Sessizlik onu kışkırtıyordu. Neden ses duyamıyordu? Sonra bir şey sezdi. Yönlendirme. On üçüncü adam olabilir miydi? Işık. On üç de Myrddraal varsa, durumları vahimdi. Kaçsalar bile ne yapabilirlerdi? Bu kadar çok kişiyle savaşamazlardı.
Hangi uçurumu seçtin? diye düşündü Pevara.
Ne?
Deniz Halkı’yla yaşarken, cesaretlerini kanıtlamak için uçurumlardan atladıklarını söylemiştin. Uçurum ne kadar yüksekse, atlayan o kadar cesur oluyormuş ya. Sen hangi uçurumu seçtin?
En yükseğini, diye itiraf etti Androl.
Neden?
İllaki uçurumdan atlayacaksan, en yükseğini seçsen de olur diye düşündüm. En büyük ödülü amaçlamıyorsan, neden riski kabul edesin ki?
Pevara düşünceleriyle onayladı. Kaçacağız Androl. Bir şekilde.
Androl, daha çok kendi kendine, başını salladı ve yine düğümü kurcalamaya başladı.
Birkaç dakika sonra Taim’in yardakçıları geri döndü. Evin, Androl’ın yanında çömeldi. Gözlerinin arkasında farklı bir şey, korkunç bir şey vardı. Gülümsedi. “Eh, bu kesinlikle sandığım kadar kötü olmadı Androl.”
“Ah, Evin…”
“Sen benim için endişelenme,” dedi Evin, elini Androl’ün omzuna koyarak. “Harika hissediyorum. Artık korku yok, endişe yok. Bunca zamandır karşı koyuyorduk, ama yanılmışız. Biz Kara Kuleyiz. Birlikte çalışmamız gerek.”
Sen benim dostum değilsin, diye düşündü Androl. Yüzün onun yüzü olabilir, ama Evin… Ah, Işık. Evin öldü.
“Nalaam nerede?” diye sordu Androl.
“Tavan çöktüğünde öldü korkanın.” Evin başını iki yana salladı. Eğilerek yaklaştı. “Seni öldürmeyi planlıyorlar Androl, ama sanırım onları senin Döndürmeye değer olduğuna ikna edebilirim. Bana teşekkür edeceksin.”
Evin’in gözlerinin içindeki korkunç şey gülümsedi, Androl’ün omzunu okşadı, sonra kalktı ve Mezar ve Welyn’le sohbet etmeye başladı.
Arkalarında, Androl on üç gölgenin Emarin’i yakaladığını ve Döndürülmek üzere sürükleyerek götürdüğünü zar zor gördü. Pelerinleri hiç kıpırdamayan Soluklar.
Androl, tavan yıkıldığında öldüğü için Nalaam’ın ne kadar şanslı olduğunu düşündü.
9
İYİ ÖLÜMLER
Lan, Myrddraal’ın kafasını boynuna dek yardı. Mandarb’ın dizginlerini çekti ve at dans ederek geriledi. Soluk çırpınarak ölürken, kasılmaları boynundan çıkan kafatası parçalarını büktü. Daha önce düzinelerce kez kanlanmış olan kayaların üzerine kara kan döküldü.
“Lan Mandragoran!”
Lan çağrıyı duyunca döndü. Adamlarından biri kamplarını gösteriyordu. Kamptan havaya parlak kırmızı bir ışık fışkırıyordu.
Öğlen mi oldu? diye düşündü Lan, kılıcını kaldırıp Malkierlilere geri çekilme sinyalini vererek. Kandorlu ve Arafelli birlikler saldırıya geçmişlerdi. Okçu hafif süvariler Trolloc kitlesine dalga dalga ok gönderiyorlardı.
Koku dayanılır gibi değildi. Lan ve adamları ön saflardan uzaklaşırken, yönlendirerek Trolloc leşlerini ateşe veren iki Asha’man ve bir Aes Sedai’nin yanından geçtiler – Coladara, Kral Paitar’ın danışmanı olarak kalmakta ısrar etmişti. Bu, bir sonraki Gölgedölü dalgasının işini güçleştirecekti.
Lan’in orduları zorlu işlerine devam etmişler, tıpkı dibi delik bir tekneye dolan suyu tutan zift gibi, Geçit’teki Trollocları yerlerinde tutmuşlardı. Ordu bir saatlik rotasyonlarla savaşıyordu. Yaktıkları ateşler ve Asha’manlar geceleyin ışık sağlamış, Gölgedöllerinin ilerlemesine fırsat vermemişti.
İki günlük yorucu bir savaştan sonra, Lan bu taktiğin eninde sonunda Trollocların işine yarayacağını biliyordu. İnsanlar arabalar dolusu Trolloc öldürüyordu, ama Gölge senelerdir bu orduyu hazırlamaktaydı. Her gece, Trolloclar ölülerle besleniyordu. Erzak konusunda endişelenmeleri gerekmiyordu.
