatırlatma bana.”

Utanç mı? Neden utanacaktı ki? Daha demin… Rand başını iki yana salladı. Toprağın nefes alıp verdiğini duyabiliyordu yarım fersah uzakta, bir yaprağın üzerindeki böceği sezebiliyordu, ama bazen Aielleri çözemiyordu. Ya da belki yalnızca kadınları.

Bu durumda, muhtemelen ikisini birden.

Aviendha çadırdaki temiz su fıçısının yanında duraksadı. “Banyo yapmak için zamanımız olmaz sanırım.”

“Ah, artık banyo yapmaktan hoşlanmaya mı başladın?”

“Onları hayatın bir parçası olarak kabullendim,” dedi Aviendha. “Islaktopraklarda yaşayacaksam, bazı ıslaktopraklı geleneklerine de alışmam lazım. Aptalca olmadıkları zaman.” Ses tonu çoğunun aptalca olduğunu anlatıyordu.

“Sorun nedir?” diye sordu Rand, ona yaklaşarak.

“Sorun mu?”

“Bir şey seni rahatsız ediyor Aviendha. İçinde görebiliyorum, içinde hissedebiliyorum.”

Aviendha onu inceledi. Işık, çok güzeldi. “Eski benliğinin kadim bilgeliğini almadan önce seni idare etmek daha kolaydı Rand al’Thor.”

“Öyle mi?” diye sordu Rand gülümseyerek. “O zamanlar öyleymiş gibi davranmıyordun.”

“O zaman küçük bir çocuk gibiydim, Rand al’Thor’un sonsuz kızdırma yeteneği konusunda deneyimsizdim.” Aviendha ellerini suya daldırdı ve yüzünü yıkadı. “Sorun değil; senin ne tür koşullarla geldiğini bilseydim beyaz giyip bir daha da çıkarmazdım muhtemelen.”

Rand gülümsedi, sonra yönlendirerek Su ördü ve fıçıdan kendine su çekti. Aviendha geriledi ve merakla izledi.

“Artık yönlendirebilen bir erkek fikri seni rahatsız etmiyor gibi,” dedi Rand, suyu havaya yayar, bir Ateş ipliğiyle ısıtırken.

“Artık rahatsız olmam için bir sebep yok. Sen yönlendirirken rahatsız olmak, toh’u temizlendikten sonra bir kadının utancını unutmasına izin vermeyen bir adam gibi davranmak olurdu.” Aviendha onu süzdü.

“Kimsenin o kadar budalaca davranabileceğini hayal edemiyorum,” dedi Rand, sabahlığını kenara atıp ona yaklaşarak. “İşte. Bu kadar can sıkıcı bulduğun ‘kadim bilgelik’ten bir hatıra sana.”

Kusursuzca ılıtılmış suyu yaklaştırdı ve yoğun bir serpinti halinde üzerlerine yağdırdı. Aviendha inleyerek onun koluna tutundu. Islaktopraklı adetlerine alışmış olabilirdi, ama su hâlâ onu hem huzursuz ediyor hem de içinde bir huşu duygusu uyandırıyordu.

Rand Hava’yla bir kalıp sabun aldı ve bir parçasını tıraşlayarak su serpintisine karıştırdı. Köpüren su bedenlerini kapladı, saçlarını savurdu, Aviendha’nın saçlarını bir sütun halinde havaya kaldırdı, sonra hafifçe omuzlarına bıraktı.

Rand bir başka ılık su dalgasıyla sabunu arındırdı, sonra ıslaklığın çoğunu alarak ikisini nemli bıraktı. Suyu yeniden fıçıya gönderdi ve gönülsüzce saidin i salıverdi.

Aviendha nefes nefeseydi. “Bu… bu tamamen kaçıklıktı ve sorumsuzcaydı.”

“Teşekkür ederim,” dedi Rand, bir havlu alıp ona fırlatarak. “Efsaneler Çağı’nda yaptığımız çoğu şeyi kaçıkça ve sorumsuzca bulurdun. O farklı bir zamandı Aviendha. Çok daha fazla yönlendiren vardı ve küçük yaştan itibaren eğitim alıyorduk. Nasıl savaşılacağını, nasıl öldürüleceğini bilmemiz gerekmiyordu. Acıyı, açlığı, ıstırabı, savaşı yok etmiştik. Bunun yerine, Tek Güç’ü sıradan görünen şeyler için kullanıyorduk.”