Выбрать главу

Leilwin, Merrilor Meydanı olarak bilinen mekâna dağılmış kampları inceledi. Karanlıkta, ayın doğmasına bir süre daha varken, yemek pişirmek için yakılmış ateşlerin geceleyin kalabalık bir limandaki gemi fenerleri olduğunu hayal edebiliyordu neredeyse.

Bu, muhtemelen bir daha göremeyeceği bir manzaraydı. Leilwin Gemisiz bir kaptan değildi; bir daha asla kaptan olamayacaktı. Aksini dilemek, şimdi olduğu şeyin doğasına meydan okumak olurdu.

Bayle elini onun omzuna koydu. Uzun günler boyunca çalışmaktan kabalaşmış, kalın parmaklar. Leilwin uzandı ve elini onunkinin üzerine koydu. Tar Valon’da açtıkları o kapıyolların birinden geçmek kolay olmuştu. Bayle şehri tanıyordu, ama orada olmaktan şikayetçiydi de. “Burası kollarımdaki tüyleri diken diken ediyor,” demişti. Bir de: “Bu sokaklarda bir daha yürümemeyi dilemiştim. Dilemiştim bunu.”

Yine de onunla gelmişti. İyi bir adamdı Bayle Domon. Geçmişteki tatsız ticaret alışkanlıklarına rağmen, bu yabancı topraklarda bulabildiği en iyi adam. Bayle bütün bunları geride bırakmıştı. İşlerini yürütmenin doğru yolunu anlamasa da, elinden geleni yapıyordu.

“Bu görülecek manzara,” dedi Bayle, sessiz ışık denizinde göz gezdirerek. “Şimdi ne yapmak istiyorsun?”

“Nynaeve al’Meara ya da Elayne Trakand’ı bulacağız.”

Bayle sakallı çenesini kaşıdı; Illian tarzında, üst dudağını tıraşlıyordu. Kafasındaki saçlar farklı farklı boyutlardaydı; Leilwin onu azat ettikten sonra, başının bir kısmını tıraş etmeyi bırakmıştı. Leilwin bunu evlenebilmeleri için yapmıştı elbette.

Bu iyiydi; tıraşlı bir kafa burada dikkat çekerdi. Bazı… meseleler çözüldükten sonra, so’jhin olarak oldukça başarı göstermişti. Ama sonunda, Leilwin’in Bayle Domon’un so’jhin olmaya uygun olmadığını itiraf etmesi gerekmişti. Fazla yontulmamıştı ve hiçbir dalga o keskin kenarlan yumuşatamazdı. Asla sesli olarak söylemeyecek olsa da, Leilwin onu bu şekilde istiyordu.

“Geç oldu Leilwin,” dedi Bayle. “Belki de sabaha kadar beklememiz lazım.”

Hayır. Kamplarda bir sessizlik vardı, orası doğruydu, ama tam olarak uyku sessizliği değildi bu. Doğru rüzgarları bekleyen gemilerin sessizliğiydi.

Leilwin burada neler olup bittiğini bilmiyordu – aksanından Seanchan olduğu anlaşılmasın diye, ağzını açıp soru sormaya cesaret edememişti. Böyle bir kalabalık, uzun uzadıya plan yapmadan olmazdı. Kampın genişliği onu şaşırtmıştı; buradaki toplantı, Aes Sedailerin büyük çoğunluğunun katılmaya geldiği toplantı kulağına gelmişti. Bu tüm beklentilerini aşıyordu.

Yürümeye başladı ve Bayle de takip etti. İkisi, Bayle’nin verdiği rüşvet sayesinde eşlik etmelerine izin verilen Tar Valon hizmetkarlarına katıldılar. Bayle’nin yöntemleri Leilwin’i memnun etmiyordu, ama onun aklına da başka yol gelmemişti. Bayle’nin Tar Valon’daki eski tanıdıkları hakkında fazla düşünmemeye çalışıyordu. Eh, Leilwin bir daha bir gemiye ayak basmazsa, Bayle de kaçakçılık yapmaya fırsat bulamazdı. Küçük bir teselliydi bu.

Sen bir gemi kaptanısın. Tek bildiğin, tek istediğin bu. Bir de şimdiki haline bak Gemisiz. Leilwin ürperdi ve kollarını kendine dolamamak için yumruklarını sıktı. Hayatının geri kalanını bu değişmez topraklarda geçirmek, bir atın sağlayabileceğinden daha büyük bir hızda ilerleyememek, derin denizin havasını bir daha koklayamamak, bir daha pruvasını ufka çevirememek, demir alıp yelken açamamak…

Silkelendi. Nynaeve ve Elayne’i bul. Gemisiz olabilirdi, ama derinliklere dalıp boğulmayacaktı. Yönünü belirledi ve yürümeye başladı. Bayle hafifçe kamburunu çıkardı. Kuşkuyla, aynı anda her yönü izlemeye çalıştı. Birkaç kere, gergin dudaklarla Leilwin’e de baktı. Leilwin bunun anlamını biliyordu artık.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Leilwin, burada ne işimiz var?”