Lan ön saflardan uzaklaşıp bir arkadaki birliklere doğru at sürerken omuzlarının çökmesine izin vermedi, ama olduğu yere yıkılmak ve günlerce uyumak istiyordu. Yenidendoğan Ejder’in gönderdiği ordunun büyüklüğüne rağmen, gün boyunca adamlarının birden fazla kez ön saflarda savaşması gerekiyordu. Lan her zaman onlardan birkaç tur daha fazlasını yapıyordu.
Askerleri için uyumak kolay değildi, çünkü aynı zamanda araçlarının bakımını yapmaları, ateşler için odun toplamaları, kapıyollar aracılığıyla erzak getirmeleri gerekiyordu. Onunla birlikte ön saflardan ayrılanları izlerken, Lan onları güçlendirmenin bir yolunu aradı. Yakında, sadık Bulen’in omuzları çökmüştü. Adamlarının daha fazla uyumasını sağlaması gerekiyordu, ya da…
Bulen eyerden kaydı.
Lan bir küfür savurarak Mandarb’ı durdurdu ve aşağı atladı. Bulen’in yanma koştu ve adamı boş gözlerle gökyüzüne bakarken buldu. Bulen’in böğründe çok büyük bir yara vardı. Zincir zırhı, çok fazla rüzgar görmüş yelken gibi yırtılmıştı. Bulen ceketini zırhının üzerine örterek yarayı kapatmıştı. Lan onun darbe aldığını görmemişti, adamın yarayı örttüğünü de fark etmemişti.
Aptal! diye düşündü, Bulen’in boynunu yoklayarak.
Nabız yoktu. Ölmüştü.
Aptal! diye düşündü yine, başını eğerek. Yanımdan ayrılmak istemedin, değil mi? Bu yüzden sakladın. Sen Şifa için geri döndüğünde benim orada öleceğimden korktun.
Ya bu, ya da yönlendiricilerin gücünü harcamak istemedin. Onların sınırlarının zorlandığını biliyordun.
Lan dişlerini sıkarak Bulen’in cesedini kaldırdı ve omzuna attı. Sonra bedeni atının sırtına kaldırdı ve eyere bağladı. Andere ile Prens Kaisel – Kandorlu genç ve yüz kişilik birliği genellikle Lan’le at sürüyordu– yakında oturup ciddi ifadelerle izlediler. Onların bakışlarının farkında olan Lan elini cesedin omzuna koydu.
“İyi iş başardın dostum,” dedi. “Nesiller sana övgüler düzecek. Yaratıcı’nın avucunda sığınak bulasın. Annenin son kucaklayışı seni karşılasın.” Diğerlerine döndü. “Yas tutmayacağım! Yas tutmak pişman olanlar içindir ve ben burada yaptığımız şeyden pişman olmayacağım! Bulen bundan daha iyi bir ölüm bulamazdı. Onun için ağlamayacağım, sevineceğim!”
Bulen’in atının dizginlerini tutarak Mandarb’ın sırtına tırmandı ve dimdik oturdu. Yorgunluğunu görmelerine izin vermeyecekti. Üzüntüsünü de. “Aranızda Bakh’ın düştüğünü gören oldu mu?” diye sordu yanındakilere. “Atının arkasına arbalet bağlamıştı. O şeyi her zaman yanında taşırdı. O arbalet kazayla ateşlenecek olursa, o Asha’man’ı ayak parmaklarından bir uçurumun tepesine bağlayacağıma yemin etmiştim.
“Bakh dün, kılıcı bir Trolloc’un zırhına takıldığında öldü. Kılıcı bırakıp yedeğine uzandı, ama iki yeni Trolloc atını altından çekip aldı. O zaman onun öldüğünü sandım ve ona ulaşmaya çalıştım, ama onun o Işık– kavurası arbaletle doğrulduğunu ve bir Trolloc’u altmış santim uzaktan, gözünden vurduğunu gördüm. Ok yaratığın kafatasını delip geçti. İkinci Trolloc Bakh’ın bağırsaklarını deşti, ama o çizme hançerini onun boynuna saplamadan değil.” Lan başını salladı. “Seni hatırlıyorum Bakh. İyi öldün.”
Birkaç dakika at sürdüler ve sonra Prens Kaisel ekledi. “Ragon. O da iyi öldü. Atını doğrudan yandan saldıran otuz Trollocluk grubun üzerine sürdü. Muhtemelen o hamleyle bize zaman kazandırarak bir düzine adamın hayatını kurtardı. Onu yere çekerlerken bir tanesinin yüzünü tekmeledi.”