Выбрать главу

Adamların çoğu plaka ve zincir zırhlarının üzerine sarı ceketler giymişlerdi ve ceketlerinde siyah şahin simgesini taşıyorlardı. Sırtlarını dikleştirerek, ciddi ifadelerle selam verdiler. Shienarlılar gerçekten de ciddi insanlardı. Sınırboylarında yaşamanın sonucuydu bu.

Lan duraksadı, sonra yüksek sesle konuştu. “Neden yas tutuyoruz?”

Yakındaki askerler ona döndü.

“Biz bunun için eğitim görmedik mi?” diye bağırdı Lan. “Amacımız bu değil mi? Yaşamlarımız bunun için değil mi? Bu savaş, yası tutulacak bir şey değil. Başkaları gevşemiş olabilir, ama biz gevşemedik. Biz hazırız ve bu zafer zamanı.

“Kahkahalar duyacağım! Coşku duyacağım! Düşenleri ululayalım ve bizi iyi eğiten atalarımıza içelim. Yarın, yeniden doğumunuzu beklemek üzere ölürseniz gururlanın. Son Savaş geldi ve biz hazırız!”

Lan bunu neden söylediğinden tam olarak emin değildi. Sözleri üzerine çevresinden tezahüratlar yükseldi: “Dai Shan! Dai Shan! İleri Altın Turna!” Bazı adamların, başkalarına iletmek üzerine sözlerini yazdığını gördü.

“Sende önder hamuru var Dai Shan,” dedi Easar, tekrar yola koyulduklarında.

“O değil,” dedi Lan, gözleri önünde. “Kendine acımalarına tahammül edemem. Çok fazla adam, kendi kefenlerini hazırlıyormuş gibi görünüyordu.”

“Kasnağı olmayan davul,” dedi Easar, atının dizginlerini silkeleyerek. “Tutamacı olmayan tulumba. Sesi olmayan şarkı. Yine de benim. Yine de benim.”

Lan kaşlarını çatarak döndü, ama Kral okuduğu şiiri açıklamadı. Halkı ciddi bir halksa, kralları daha da ciddiydi. Easar’ın içinde, paylaşmak istemediği derin yaralar vardı. Lan bu yüzden onu suçlayamazdı; kendisi de aynı şeyi yapıyordu.

Ama bu gece Easar’ın şiirin dudaklarından dökülmesine sebep olan düşüncelerle gülümsediğini gördü.

“Rydding Ormanı’ndan Anasai miydi o?” diye sordu Lan.

Easar şaşırmış göründü. “Anasai’nin eserlerini okudun mu?”

“Moiraine Sedai’nin en sevdiği şairlerden biriydi. Onun tarzı gibi geldi.”

“Her şiiri bir mersiye olarak yazılmıştır,” dedi Easar. “Bu babası içindi. Şiirle ilgili talimatlar da bırakmıştı. Şiir okunabilir, ama doğru anlar dışında sesli olarak söylenemez. Doğru zamanın ne zaman olduğunu açıklamamış.”

Savaş çadırlarına geldiler ve atlarından indiler. Ama onlar bunu yapar yapmaz alarm boruları ötmeye başladı. İki adam da harekete geçtiler ve Lan hiç düşünmeden belindeki kılıca uzandı.

“Lord Agelmar’a gidelim,” diye bağırdı Lan, bagrışmalar ve silah çınlamaları yükselirken. “Bayrağım altında çarpışırsanız, önderlik rolünü memnuniyetle üstlenirim.”

“Hiç mi tereddüdün yok?” dedi Easar.

“Ben neyim?” diye sordu Lan atına binerek. “Unutulmuş bir köyün koyun çobanı mı? Görevimi yapacağım. Adamlar beni başlarına geçirecek kadar aptallarsa, onları da göreve yollayacağım.”

Easar başını salladı, sonra dudakları bir başka gülümsemeyle bükülerek selam verdi. Lan selama karşılık verdi, sonra Mandarb’ı dörtnala kaldırarak kampın ortasına yollandı. Kampın eteklerindeki adamlar büyük ateşler yakıyorlardı; Asha’manlar askerlerin odun toplayabilmesi için güneydeki ölmeye yüz tutmuş ormanlara giden pek çok kapıyol açmıştı. Lan’in istediği olursa, o beş yönlendirici güçlerini Trolloc öldürmek için harcamayacaktı. Güçlerini boşa harcamayacak kadar faydalıydılar.

Lan geçerken Narishma selam verdi. Lan büyük kumandanların onun için özellikle mi Sınırboylu Asha’manlar seçtiğinden emin olamıyordu, ama tesadüfe benzemiyordu. Her Sınırboylu ulustan en az bir tane vardı – hatta birinin anne babası Malkierliydi.

Birlikte savaşıyoruz.