“Sana söyledim. Bulmamız gereken…”

“Evet, ama neden? Ne yapabileceğini sanıyorsun? Onlar Aes Sedai.” “Daha önce bana saygı gösterdiler.”

“Bu yüzden bizi yanlarına kabul edeceklerini düşünüyorsun, öyle mi?”

“Belki.” Leilwin onu süzdü. “Söyle Bayle. Aklında bir şey var.”

Bayle içini çekti. “Neden bizi kabul etmelerine ihtiyacımız olsun Leilwin ? Arad Doman’da bir yerlerde kendimize bir gemi bulabiliriz. Tek bir Aes Sedai ya da Seanchan’ın olmadığı bir yerde.”

“Senin tercih ettiğin türden gemilerde çalışmam ben.”

Bayle ifadesiz bir yüzle baktı ona. “Ben dürüst bir iş yürütmeyi bilirim Leilwin. Buna hiç gerek…”

Leilwin elini kaldırarak onu susturdu, sonra elini onun omzuna koydu. Yolda durdular. “Biliyorum aşkım. Biliyorum. Hiçbir yere gitmeyen bir akıntıya kapılırken dikkatimiz dağılsın diye konuşuyorum.”

“Neden?”

O tek sözcük Leilwin’in içini, tırnağının altına saplanmış kıymık kadar acıttı. Neden? Neden Matrim Cauthon’la yolculuk ederek ta buralara kadar gelmişti gerçekten; neden Dokuz Ayın Kızı’na bu kadar yaklaşmayı göze almıştı? “Halkım dünya hakkında ciddi bir yanılgı içinde yaşıyor Bayle. Bunu yaparken adaletsizlik yaratıyorlar.”

“Seni reddettiler Leilwin,” dedi Bayle usulca. “Artık onlardan biri değilsin.”

“Ben her zaman onlardan biri olacağım. Adım geri alındı, ama kanım yerinde akıyor.”

“Hakaret için özür dilerim.”

Leilwin sertçe başını salladı. “Ben hâlâ İmparatoriçe’ye sadığım, sonsuza dek yaşasın. Ama damaneler… onun hükümranlığının temelini oluşturuyorlar. Onları kullanarak düzeni koruyor, onlar sayesinde İmparatorluğu bir arada tutuyor. Ve damaneler bir yalan.”

Sul’damlar yönlendirebiliyordu. Yeti öğrenilebiliyordu. Şimdi, bu gerçeği keşfettikten aylar sonra, zihni bu keşfin işaret ettiği tüm gerçekleri kavrayamıyordu. Başkası olsa siyasi avantaj elde etmekle daha fazla ilgilenebilirdi; başkası olsa Seanchanların arasına geri dönebilir, bu keşfi güç elde etmek için kullanabilirdi. Leilwin bunu yaptığını dileyecekti neredeyse. Neredeyse.

Ama sul’damların yakarıları… hiç de ona öğretildiği gibi olmayan Aes Sedaileri tanımaya başlaması…

Bir şeyler yapılması gerekiyordu. Ama bunu yaparken tüm İmparatorluğun yıkılması tehlikesini yaratıyor olabilir miydi? Tıpkı bir shal oyunun son turları gibi, hareketlerini çok ama çok dikkatli düşünmesi gerekiyordu.

İkisi karanlıkta hizmetkar sırasını takip etmeye devam ettiler; Aes Sedailer sık sık Beyaz Kule’de bıraktıları bir şeyler almaları için geriye hizmetkar gönderiyorlardı, bu yüzden hizmetkarların gidip gelmesi olağandı – Leilwin için iyi bir şey. Sorgulanmadan Aes Sedai kampının sınırını geçtiler.

Leilwin işin bu kadar kolay olmasına şaşıyordu. Ta ki, yollarının üzerinde bekleyen adamlar görene kadar. Onları gözden kaçırmak çok kolaydı; adamlarda bir şey çevredeki manzaraya karışıyordu, özellikle de karanlıkta. Onları yalnızca aralarından biri hareket ettiğinde fark etti. Adam diğerlerinin yanından ayrıldı ve Leilwin ile Bayle’nin hemen arkasında yürümeye başladı.

Birkaç saniye sonra, onların peşine düştüğü belli oldu. Belki yürüyüş tarzları, genel hal ve tavırları yüzündendi. Sade giyinmeye özen göstermişlerdi, ama Bayle’nin sakalı onun Illianlı olduğunu gösteriyordu.

Leilwin durdu –elini Bayle’nin koluna koydu– ve peşlerinden gelen adamla yüzleşmek üzere döndü. Tariflere bakarak, bir Muhafız olduğunu varsayıyordu.

Muhafız uzun adımlarla yaklaştı. Hâlâ kampın sınırına yakındılar, çadırlar halkalar halinde dikilmişti. Leilwin bazı çadırların, bir mumdan ya da lambadan gelemeyecek kadar istikrarlı bir ışıkla aydınlatıldığını huzursuzlukla fark etmişti.