8

İÇİN İÇİN YANAN ŞEHİR

Elayne Trakand, kraliyet tavlalarından gelmiş koyu kahverengi kısrağı Aygölgesi’nin sırtında, kendi açtığı kapıyoldan geçti.

O tavlalar şimdi Trollocların elindeydi ve Aygölge’nin tavla arkadaşları kuşkusuz şimdiye dek yemek kazanlarında yerlerini almışlardı. Elayne o kazanlara başka nelerin –başka kimlerin– atılmış olabileceği hakkında fazla düşünmemeye çalışıyordu. Yüzüne kararlı bir ifade oturttu. Birlikleri kararsız bir kraliçe görmemeliydi.

Caemlyn’in bin adım kadar kuzeybatısında, yay menzilinin dışında, ama şehri görebilmesine yetecek kadar yakın bir tepeye gelmeyi tercih etmişti. Taht Savaşı’ndan sonraki haftalarda pek çok paralı asker grubu o tepelerde kamp kurmuştu. O adamlar ya Işık’ın güçlerine katılmış ya da dağılarak gezgin hırsızlara ve eşkıyalara dönüşmüşlerdi.

Öncü birlik bölgede güvenliği sağlamıştı zaten. Kraliçe’nin Askerleri –hem erkek, hem kadın askerler– Elayne’in atının çevresini alırken, Kumandan Guybon selam verdi. Havada hâlâ duman kokusu vardı. Caemlyn’i Ejderdağı gibi dumanları tüterken görmek, Elayne’in içinde kaynayan duygu kazanına bir avuç acı toz atıyordu.

Eskinin gururlu Caemlyn’i ölmüştü, yukarıdaki fırtına bulutlarına yüz ayrı duman sütunu yollayan bir cenaze ateşine dönüşmüştü. Duman Elayne’e, baharda tarlalarında anız yakan çiftçilerin ateşlerini hatırlattı. Caemlyn’de yüz gün hüküm sürmeden kaybetmişti şehri.

Ejderler bir şehre bunu yapabiliyorsa, diye düşündü, Talmanes’in en yakın duvarda açtığı deliği inceleyerek, dünyanın değişmesi gerek. Savaş hakkında bildiğimiz her şey değişecek.

“Sayıları kaç dersin?” diye sordu yanında at süren adama. Talmanes, neredeyse canına mal olacak bir çatışmadan sonra yalnızca bir gün dinlenebilmişti. Muhtemelen Merrilor’da kalması gerekirdi; yakın gelecekte ön saflarda savaşmayacağı kesindi.

“Şehirde bu şekilde saklanmışlarken saymak zor Majesteleri,” dedi adam saygıyla eğilerek. “On binlerce, ama muhtemelen yüz binlerce değil.”

Adam onun yanında huzursuz oluyordu ve bunu tam bir Cairhienli gibi gösteriyordu – süslü bir saygıyla konuşarak. Mat’in en çok güvendiği subaylardan biri olduğu söyleniyordu; Elayne, Mat’in adamı şimdiye kadar çoktan yoldan çıkaracağını sanırdı. Adam tek bir kez bile küfretmemişti. Yazık.

Yakında, sararmış çimenlerin üzerinde başka kapıyollar açıldı. Elayne’in güçleri geçerek alanı doldurdu, tepelerin üzerini kapladı. Elayne büyük bir savaşçı ordusunun başına geçmişti ve aralarına, Kraliçenin Askerleri’ni desteklemek için, siswai’amanlar da katılmıştı. Andor’un düzenli askerleri Birgitte ile Kumandan Guybon’un komutasındaydı. İkinci bir Aiel birliği –Mızrağın Kızları, Bilgeler ve kalan savaşçılar– Rand’la birlikte Shayol Ghul’e gitmek üzere seçilmişti.

Elayne’le birlikte yalnızca bir avuç Bilge gelmişti; Perrin’i takip edenler. Elayne daha fazla yönlendiricisi olsun isterdi. Yine de, Birlik ve diğer ejderler elindeydi. Bu, elindeki tek diğer yönlendiricilerin Kandaş kadınlar, hem de aralarında Güç’ten yana zayıf olanlar olduğu gerçeğini telafi etmeliydi.

Perrin ve ordusu da onunla gelmişti. Aralarında Mayene’in Kanatlı Muhafızları, Ghealdan süvarileri, Beyazcüppeler –Elayne onlar hakkında ne düşündüğünden hâlâ emin değildi– ve Tam’le beraber bir birlik İki Nehir okçusu vardı. Kendine Kurt Muhafızı diyen ve bir kısmı savaş eğitimi alarak askere dönüşmüş mültecilerden oluşan bir grup ordusunu kalabalıklaştırıyordu. Ve elbette, Kumandan Bashere ve Ejder Lejyonu vardı.